"Muhammedi Sünneti Anlamada Sabiteler ve Değişkenler"

"Muhammedi Sünneti Anlamada Sabiteler ve Değişkenler"

Özgür-Der Ereğli Temsilciliği'nde bu ay "Muhammedi Sünneti Anlamada Sabiteler ve Değişkenler" konusunu Oktay Altın sundu.

Özgür-Der Ereğli Temsilciliği'nde her ayın ilk haftası yapılan usul derslerinin bu ayki konusu "Muhammedi Sünneti Anlamada Sabiteler ve Değişkenler" idi. Oktay Altın'ın sunduğu seminerde öne çıkan konuşmanın özeti;

Rasulullah kendisine vahiy gelmeden önce Mekke'de yaşamış bir insandı. O, nihayetinde bir beşerdi fakat güvenilirliği, güzel ahlakı ile ön plana çıkan özelliklere sahipti. Kendisine vahyin gelmesi ile sorumlulukları artmakla beraber, beşer vasfı da devam ediyordu. Kur'an O'nu, en güzel ahlak üzere olma vasfı ile tanımlayarak bizlere Allah ve Rasulu'ne itaati öğütler. Bu öğüt  Müslümanlar için model bir şahsiyet vurgusudur ki, bizlere  hayatımız için ideal bir yol çizer. Yine aynı şekilde Nisa suresinde ihtilaf halinde iken Rasul'un sözüne itaatten bahsedilir. Dinin nihai belirleyeni Allah'ın vahyi iken, onu en güzel örneklendiren Hz. Muhammet idi. "Allah Rasulu'nun sahabeler ile olan ilişkisi nasıldı ?" şeklinde bir soru sorduğumuzda, "ideal olan örnek şahsiyetin yaşamı nasıl algılanıyordu ve yaşanmaya çalışıyordu?" sorusuna da cevaplar bulabiliriz. Öncelikle ashab, Rasulullah'a karşı, bugünkü yaygın bir algı olan cemaat ve tarikatlarda olduğu gibi, sorgusuz sualsiz bir şeyh mürid ilişkisi içinde değildi. Rasulullah'ın sözlerine itaat eden ashab aynı şekilde Rasulullah'a "bu söylediğin Allah'ın bir vahyi mi, yoksa onun haricinde bir söz mü?" şeklinde de ifadeler kullanmıştır. Uhud savaşı sırasında şehir dışında savaşmak isteyen özellikle genç ashab ile farklı fikir beyanında bulunun Rasululllah, nihayetinde kendi aralarındaki bu farklılığı şura temelli istişare ile, ashabın kanaatinin belirgin olması sonucuna bağlı olarak nihayete erdirmiştir. Aynı şekilde Hendek savaşında savaş stratejisini Selman-ı Farisi şekillendirmiştir. Oysa bugün İslami bilincimizde bu tür sorgulama emareleri bastırılmış haldedir. Hatta tam aksine, "O ne söylerse vardır bir hikmeti" minvalinde hiçbir sorgu suale yer bırakmayan, itaate dayalı yaklaşım içinde olunduğu görülür. Rasulullah Medine'de hurma aşılanması esnasındaki yaklaşımı ile, dünyevi işlerde herkesin kendi liyakatinin ön planda olmasına dikkat çekmiştir.

Rasulullah kendisine indirilmiş olan vahyi gizlemez, tahrif etmez, onu birinci elden örnekliğini gerçekleştirerek topluma aktarır. Vahyin anlaşılmasına dair ise, ilk dönemlerde her sahabenin bilgi, lehçe vs.  dağarcıkları aynı olmadığı için bazı kelimeler konusunda Rasulullah'a sorular sormuş ve anlamlarını öğrenmişlerdir. (Oruç tutma zamanı konusunda beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılmasının ne olduğu meselesi buna örnek verilebilir) Fakat nihayetinde Rasul aralarında idi ve problem de yoktu. Hz. Ebubekir ve sonrası dönemde ise irtidat hareketleri ve siyasi sosyal yeni durumlar karşısında sorunlara çözüm üretme konusunda da yaklaşım farklılıkları ortaya çıkmaya başladı. Hz.Muahammed (s.a.v) döneminde vahyin yazılması haricinde, kendi sözlerinin yazılması konusunda belirgin bir yasak olmasına rağmen, bir müddet sonra bazı sahabelerin Rasulullah'ın sözlerini yazdıkları da anlaşılmaktadır. Bu durum sahabe arasında da, Rasulullah'ın sözlerine dair aldıkları tavırla ilgili farklılıklar olduğunu gösterir. Hatta öyle ki Hz. Aişe ile Ebu Hureyre arasında Rasulullah'a atfedilen bir söz üzerinde birbirlerine eleştiri getirdikleri dahi görülür. Sahabe içinde Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in başını çektiği bir çizgi, Rasulullah'a atfedilen rivayetlere son derece mesafeli ve ağır kriterler getirerek (birkaç şahid ve lafzın tam olarak aktarılması vs. gibi ) yaklaşırken, Suffa ashabının başını çektiği diğer bir kesim ise rivayetlere bu kadar ağır kriterler getirmeden fazlaca yer verdiği anlaşılmaktadır. Bu durum bizlere sahabeler arasında homojen bir bakış açısı olmadığını gösterir. Fakat günümüzde sahabe kavramına da verilen tekdüze anlamdan da anlaşıldığı gibi, tüm ashabın rivayetler konusuna aynı bakış açısı ile yaklaştığı izlenimi doğmaktadır ki, bu son derece hatalı bir hükümdür. Ashab kavramını çok geniş manada kullanan sonraki dönem İslami algı ile, ilk dönem Ashab kavramına yüklenen anlam arasında farklar vardır. Sahabe kendi arasında dahi bir takım derecelendirmelere gitmiştir. Mesela bedir savaşına katılan ile katılmayan, Mekke'nin fethinden önce Müslüman olan ile sonrasında Müslüman olanlar arasındaki derece farkları gibi. Ne yazık ki sahabenin kendi arasında yapmış olduğu bu derecelendirme farkını dillendirmek dahi, bugün genel manada eleştiri konusu yapılabilmektedir. Kur'an, Ashabı bazı fiillerinden dolayı överken bazı fiillerinden dolayı da eleştirebilmektedir. Öyle ki ifk hadisesi bu konuda önemli bir örnektir. Sahabe bu manada seçilmiş değil, kendi çaba ve gayretleri ile övgülere mazhar kılınmaktadır ki, onlar bu özellikleri sebebi ile bizlere örneklik göstermişlerdir.

Rasulullah ne kendisine vahyedileni aktarıp kenara çekilmiş bir peygamber, ne de kendi çaba ve gayreti olmadan kumanda edilen bir peygamber değildi. O da Kur'an'dan anladığımıza göre hataları sebebi ile eleştirilebilmektedir. Fakat vahyin aktarılması konusunda en ufak bir hata düzeltilmeksizin öylece bırakılmamıştır. Bu manada Kur'an, vahiy üzerinde şüphe bırakmayacak şekli ile mesajını bizlere ulaştırmıştır.

Hadis Rasul'ün söz, fiil ve takrirleri manasında kullanılmakta iken, Sünnet; alışılagelmiş bir yol manasında Kur'an'ın şahıs, aile, toplum vs. gibi ticari, sosyal, siyasi örneklikleri manasında fiiliyata tekabül eden boyutunu ifade eder. Bu mana hicri 2.yy civarına dek Rasulullah, Ashab, Medine ehli gibi geniş bir kesimin uygulamaları manasında anlaşılırken, sonraki dönemde anlam daralarak sadece Rasulullah'a atfedilen bir kavrama dönüştüğü görülür. Sünnet, bir yaşam formu içerisinde nesilden nesile aktarılarak bizlere ulaştığı için sadece yazılı bir materyal değildir. O, son derece dinamik bir unsurdur. Günlük yaşamımızın birçok alanında ilk neslin yaşamında olduğu gibi yaşamaya devam etmektedir.

Rasulullah'a atfedilen sözler olan hadisler konusunda, en meşhur rivayet olarak görülen "kim benim adıma yalan bir söz söyler, cehennemdeki yerini hazırlasın" manasındaki söze rağmen uydurma rivayetlerin sayısını tespit edebilmek mümkün değildir.  Hadisler konusunda ortaya çıkan kriter farklılıkları, sonraki dönemlerde sistematik bir hadis külliyatının da oluşmasını sağlamıştır ki, tedvin dediğimiz bu faaliyetler yaklaşık olarak hicri 200 - 250 li yıllara tekabül etmektedir. Bu manada hadislerin sıhhat derecesini Kur'an ile kıyaslamak mümkün değildir. Biri ilk elden hemen yazıya geçirilerek kayıt altına alınıp sürekli tekrarlanarak nesilden nesile kesintisiz, eksiksiz şekilde ulaşırken, diğeri ise parça parça farklı varyantlarla ve farklı kriterlerin ürünü olarak birkaç nesil sonrasında sistematize edilmiştir. Öyle ki en meşhur hadis alimi olan Buhari, kitabına aldığı 4-5 bin civarı hadisleri yaklaşık 300.000 hadis rivayeti içerisinden kendi kriterleri ile eleyerek seçtiğini belirtmiştir. Nihayetinde bir insan ürünü olan, çok güçlü tarihi veri ifade eden rivayetlerin, kendisinden şüphe edilmeyen vahyin belirleyiciliğine muhtaç olduğu görülür.

İlgiyle takip edilen Program, dinleyicilerin soru ve katkılarına, güncel meseleler ile de irtibat kurularak verilen cevaplar ile son buldu.

 

eregli-20141206-01.jpg

eregli-20141206-02.jpg

Önceki ve Sonraki Haberler