“Adaleti Ayakta Tutmak” ve “Büyük Doğu Dergisi”

“Adaleti Ayakta Tutmak” ve “Büyük Doğu Dergisi”

Özgür-Der’in 2008–‘09 dönemi için öngördüğü ve haftada iki ders olacak şekilde “Türkiye'de 'İslami' Dergiler ve Etkileri” ve “Ayetler Işığında Hayat Dersleri” ana başlıklarıyla düzenlediği Alternatif Eğitim Seminerlerinin dördüncüsü 9 Kasım, Pazar günü Ke

Bu haftaki "Ayetler Işığında Hayat Dersleri" dersini "Adaleti Ayakta Tutmak" başlığıyla Kenan Levent işlerken Abdurrahman Çeliker de "Büyük Doğu Dergisi, Raporlar ve İdeolocya Örgüsü" konusunu "Türkiye'de 'İslami' Dergiler ve Etkileri" bağlamında değerlendirdi.

Adaleti Ayakta Tutmak

Sunumuna adalet konusunun kapsamlılığına dikkat çekerek başlayan Kenan Levent onun anlaşılması için öncelikle birbiriyle irtibatlı olduğu yakın ve zıt kavramlarla ilişkisinin kurulması gerektiğini söyledi. Bu cümleden hareketle adalet konusunu geniş bir kavramsal çerçeveye yayarak ele alan Levent peşi sıra çeşitli boyutlarıyla adalet konusunda çözümlemelerde bulundu.

Kavramsal çerçeve: Adaletle ilgili gerek Kur'an'da ve gerekse de sözlükte çeşitli kelimelerin bulunduğunu nakleden Levent, bunlardan en çok zikredilenlerin adl, qıst, nasib, vasat, hisse vb. olduğunu ve bunların Kur'an'da adaleti tamamlayıcı sözcükler olarak kullanıldıklarını söyledi. Kavramı zıddıyla birlikte ele almanın da bütüncül bir kavrayış açısından önemine değinen Levent, başta zulüm olmak üzere tuğyan, ifsad, ilhad vb. kelimelerin de adaletin zıddı olarak kullanıldıklarını ifade etti. Müteakiben bu kavramların kısaca tahlilini de yapan Levent, kelime olarak adlin adalet isminden türeyen soyut bir isim olduğunu ve düzeltmek, düz oturmak, eğri bir yoldan doğru bir yola geçmek, eş-muadil vb. anlamlarda kullanılmanın yası sıra dengede tutmak, dengelemek, tartmak, vasat üzere olmak, doğru davranmak, terazinin her iki tarafını denkleştirmek-mizan, hak yememek, ölçüyü gözetmek, doğru yoldan şaşırmamak vb. fiillere de mündemiç olduğunu söyledi.  En genel anlamdaysa adaletin 'bir şeyi ait olduğu yere koymak' anlamına geldiğini belirten Levent, kuşatıcılığı dolayısıyla da adaletin farklı türlerinden söz edilebileceğini ifade ederek bunlardan bazıları üzerinde durdu.

Teolojik/itikadi adalet:  Bu şık bağlamında "Allah, melekleri ve ilim sahipleri gerçekten O'ndan başka ilahın bulunmadığına adaletle şahitlik ettiler" ayetini hatırlatan Levent, Allah'ı hakkıyla tanıyıp takdir etmenin adil olmanın bir gereği olduğunu söyledi. İtikadi düzlemde Allah'ın ulûhiyet ve rububiyet sıfatlarını başka soyut ya da somut güç ve varlıklara izafe etmenin ise şirk olduğunu ve bu yüzden de şirkin 'en büyük zulüm' olarak tanımlandığını belirten Levent "Adaletin birinci ayağını itikadi boyutu oluşturuyor." dedi.

Kelamda/söz söylemede adalet: Kur'an'dan hareketle buna da birçok örnek veren Levent sözü doğru ve yerli yerince söylemenin, hakkı ifade ederken kınayıcıların kınamasından korkmamanın, yapmayacağı şeyleri söylememenin, yalan beyanda bulunmamanın, özü sözü bir olmanın da adaletin gereği olduğunu ifade etti. Boş-yararsız sözlerden sakınmanın önemine de yine bu bağlamda dikkat çeken Levent lağvî söz ve uğraşlardan Kur'an'ın ısrarla mü'minleri sakındırdığını hatırlattı.

Hükmederken/karar verirken adil olmak:  Bu hususta da evrendeki nizamda hâkim olan dengeye dikkat çeken Levent, Allah'ın bütün evreni adaletle tanzim edip yönetmekte olduğunu belirterek O'nun vahyi bildirimleri vesilesiyle de insandan yaşamını bir bütün olarak adalet ekseninde düzenlemesi emrini verdiğini söyledi. Bu meyanda çeşitli boyutlarda örnekler veren Levent, Allah'ın kitabıyla hükmetmenin önemini vurgulayarak emaneti ehline vermenin, dosdoğru şahitlikte bulunmanın, karar aşamasında her türlü tarafgirlik ve kayıtlardan azade olarak yargıda bulunmanın vb. de adaletin gerekleri arasında bulunduğunu söyledi.

Şahitlikte adalet: Şahitliğin vahye tanıklık ve sosyal ilişkiler boyutlarının bulunduğunu hatırlatan Levent Kur'an bütünlüğünden hareketle buna aile içi ilişkiler, vasiyet, mü'minlerin ya da mü'minelerin iffetlerine iftira atılırken takınılacak tutum, din konusunda bizimle savaşmayanlara karşı adil olmak vb. bağlamında örnekler verdi.  Şahitlik esnasında kişilerin konumunu ya da statüsünü dikkate almaksızın iltimas ve ön yargıdan uzak bir tutum sergilemenin önemi üzerinde duran Levent yakınların, ebeveynin ve kişinin kendisinin aleyhine bile olsa adaletle şahitlik yapmanın önemini vurguladı.

İktisadi adalet: İktisad kavramının da qıst kelimesinden türediğini hatırlatan Levent, iktisadın en geniş anlamda adalet ve hakkaniyetle davranmak anlamına geldiğini ve bunun ticari boyutları da içerdiğini söyledi. Ekonomik/iktisadi/ticari ilişkilerde Kur'an'ın ölçülü, dengeli ve adil olmanın önemini vurgulayan ayetlerinden örnekler veren Levent, özellikle de şahitliğini yaptığımız çağda ekonomik ifsadın kuşatıcılığına dikkat çekerek duyarlılık çağrısında bulundu. Bu bağlamda malın/servetin ya da Allah'ın insanlar için yarattığı geçim kaynaklarının tekele dönüştürüldüğünü belirten Levent, bunun yol açtığı ifsadın boyutlarını hatırlatarak gelir dağılımındaki adaletsizlik ya da eşitsizliklerin insan yaşamını felç ettiğini söyledi.

Hakkı ve Adaleti ayakta tutan Şahitler olmak: konuşmasının sonuç bölümünde de gerek ticarette, gerek ahlakta, gerek siyasal düzlemde ve gerekse de diğer alanlarda adaleti ayakta tutmanın önemine dönük saptamalarda bulunan Levent, bunun nasıl yapılacağı sorusuna da Kur'an'ın Kitab-Mizan-Demir birlikteliği ile atıfta bulunduğunu belirtti.  Bunların vakıamızda tekabül ettiği anlamları üzerinde de kısaca duran Levent Kitab'ın doğru bilginin kaynağı, usul bilgisi ve temel eksen olduğunu, Mizan'ın hak-batıl arasındaki ayrımı tefrik etmek, ifrat ve tefrit arasında dengeyi oluşturmak ve hayatın tüm alanlarında adaleti inşa etmek olarak anlaşılabileceğini söyledi. Demir'in ise yalnızca askeri güç olarak anlaşılmaması gerektiğini belirten Levent, yanı sıra bunun her türlü maddi gücü, araç-gereci kapsadığını ifade etti. Sonuç olarak hakkı ve adaleti ikame edip ayakta tutan adil şahitler olabilmemiz için her alanda adaletin zıddı olan zulme topluca tavır almak gerektiğinin altını çizen Levent, bunun da bir yandan vahye ve fıtrata uygun alternatif sosyal modeller oluşturma ve diğer yandan da zulmü ve zalimleri ifşa eden bir mücadele hattıyla mümkün olabileceğini söyledi.

Levent, adalete mani unsurlar olarak zikrettiği buğz/kin, hevaya uymak, otoriter-baskıcı düzen vb. olgular üzerinde de kısaca durduktan sonra konuşmasını geniş kapsamlı bir adalet tasavvurunun inşasının önemine dönük atıflarla tamamladı.  

Büyük Doğu Dergisi, Raporlar ve İdeolocya Örgüsü

Sunumunu slâyt eşliğinde gerçekleştiren Abdurrahman Çeliker birinci ve ikinci emperyalistler arası paylaşım savaşları dönemindeki Türkiye ortamına dönük özet tespitlerle başladığı konuşmasında N. Fazıl ve dergisini de tevhidi bilinçlenmenin Türkiye'de henüz yeterince kendisini hissettiremediği bu dönemin genel şartları ile birlikte değerlendirmek gerektiğini söyledi. N. Fazıl'ı sağlıklı olarak tanımanın yolunun İdeolocya Örgüsü'nden geçtiğini belirten Çeliker, Büyük Doğu ve Raporlar'ın tanınmasının da yine N. Fazıl'ı ve düşünsel gelişimindeki zikzaklı çizgiyi bilmekten geçtiğini söyledi.

Necip Fazıl Kısakürek'in Osmanlı seçkini bir aile çocuğu olarak doğduğunu ve erken bir zamanda Paris'e okumaya gittiğini belirten Çeliker, Batılı fikriyatı da burada tanıyıp etkisine girerek düşünce ve şahsiyetinin de burada şekillendiğini söyledi. Türkiye'ye döndüğünde de düşüncelerindeki gelgitlerin devam ettiğini, Paris özlemini şiirlerine sık sık yansıttığını ve bohemce yaşayışından kopamadığını ifade eden Çeliker, A. Arvasi ile temastan sonra ise tasavvuf ile tanıştığını ve süreç içerisinde bunu ideolojisinin temel bir bileşenine dönüştürdüğünü söyledi. Ancak bununla birlikte eskiden süregelen yaşam tarzı ile tasavvuf menşeli İslami anlayışı arasında gelgitlerinin de devam ettiğini belirten Çeliker, N. Fazıl'ın bazen Cumhuriyeti eleştirdiğini ancak Atatürk'e de hayranlık duyduğunu, ırkçılığa karşı iken milliyetçi de olduğunu, bir yandan İslamcı ama aynı zamanda da Osmanlıcı olduğunu belirterek onun Anadolucu, Türk-İslam sentezcisi bir şahsiyet olarak tanımlanabileceğini kaydetti.

Büyük Doğu dergisinin kapsamlı bir içerik bilgisini dinleyicilerle paylaşan Çeliker, sokak çocuklarından kadın sorununa, gençlik ve spordan siyasal değinilere değin derginin kendi dönemine oranla çok geniş bir yayın içeriğine sahip olduğunu ve geleneksel/tasavvuf menşeli 'İslami' dergiler arasında o dönemde bu kadar renkli ve çok yönlü bir diğer derginin bulunmasının da zor olduğunu söyledi. Tevhidi bilinçlenme sürecinin hissedilebilir düzeyde o dönemde henüz oluşamadığını hatırlatan Çeliker, bu nedenle de derginin etkili olduğunu ifade etti. Bünyesinde taşıdığı renklilik ve çok yönlülüğün de bu popülariteyi artırdığını zikreden Çeliker, dergide analitik bir üsluptan ziyade betimleyici bir anlatımın ağırlıkta olduğunu, N. Fazıl'ın düşünsel gelgitleri ve duygusallığının dergiye de yansıdığını ve bu yüzden Büyük Doğu ideolojisinin de değişerek gelişmesine sebep olduğunu söyledi.

Derginin kronolojik yayın süreci hakkında da bilgi aktarımlarında bulunan Çeliker, çeşitli kovuşturma ve kapatmalarla beraber derginin çeşitli zamanlarda aylık, haftalık ve günlük periyotlarda düzensiz bir yayın seyri izlediğini ve süreç içerisinde de N. Fazıl'ın yayınını dondurarak içeriğini 'İdeolocya Örgüsü' olarak derlediğini ifade etti.

Büyük Doğu isminin bir vatan tasavvurunu da içerdiğini belirten Çeliker, N. Fazıl'ın bundan Anadolu'yu kastettiğini, Anadoluculuk/Türkiyeciliği İslam ile ve İslam'ı da tasavvufla özdeşleştirdiğini ve dünyanın kurtuluşunun da Anadolu'nun kurtuluşundan geçtiğini düşündüğünü söyledi. Eserlerinden hareketle N. Fazıl ve ideolojisinin çeşitli yaklaşımlarına dönük açılımlarda bulunan Çeliker, N. Fazıl'ın tarih değerlendirmesine değinerek onun bin yıllık tarih tezine sahip olduğunu, Türk-İslam sentezciliğini yaptığını, Türklük tasavvurunda Oğuzlara ve İslam'a yaklaşımında da tasavvufa vurgular yaptığını söyledi. Yine Çeliker'in belirttiğine göre N. Fazıl Kanuni'den itibaren bir bozulmanın varlığından söz ederken Tanzimat'ı Batı taklitçiliği olarak nitelendirmekte ve Cumhuriyet'i de bozulmanın zirvesi olarak tanımlamaktaydı. N. Fazıl'ın Sultan Abdulhamid'e özel bir değer atfettiğini de belirten Çeliker, onun Abdulhamid'i ütopik Başyücelik Devletinin lideri olarak tavsif ettiğini ifade etti. Kısakürek'in Batı'ya yaklaşımına da değinen Çeliker, onun Batı'yı madde, Doğu'yu ise ruh olarak nitelendirdiğini ve çözüm olarak da bunların sentezini önerdiğini kaydetti. Ancak N. Fazıl'ın vahdet-i vücutçu olmadığının da belirtilmesi gerektiğini ifade eden Çeliker, onun fenafillâhı da 'fenafilcemiyet' olarak algıladığını, cemiyette yok olacak düzeyde ona hizmeti savunduğunu söyledi.

Diğer yandan sistem değerlendirmesi bağlamında Kısakürek'in şiddetli bir emperyalizm ve İnönü karşıtı da olduğunu ifade eden Çeliker, daha şiddetli bir muhalefeti ise CHP ve Komünizme yönettiğini belirterek CHP'yi puthane ve Komünizmi de dünyanın vebası olarak nitelendirdiğini söyledi.  Kısakürek'in kimlik bağlamında İslam ile demokrasi ya da İslam ile sosyalizmin yan yana getirilmesine de karşı olduğunu belirten Çeliker, bozulmanın faktörleri arasında Şeyhü'l İslam kurumunun resmileştirilmesi sonucu dinin devletin denetimine girdiği vb. saptamalarının da beslendiği kaynaklar, sahip olduğu İslami birikim düzeyinin İlmihali aşmadığı ve yaşadığı dönemle birlikte düşünüldüğünde oldukça ileri yaklaşımlar olarak zikredilebileceğini kaydetti.

Büyük Doğu'da ideal bir toplum ve gelecek tasavvurundan da söz edilebileceğini belirten Çeliker, ancak bunun retorik/özlem düzeyinde söz konusu olduğunu, doktrinel ve kuşatıcı bir bütünlükten yoksun olduğunu ve Türkiye/Anadolu ile sınırlı olduğunu söyledi. Kısakürek'e göre İslam güneşinin Anadolu'da battığını ve yine oradan yükseleceğini de sözlerine ekleyen Çeliker, Kısakürek'in Türk-İslam sentezciliğini yaptığını, Türk "millet"ini "tanrının alnından öptüğü millet" olarak tavsif ettiğini, Türklere İslam dünyasında doğal bir liderlik ve/ya da ağabey payesi biçtiğini ve bugünkü Büyük Ortadoğu Projesine karşılık olarak adeta Büyük Osmanlı Projesi özlemini dillendirdiğini belirterek bunu "BOP'a karşı BOP" olarak kavramlaştırdı. Anadolu'yu/Türkülüğü merkeze alan Başyücelik Devleti ütopyasının da bu projenin adı olarak zikredilebileceğini söyleyen Çeliker, Kısakürek'in DP iktidarına büyük önem atfettiğini belirterek derginin de bu dönemde Menderes'in teşvikiyle güncel olarak yayımlanmaya başladığını, Komünizm tehdidi üzerinden ve kendi projesini gerçekleştirme umuduyla sisteme eklemlendiğini, öyle ki Komünist İzleme Başkanlığı isminde bir kurumun oluşturulması teklifinde bile bulunabildiğini ifade etti.

Akibeti: Bütün bunlara rağmen derginin diğer birçok faktörün yanı sıra özellikle de tevhidi bilinçlenme sürecinin Türkiye'de başlaması ve yansımaları sonucunda etkisini yitirmeye başladığını ve 1970'lerde yayınını sonlandırdığını kaydeden Çeliker, N. Fazıl'ın bu süreçte kadrolaşamama üzüntüsünü çektiğini, dergi içeriğini ideolocya örgüsü olarak derlediğini ve bu süreçten itibaren Mevdudi, S. Kutub vb. İslami uyanış öncülerini karalamaya başladığını söyledi. Yine bu süreçte Kısakürek'in şiddetli bir MNP karşıtlığına da soyunduğunu belirten Çeliker, onun MNP'lileri "İbni Teymiye artıkları" olarak aşağıladığını ve ırkçılık dozajı yüksek bir milliyetçilik savunusuyla Ülkücülere yakınlaştığını ve hatta 12 Eylül cuntasını öven yazılar kaleme aldığını söyledi.

Sonuç olarak N. Fazıl'ın tasavvuf İslamcısı, Türkçü-Anadolucu bir şahsiyet olarak tanımlanabileceğini söyleyen Çeliker, "Büyük Doğu, tırnak içerisinde 'İslami' muhalefet ürünü bir dergi olarak kabul edilebilir" diyerek sözlerini tamamladı.

Haşim Ay / Haksöz-Haber
Fotoğraflar: Afgani Türkmen

Önceki ve Sonraki Haberler