“Diyanet ve İHL Rejimin Truva Atı mıdır?”

“Diyanet ve İHL Rejimin Truva Atı mıdır?”

2 Mart Çarşamba akşamı yapılan panelde Rıdvan Kaya’nın oturum başkanlığıyla Gülsüm Alpay ve Hülya Şekerci “Diyanet ve İmam Hatipler Rejimin Truva Atı mıdır?” sorusu ışığında İmam Hatip okulları ve Diyanet konusunu tartıştılar.

Özgür-Der'in aylık panelleri devam ediyor. Her ayın ilk Çarşamba akşamı Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde "İslami Hareket ve Siyasete Dair Önkabuller ve Gerçekler" ana başlığı altında gerçekleştirilen dizi panellerde Türkiyeli Müslümanlar arasında yakın tarihe ilişkin olarak çokça tekrarlandığı için doğru addedilen fakat somut veriler zemininde az tartışıldığı gözlenen bir dizi konunun reel zeminde yeniden tartışmaya açılması hedeflenmektedir.

Bu bağlamda dördüncüsü 2 Mart Çarşamba akşamı yapılan panelde Rıdvan Kaya'nın oturum başkanlığıyla Gülsüm Alpay ve Hülya Şekerci "Diyanet ve İmam Hatipler Rejimin Truva Atı mıdır?" sorusu ışığında İmam Hatip okulları ve Diyanet konusunu tartıştılar.

Düzenin İmam Hatip Liselerini ve Diyanet'i Dini Kontrol Altında Tutma ve Komünizme Karşı Mücadele İçin Tasarladığı Tezleri Tartışma Götürür

Panele başkanlık eden Rıdvan Kaya yaptığı giriş konuşmasında önceki panellerin konu ve muhtevasına da atıfta bulunarak konunun önemine dönük tespitlerde bulundu. Kaya, İmam Hatip okulları ve Diyanet konusunun rejimin laiklik-din ilişkisi bağlamında tutumunu kavramak açısından da önemli olduğunu belirterek söz konusu olgular etrafında iki genel kabul ve tezden bahsedilebileceğini söyledi. Bu tezleri özetle (1) "Diyanet ve İmam Hatip Liseleri dinin kontrol altında tutulması için Kemalist sistem tarafından organize edilen kurumlardır ve sistem bu tür organizasyonlar marifetiyle toplumun sahih İslam'a yönelmesini engellemeyi amaçlamıştır."; (2) "Düzen bu kurumları Komünizme karşı mücadelenin enstrümanı olarak tasarlamış ve Solculara karşı dincileri desteklemiştir." şeklinde ortaya koyan Kaya, birincisinin muhalif İslami çevrelerde geniş bir kabule mazhar iken ikincisin de daha ziyade Sol kesim/ler/ce neredeyse mutlak bir gerçekmiş gibi dillendirildiğini belirterek her iki yaklaşımın da tartışmaya açık olduğunu söyledi.

İmam Hatiplerin Çoğunu Halk Kendi İmkanlarıyla Kurup Ayakta Tutmaya Çalışmıştır

Birinci konuşmacı olarak söz alan Gülsüm Alpay, tebliğinde Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçildiğinde gerek halkın talepleri ve gerekse de sistem tarafından oluşturulan dini kurumları ve dini eğitimin niteliği üzerinde durarak karşılaştırmalarda bulundu.

Bu meyanda kuruluşundan itibaren sistemin dine yaklaşımı ve bu çerçevede ortaya koyduğu icraatlar paralelinde İmam Hatip okullarına dönük bilgi aktarımları ve değerlendirmelerde bulunan Alpay, 1945 yılına kadar tek parti döneminde Kemalist inkılaplar üzerinden laikliğin fiilen oluşturulması sürecinde İslam'a ve Müslümanlara dönük zulüm politikalarını özetledikten sonra 1946'dan başlayarak her on yılda bir yapılan darbelerin özelde İmam Hatipler ve daha gelende de İslami değerler ve eğitime yönelik uygulamalarını irdeledi. 12 darbesinden 28 Şubat'a kadar ki dönemi de ayrı bir başlık altında ele alan Alpay, sistemin İslami değerlere ve dolayısıyla din eğitimine özde karşı olduğunu, bu karşıtlığını özellikle de çok partili sisteme geçinceye kadar yaptığı uygulamalarla sistematik bir düşmanlığa dönüştürdüğünü ifade etti. Çok partili sisteme geçişle birlikte bölgesel ve küresel planda oluşan yeni şartların da etkisiyle düzenin kısmi yumuşamaya gittiğini ve bu ortamda İmam Hatip okullarına yönelik farklı zamanlarda izlediği halkın taleplerini kısmen de olsa karşılayıcı yapısıyla yüzeysel politika değişimlerine gittiğini söyledi. Farklı zamanlarda, özellikle de 12 Eylül darbesine müteakiben İmam Hatiplere dönük izlenen politikaların başta Sol cenah olmak üzere birçok kesimin kafasını karıştırdığını belirten Alpay, sonuç olarak birçok muhalif İslami kesim ve Sol çevrede İmam Hatiplerle ilgili olarak (1) "Diyanet ve İmam Hatip Liseleri dinin kontrol altında tutulması için Kemalist sistem tarafından organize edilen kurumlardır ve sistem bu tür organizasyonlar marifetiyle toplumun sahih İslam'a yönelmesini engellemeyi amaçlamıştır."; (2) "Düzen bu kurumları Komünizme karşı mücadelenin enstrümanı olarak tasarlamış ve Solculara karşı dincileri desteklemiştir." Tezlerinin öne çıkmaya başladığını kaydetti.

Söz konusu tezlerin tutarlılığıyla ilgili olarak İmam Hatiplerin çok partili sisteme geçişte halkın kendisinden oy isteyen milletvekilleri ve partilere dayattıkları dini taleplerinin ve bu temelde CHP'nin de dahil olduğu siyasal partilerin rekabeti ile açıklanması gerektiğini, çoğu İmam Hatip okulunun bizatihi halk tarafından açılıp sahiplenildiğini belirterek düzenin bu okullara olur vermesi ve bazen de açılmasına ön ayak olmasının ve güttüğü muhtemel amaçlarının bu gerçekliği görmezlikten gelmeyi beraberinde getirmemesi gerektiğini söyledi. Alpay, ayrıca İmam Hatip okullarında hakim olan müfredat ve öğretilen din anlayışının da toplumda yerleşik olan dini anlayıştan pek de farklı olmadığını; yapılması gerekenin bu okullara karşı çıkmak, kapatılması talebinde bulunmak değil aksine taban örgütlemesi faaliyetleri içerisinde bulunmak suretiyle ıslahına çalışmak olduğunu ifade etti. İmam Hatiplerin özellikle de 28 Şubat darbesinden başlayarak bugüne değin çifte standartlara, zulüm ve haksızlıklara muhatap olmasının ve buralarda ödenen bedellerin bu okulların İslami hareket açısından sunduğu avantajları görmezlikten gelinmeyecek çapta aşikar kıldığını belirterek özetle şunları kaydetti:

"Aslında sistem, İmam Hatip okullarını dini kontrol altında tutmak için oluşturdu. En bastırılmış zamanlarda bile halkın dine dair özgürlük talepleri fark edildi. Sistemin bu okulları bir Truva atı olarak kullanmak istediği doğrudur ancak bunu tamamen başardığı su götürür bir iddiadır. Bozuk da olsa halkın dini bilincini sağlayan eğitim kurumlarıdır bunlar. Ve çoğunu halk kendi imkanlarıyla açıp ayakta tutmaya çalışmıştır."

İmam Hatiplere Oranla Diyanet Daha Fazla Kuşatılmış Bir Kurum

"Diyanet'i konuşmak din-devlet ilişkisini anlamak açısından önemli…" diyerek konuşmasına başlayan Hülya Şekerci, ağırlıklı olarak Diyanet'in kuruluşu, işlevi ve Müslümanların yaklaşımı üzerinde durarak tespit ve değerlendirmelerde bulundu.

Söz konusu kuruma yönelik yaklaşımlarda iki ana tartışmanın varlığından bahseden Şekerci, bu görüşlerden birincisinin Diyanet kurumunu Şeyhülislam'a benzettiğini ve dolayısıyla TC-Osmanlı arasında sürekliliğin göstergesi olarak ele aldığını söyledi. İkinci yaklaşımın ise buna karşı muhafazakar bir savunu görünümünde olduğunu belirten Şekerci, bu yaklaşımın da "Osmanlı şu ya da bu şekilde dini bir devletti. Bu yüzden laik TC döneminde inşa edilen Diyanet kurumu bununla mukayese edilmemeli…" itirazında bulunduğunu kaydetti.

Daha sonra Diyanet kurumunun kuruluşu ve işleyişine etraflı bir bakış sunan Şekerci, kurumun tarihsel gelişim seyri ve şekline dair bilgi aktarımlarında bulundu. Bu bağlamda tarihi boyunca kurumun sistemin yanında duran yapısı, ortaya koyduğu icraatlar ve dillendirdiği söylemlerle bağımsız İslami kimliğe sahip Müslümanların bu kuruma şüphe ve güvensizlikle yaklaşmalarını beraberinde getirdiğini belirten Şekerci, Diyanet'in genel yapısı göz önünde bulundurulduğunda Müslümanların bu tutumlarında haksız da sayılamayacağını ifade etti. Bununla birlikte Diyanet'in en nihayetinde Türkiye'de dine dair birçok konunun ve kurumun tekelini de elinde bulundurduğunu ve dolayısıyla halk üzerinde azımsanmayacak çapta geniş bir etkisinin de olduğunu hatırlatan Şekerci, olaya ilkesel açıdan bakışın net olduğunu ancak reel ve yöntemsel açıdan farklı bakışların kaçınılmaz olduğunu söyledi. Bu bağlamda tarihî süreçleri boyunca Diyanet'ten kaynaklı olarak İslami çevrelerin cami, Cuma, imam vb. meselelere yaklaşımda düştükleri içtihadi farklılıklara dikkat çeken Şekerci, sonuç olarak karşımızda geniş etkiye sahip bir kurumun bulunduğunu ve bu kurumu tümden reddetmek yerine onun içerisinde yer alan ancak misyonundan bağımsızlaşmaya çalışan insanları desteklemenin daha basiretli bir tutum olacağını söyledi. Şekerci, bunu örneklendirmek üzere "İmamlık yaptığı halde Diyanet'in hutbelerine bağlı kalmayan imamlar yalnız bırakılmamalı…" dedi.

Türkiye'de ve dünyada meydana gelen bunca gelişme ve yaşanan bunca can alıcı soruna rağmen Diyanet'in genellikle çiçek-böcek edebiyatına yönelmesinin, özellikle de düzenin öne çıkarıp kutsadığı "özel günler"i övücü hutbeler düzenlemesinin ve ırkçı mahyaların ya doğrudan müsebbibi ya da göz yumanı olmasının taşıdığı dinilik misyonunu daha bir gölgelendirdiğini belirten Şekerci, aynı kurumun "Mevlit Kandili" ile "Dünya Sevgililer Günü"nün denk geldiği 14 Şubat, 2011 tarihinde konuyla ilgili sergilediği tutumun da ibretamiz olduğunu kaydetti. Diğer yandan başta kadroların değişimi olmak üzere diğer bazı nedenlerle Diyanet kurumu imzalı güzel eserlerin de verildiğini belirten Şekerci, bu bağlamda İSAM'ın kuruluşu ve Diyanet İslam Ansiklopedisi'ni örnek göstererek bu tarz olumlu ürünlerin de görülmesi gerektiğini kaydetti.

Son olarak Diyanet'in lağvıyla ilgili tartışmalara taraf olmanın riskleri üzerinde duran Şekerci, buna çağrı yapmanın geniş kitleler gözünde İslam düşmanlığıyla özdeşleştirilmesinin güçlü bir ihtimal olduğunu, dolayısıyla tutumumuzun ne kaldırılmasına yönelik kampanyalar yapmak ve de mevcut haliyle sürdürülmesi konusunda sahipleniyor görüntüsü vermemek olması gerektiğini ifade etti. İmam Hatiplere oranla Diyanet'in düzen tarafından daha fazla kuşatılmış bir kurum olduğuna dikkat çeken Şekerci, Müslümanlar olarak geniş imkanlara ve geniş etkiye sahip olan bu kurumda görevli bulunan arkadaşların bağımsızlaşma ve ıslah çabalarının desteklenmesinin konuya dönük tutumumuzun merkezini oluşturması gerektiğini söyledi.

Soru-cevap faslında dinleyicilerden gelen soru ve katkılarla süren panel, Rıdvan Kaya'nın öne çıkan vurguları özetlemesiyle sona erdi.

Önceki ve Sonraki Haberler