Bir Zaaf Örneği Olarak Yerli(ci)lik Sorunu Tartışıldı

Bir Zaaf Örneği Olarak Yerli(ci)lik Sorunu Tartışıldı

28 Mayıs, Çarşamba akşamı yapılan "Zihnimize Yüklenmiş Sınırlar: (Örtük Milliyetçilik) YERELLİK" adını taşıyan bu ayki paneli Zehra Çomaklı Türkmen sunarken, konuşmacılarıysa Burhan Kavuncu ve Kenan Alpay idiler.

Özgür-Der Genel Merkez'in her ayın son çarşambasında Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde "Aşılması Gereken Zaaflarımız" ana başlığıyla düzenlediği aylık paneller serisinin 7.'si 28 Mayıs, Çarşamba akşamı yapıldı. "Zihnimize Yüklenmiş Sınırlar: (Örtük Milliyetçilik) YERELLİK" adını taşıyan bu ayki paneli Zehra Çomaklı Türkmen sunarken, konuşmacılarıysa Burhan Kavuncu ve Kenan Alpay idiler.

Her insanın tabii bir çevrede doğduğunu ve kimi faktörlerden kaynaklı olarak farklılaştığını belirterek sunumuna başlayan Zehra Ç. Türkmen sosyo-ekonomik çevrenin ve bunlardan kaynaklı sorunların insanın yerel/mahalli ortamını oluşturduğunu ve dolayısıyla yerel sorunlarına karşı insanların ilgi göstermesinin doğal ve gerekli bir olgu olduğunu söyledi. Müslümanlar olarak bizi ilgilendirmesi gereken asıl konunun ise insanlığın yerel sorunlarına hangi ölçüler uyarınca çözüm arayacağımız sorusu olduğunu söyleyen Türkmen, " sorunlarımızı Allah'ın inzal ettiği vahyi ölçüler mi çözecek, yoksa insan kendi aklını mutlaklaştırarak ya da eski Yunan felsefesinde veya Batı aydınlanmasında olduğu gibi "insan her şeyin ölçüsüdür" diyen bir mütekebbirane bir tavır ile mi" sorusunu sorarak bunun temel hareket noktamız olması gerektiğini belirtti. Panelin bir diğer konusu olan ve yerelcilik ile yakın irtibatı bulunan nation/ulus kavramını da tahlil eden Türkmen, her ne kadar sanayi toplumunda kilise otoritesi ve feodal yapıya karşı oluşturulmuş bir tepki olsa da ulusun en temelde seküler/modern bir olgu olduğunu belirterek şöyle dedi: "ulus savunusu ulusçuluğu/milliyetçiliği üretti; milliyetçiliği ayakta tutan ise vahiy dışı kutsallardır. Milliyetçilik ilahi/fıtri bir olgu değil; vatan, kurgulanmış tarih, icad edilen sınırlar ve bayraklardır".          Peşi sıra kapitalizmin veya modernizmin kendisini sanal/seküler ulusal toplumlar üzerinden var kıldığını hatırlatan Türkmen, Batılı paradigmanın süreç içerisinde ulusal kimlik ve ulus-devlet modelini bir dayatma unsuru olarak teşvik edip İslam dünyasını kuşattığını belirterek milliyetçiliğin birçok yerel sorunun asıl sebebi olmasına rağmen yine de en temel çözüm unsuru olarak lanse edildiğini ve vahiyden kopuk kabileci, kavmiyetçi ve yerlilik taassubunu kullanarak vücut bulduğunu söyledi. Sonuç olarak konunun güncelliği ve kuşatıcılığı dolayısıyla tekrar tekrar konuşulmasının önemli olduğunu belirten Türkmen, bu panel vesilesiyle yerellik ve yerlilik konularını ve bunların milliyetçilik sapması ile ilişkilerinin Türkiye Müslümanları ve uyanış süreci üzerinden nasıl algılandığı ve algılanması gerektiğini konuşacaklarını söyleyerek tebliğlerini gerçekleştirmek üzere sözü B. Kavuncu'ya verdi.

Birinci konuşmacı olarak söz alan ve sunumuna yerelliğin örtük milliyetçiliğe bir maske olarak kullanıldığı tespitiyle başlayan Burhan Kavuncu, meselenin iki boyutu bulunduğunu ve dolayısıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini belirterek bu boyutları a- örtük milliyetçiliğe maske olarak kullanılan yerellik, b- evrensellik adına yerel koşullara yabancılaşmak, veya içinde yaşanılan topluma ve toplumsal sorunlara uzak kalmak olarak saptadı. Buradan hareketle yerelcilik ile evrenselciliğin aslında birbirinin alternatifi olmadığını, aksine her ikisinin de madalyonun iki yüzünde bulunan ifrat ve tefriti ifade ettiğini belirten Kavuncu; esas sorunun insanın kavim, kabile, şuub vb. gibi bir sosyal kategoriye mensup olmasının değil, bu fıtri mensubiyetini abartarak mutlaklaştırması ve sınırlarını belirleme noktasında ilahi ölçülerden kopmasından kaynaklandığını söyledi. Sanayi sonrası dönemde ulusal topluluklar ve bunların ilişki biçimleri olan yeni kategorilerin öne çıktığını hatırlatan Kavuncu, ulusun kendisinin modern kurgusal bir olgu olduğunu ama asabiyetçilik veya içtimai/sosyal egoizm anlamında insanlık tarihi kadar eski bir problem olduğunu söyledi. Kendi fıtri ve kurgulanmış farklılıklarıyla böbürlenmenin ve kendi kavmi veya "ulusal" menfaatlerini mutlaklaştırmanın insanın kan dökücülük/fücur boyutundan kaynaklandığını ve günümüzde de ezen-ezilen milliyetçiliklerinin karşılıklı bir tuğyana giriştiğinin altını çizen Kavuncu, bunları fıtrattan sapma ve hatta insanlıktan çıkma olarak niteledi. Kategoriler arası rekabet, her topluluğun bir takım sembollerle kendi öz kimliğini vurgulama ihtiyacı duymasının zamanla bu sembollerin kutsallaştırılmasına sebebiyet verdiğini söyleyen Kavuncu, "aslında bireysel olduğu zaman çirkin görülen egoizm, herhangi bir içtimai topluluk söz konusu olduğunda sanki feragat veya kahramanlıkmış gibi algılanmakta" diyerek sapmanın bir diğer boyutuna işaret etti. Sonuç olarak sosyal bir egoizm olan milliyetçiliğin ya da daha masum bir çerçevede gösterilen ulusalcılığın çeşitli seviyelerde insanlar üzerinde etkili olduğunu ve kitlelerin dünya görüşünü oluşturma gibi fasit bir boyuta vardığını saptayan Kavuncu, "Dinler insanlara egoizmi değil adaleti öğütler. Başkalarının haklarına saygı duymayı ve söz konusu olan yakın akrabaları dahi olsa adaletten ayrılmamayı öngörür. Her birimiz bir sosyal kategoride yer almakla beraber kendini başkalarının (başka kavim ve halkların) yerine koymak (empati), her insanı ve sahip olduğu hakları Allah'ın bir emaneti olarak görmek durumundayız ki bu, hak dinlerin değişmez ilkesidir" diyerek olması gerekeni vurguladı."İçerisinde bulunulan reel şartlar" vurgusunun da milliyetçiliğe kapı araladığını ve dolayısıyla örtük milliyetçiliğin genellikle bu tarz yerel vurgular yoluyla maskelendiğinin de altını çizen Kavuncu özellikle de yaşadığımız konjonktürde çoğu kimsenin benzeri olguları mutlaklaştırdığını ve nihayetinde ulusalcı kirliliğe saplandığını söyledi. Kavuncu bu meyanda nihayetinde hepimizin daha büyük olan insanlık ailesinin üyesi olduğumuzu ve problemlerimizin temelinde ortak meselelerin bulunduğunu belirterek  "O halde nesebe, konuşulan dile, coğrafi sınırlara dayalı ideolojik çözümler (milliyetçilik veya ulusalcılık) yerine insanlık hakikatine uygun ilkesel birliktelikler ve dini çözümler, insanlığın yaratılış maksadına ve kurtuluşuna daha uygun olsa gerektir" cümlesiyle konunun yerelcilik ve örtük milliyetçilik boyutunu ortaya koydu.

İkinci olarak bir diğer sapma örneği biçiminde zikrettiği evrensellik adına yerel koşullara yabancılaşmak, veya içinde yaşanılan topluma ve toplumsal sorunlara uzak kalmak gibi bir evrenselcilik konusunda ise Türkiye'deki durumu İslami hareketlerin tecrübeleri ışığında değerlendiren Kavuncu, yerel şartların gözetilmesinin, toplumsal örf ve adetlerin vahyi ölçüler ile çelişmediği sürece tasvip edilmesinin ve içerisinde yaşanılan toplumun yerel sorunlarına karşı ilgili olmanın önemine değindi. Bu meyanda Kürt sorunu, başörtüsü, zorunlu eğitim ve askerlik dayatması, yoksulluk, emek sorunları, fuhuş vb. gibi bir dizi sorunu zikreden Kavuncu Müslümanların benzeri sorunlara karşı ilgisizliğini eleştirdi. Benzeri sorunlar çerçevesinde İslami hareketlerin tutumlarından da örnekler veren Kavuncu Mısır'da İhvan üyelerinin de katılım sağladığı 6 Nisan grevini örnek vererek İhvan'ın bunu kurumsal düzlemde reddetmesini ve Hizbuttahrir gibi hareketlerin benzeri sorunlara karşı tutumsuzluğunu eleştirirken Lübnan Hizbullah'ını olumlu bir örnek olarak zikretti. Türkiye Müslümanları bağlamında da başta Kürt sorununa karşı sessizlik olmak üzere birçok örnek veren Kavuncu, küresel ölçekli sorunlara karşı sergilenen duyarlılığa karşın en son Tersane olayları üzerinden sergilenen sessizlik ve tavırsızlığı eleştirerek yerel sorunlara yabancılaşan evrenselcilik/ümmetçilik yaklaşımını eleştirdi. Şahitliği yapılan toplumun yerel algılarını göz önünde bulunduran hikmetli bir üslup gözetmenin gereği ve toplumun yerel sorunlarına karşı duyarlılık ve tavır geliştirmenin önemine Kur'an'dan hareketle örnekler veren ve "Mevcut örf ve kaideler meşru ise bunları onaylayarak şer'i hükme dönüştüren ed-din halkın yaşadığı zulüm ve acılar ile kurtuluş talepleri karşısında sessiz kalabilir mi? Bir beldede insanların en hayati problemleri, talepleri, maruz kaldığını düşündüğü haksızlıklar konusunda susan, ilgilenmeyen, cevabı olmayan bir din, bir risalet olabilir mi" sorusunu soran Kavuncu, insanlarla sorunları ekseninde diyalog kurmaktan, hayati sorunlarıyla ilgilenmekten, ahlaki yönelimlerinde ve inançlarında etkin olmaktan uzak durmanın kendilerini ümmetin köklerine yabancılaşmış laik eğilimlerin önüne av olarak atmak anlamına geleceğini ve bu tarz bir tutumsuzluk örneğinin İslami mücadele olarak kabul edilemeyeceği vurgularıyla tamamladı.

Panelin ikinci tebliğcisi olarak söz alan ve sunumuna içinde doğduğumuz toplumun, kendisiyle konuştuğumuz lisanın, mensup olduğumuz kavmin/kabilenin ve aşiretin ve hatta ebeveynimizi seçmenin irademize bırakılmadığını ve bu yüzden kimlik oluşturamayacağı belirlemesiyle başlayan Kenan Alpay ise, bunların tümünün Allah'ın bizim için tayin ettiği imtihan alanları mesabesinde olduklarını ve asl olanın da Allah'a ve ahiret gününe iman etmemiz, Salih amelde bulunmamız ve hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olmamız olduğunu ve dolayısıyla insanların ancak bunlardan sorumlu tutulacağını söyledi. "Bizim için tarihin, toplumun ve toprağın değeri nedir/ne olmalıdır; mesela bunların merkezi önemi ola bilir mi" sorusu sorup tartışmak gerektiğini söyleyen Alpay, konuyu Türkiye üzerinden tartıştığımızda iki ana yaklaşım biçimiyle karşılaşacağımızı söyledi ve bunları Türkiyelilik, reel şartlar, yerellik vb. vurgular yapan ve mistik/manevi Anadoluculuk olarak ortaya konan yerelci/muhafazakâr çizgi, diğerinin  ise buna tepkili olduğundan hemen her türlü yerel sorunu görmezlikten gelen,  yaşadığı topluma şahitlik etmeyi öteleyen ve ümmetçilik adına adeta maceracılığa girişen evrenselcilik olarak zikretti.

Tebliğinin geriye kalan kısmını bu iki çizginin değerlendirmesi ekseninde gerçekleştiren Alpay bunları çeşitli örnekler üzerinden tahlil etti ve birbirini besleyen ifrat-tefrit olarak ortaya koydu.

Birincisi bağlamında Anadolu milliyetçiliğinin 1. Dünya savaşının akabinde iflas eden 3 tarz-ı siyasetten doğan boşluğun Kemalist çizgice bununla doldurulmak üzere oluşturulduğunu söyleyen Alpay, ilgili dönemde Fransa'da eğitim gören Yahya Kemal'in ise bu materyalist/Batıcı Anadolu milliyetçiliğini gelenekselcilik lehine biraz daha yumuşatarak Sağ bir karaktere dönüştürmek üzere tasarladığını ve fikriyatını da Fransa'daki hocasının "Fransız toplumu bin yılda Fransa medeniyetini yarattı" tezini "bin yıllık tarih" vurgusuyla Türkçeleştirerek sağladığını belirtti.  Yine bu bağlamda Anadolu milliyetçiliğinin Sağ/muhafazakâr karakterini Nurettin Topçu ile de irtibatlandıran Alpay, Müslümanlar açısından Topçu'nun açılımının daha ifsat edici olduğunu, zira Y. Kemal dini ritüel ve değerleri milliyetçiliği pekiştiren öğeler olarak kullanırken N. Topçu'nun ise milli/ulusçu değerleri İslam ile sentezlediğini söyledi. Alpay buna örnek olarak Fransa'da bulunduğu dönemde Topçu'nun milliyetçi fikriyattan etkilenerek coğrafyayı vatanlaştırmasını verdi. Nihai düzlemde bu eğilimin mağlubiyet psikolojisinden kaynaklandığını ifade eden Alpay, N. Topçu ile birlikte bu yaklaşımın sistemin baskıları ve daha temelde ise yeterli bir İslami kimliğe sahip olamama dolayısıyla Müslümanlara bulaştığını ve bu durumun genel olarak 1960 ve 70'li yıllarda İslami hareketlerin tecrübesinin Türkçeye tercüme edilme sürecine kadar devam ettiğini söyledi.  Mezkûr tarihlerden itibaren İslami kimliklerini bağımsızlaştırmaya çabalayan Müslümanlarda 1990'daki değişen NATO düşman konseptinden sonra bir kırılmanın daha yaşandığını ve yenilgi psikolojisiyle Müslümanlardan büyük bir kısmının yine bu fasit eğilime bulandığını söyleyen Alpay, siyasal ve ekonomik anlamda iktidarın nimetlerinden tadanların da özellikle bu kirlenmeyi beslediğini, bu süreçten itibaren yerli/milli değerler ve resmi/ulusal sembollere sığınılarak eklektik kimlik zaafının derinleştirildiğini belirtme dolayımında "90'lardan itibaren reellik, gerçekçilik adına daha fazla Mevlana, daha fazla Hacı Bayram, daha fazla Fatih, daha fazla Osmanlı, tek bayrak, vatan vs. denildi"ğini ifade etti.

Yerelleşme vurgusu üzerinden kendisini konumlayan ve "Türkiye şartları, Türkiyelilik" vb. gibi argümanlarla yaygınlaşan mezkûr yaklaşımın tutarlılık  derecesini de etraflı bir değerlendirmeye tabi tutan Alpay Mustafa Kara'nın yaklaşımlarından hareketle başta M. Akif, S. Kutub ve A. Şeriati olmak üzere birçok ıslah önderinin aşağılandığını, İ.Özel ve N. Topçu'nun ise yüceltildiğini belirtti ve özünde ise bu yaklaşımın yerellik vurgusunu örtük milliyetçiliğine maske kıldığını, çünkü Türkiye'de mevcut bulunan hemen hiçbir toplumsal, siyasal, ekonomik, ahlaki vb. gibi "yerel" soruna karşı tavır geliştirmediğini söyledi. Yerel olmak, yerelleşmek eğer yerel sorunlara ilgili olmak anlamına gelecekse o zaman siyasal düzlemde en temel sorun olan askeri vesayete, darbelere ve darbecilere, ekonomik bağlamda emek sorunlarına ve halkın kapitalist politikalarla giderek yoksullaştırılmasına, kültürel düzlemde halkın değerlerine yabancı olmasına rağmen dayatıla gelen Kemalist ideolojik zorunlu eğitime, Kürt halkı gibi varlığı, dili-kültürü inkâr edilen etnik sorunlara, düzenin kurgulayıp dayattığı ulusal sembol ve kutsallara, fuhuşa vd.  tavır alınması gerektiğini belirten Alpay; Türkiyelilik, yerellik vs. vurgularını dilinden düşürmeyen söz konusu eğilimin ise yukarıdaki "yerel" sorunlara karşı tutumsuzluğu ölçüsünce bakıldığında samimiyetsiz, tutarsız ve hatta sahtekâr olarak nitelenmesi gerektiğini söyledi.   Ama yerelliğe vurgu yapan, yerelliği halka inme, halkın sorunlarıyla ilgilenme olarak lanse eden bu yaklaşım sahiplerinin yerellik namına halkın hiçbir sorunuyla ilgilenmezken sistemin kurgulayıp halka dayattığı hemen tüm kutsallarla barışık olduğunu, necip millet, şanlı tarih, kahraman asker, kurtarıcı büyük kumandan, vatan-millet-bayrak vb. gibi resmi ideolojinin tüm argümanlarını paylaştığını; kurgulanmış milli sınırları kutsadığını, tarihi Osmanlı ile başlatıp kendisini sözde bağlı gördüğü ümmetin diğer tarihsel süreçlerini görmezlikten geldiğini ve ulusal çıkarlarını Müslüman halkların  üzerinde gördüğünü, halka mal edilen bir avuç seçkinin ulusal menfaatlerini ümmetin çıkarlarına tercih ettiğini, Osmanlı'yı salt hat sanatı, mimari vb. üzerinden okuyacak kadar entelektüel bir iflas içerisinde olduğunu söyledi.

Ümmetçilik adına adeta maceracılığa girişen evrenselciliğin ise bütün samimiyetine karşın bünyesinde birçok tutarsızlık barındırdığını ve bu yapısı itibariyle yanlış bir yönelim olarak görülmesi gerektiğini söyleyen Alpay, bu yaklaşımın kendi kimlik oluşumunu tamamlamadan ve yaşadığı topluma karşı merhametle ve şefkatle adil bir şahitliği gerçekleştirmeden tepkisel bir zeminde "ümmet için savaşma"ya yönelmesinin bünyesinde samimiyet, fedakârlık vb. gibi olumlulukları barındırmasına rağmen tutarlı olamayacağını, zira sünnetullaha ve nebilerin mücadele sünnetlerine aykırılık içerdiğini belirtti. İfrata karşı tefrit de içerse bu yaklaşımın yine de ıslah edilebileceğini ve diğerine oranla daha az tehlikeli olduğunu, zira diğer yaklaşımın sahte bir yerellik vurgusuyla düpedüz ümmet duyarlılığını törpülediğini ve hatta bu bilinci kasten baltalamaya çalıştığını belirterek konuşmasını önemli olanın vasatı gözetmek, adil olmak olduğunu ve bunun da ancak ümmet perspektifini ve aidiyetini koruyarak ve gücümüz oranında ümmetin sorunlarının yanı sıra şahitliğini yaptığımız coğrafyanın ve toplumun sorunlarıyla ilgilenerek oluşturulabileceğinin altını çizen vurgularla tamamladı.

Soruların cevaplandığı ikinci bölümde de tebliğciler "ne yerel sorunlara aldırışsızlık ve ne de yerelist/milliyetçi sapmaya prim" vurgusunu öne çıkardılar, bunu pekiştiren tespitlerde bulundular. Kuşatıcı Mekki şartlarda inen ve yereli aşan geniş bir perspektif öneren Rum Süresinden hareketle insanlığın ve ümmetin sorunlarına yabancılaşmadan yaşadığımız coğrafyada yerleşik bulunan her türden sosyal, siyasal, kültürel, ahlaki vb. gibi zulme, sömürüye ve ifsada karşı gücümüz nispetinde tavır geliştirme yönünde adil bir şahitlik çizgisi ve vasat bir ümmet perspektifinin önemini vurgulayarak gerek yakınımız ve gerekse de uzağımızda bulunan müste'zaflarla dayanışmamız, sorunlarıyla ilgilenmemiz, gasp edilen haklarının iadesini savunmamızın Kur'an'ın teşvik ettiği bir emir ve dolayısıyla ibadî bir ödevimiz olduğunu vurguladılar.

Panel Zehra Çomaklı Türkmen'in öne çıkan vurguları özetlemesiyle sona erdi.

Haber: Abdulvedüd Ay

Haksöz-Haber

Önceki ve Sonraki Haberler