“Toplum Değerlendirmesinde Ölçü” Paneli Yapıldı

“Toplum Değerlendirmesinde Ölçü” Paneli Yapıldı

Özgür-Der Genel Merkezinin her ayın son Çarşambasında İstanbul Fındıkzade’de bulunan ZHK Merkezi’nde gerçekleştirdiği “Mücadele Sürecimizde Kazanımlar” konulu aylık panellerin beşincisi yapıldı. Bu ay “Toplum Değerlendirmesinde Ölçü” konusu tartışıldı.

25 Şubat Çarşamba akşamı gerçekleştirilen bu ayki panelin konusu "Toplum Değerlendirmesinde Ölçü" idi. Panele Sıddık Beyazyüz başkanlık yaparken, Bahadır Kurbanoğlu ve Bahattin Urlu da konuşmacı olarak katıldılar.

Program akışı hakkında dinleyicileri bilgilendiren Sıddık Beyazyüz toplum değerlendirmesinin önemine dikkat çekerek şunları söyledi: "Kur'an-ı Kerim'de geçen hitap şekillerini dikkate aldığımızda Kur'an'ın inzal olduğu toplumun değerlendirmesini yaptığını görüyoruz. Kur'an'da geçen 'Ya eyyuhel mu'minûn,' 'Ya ehlil kitab,' 'Ya eyyuhel muşrîkîn' vb. gibi değişik hitap şekilleri toplumda var olan değişik inanç gruplarının bulunduğunu ve bunları dikkate almamız gerektiğini vurgulamaktadır." Kur'an'da inzal olunan ortama vurgu yapan ayetlerde de toplumun çeşitli açılardan değerlendirildiğini belirten Beyazyüz, Vahyin bu vesileyle de müntesiplerine yerleşik topluma nasıl bakmaları ve onlarla ne tür ilişkiler kurmaları gerektiği yönünde bilinç ve perspektif aşılayıp rehberlik yaptığını söyledi. Rasulullah (s) önderliğindeki ilk Kur'an neslinin Vahyin toplum değerlendirmelerini ve bu konuda sunduğu ölçüleri baz alarak toplumsal yapıda yer aldıklarını ve hayatın içerisinde kalarak uzun soluklu bir toplumsal dönüşüm mücadelesine koyulduklarını ifade eden Beyazyüz, Müslümanlar olarak kimliğimizin baskı ve tehdit altında olduğu bizlerin de bugün kendimizi ve Kur'anî zindeliğini yitiren ümmeti yeniden inşa ederken mutlaka Kur'an'dan hareketle ilk neslin sünnetini kavramamız ve onun kendi vakıamızla irtibatını kurarak Kur'an temelli uzun soluklu bir toplumsal dönüşüm mücadelesine doğru yol almamız gerektiğini söyledi. Bunun da ancak yaşanılan çağın ve içinde bulunulan toplumsal şartların dikkate alınarak ve ölçülü bir değerlendirmesinin yapılarak mümkün olabileceğini vurgulayan Beyazyüz bu meyanda karşılaşılan sıkıntılara dikkat çekerek şunları kaydetti: "Geçmişte sağlıklı bir toplum değerlendirmesi yap(a)mayanlar yakıcı sorunların pençesine düşmüşlerdir. Bütün bir toplumu 'Darul-İslam, Darul-Harb' 'Darul-Eman' vb. gibi daha ziyade devlet fıkhını oluşturan bir takım kavramlarla tanımlayan sığ ve zaaflı tanımlamalar söz konusu olmuştur. Yakın ve uzak tarihten devralınan mirasın da etkisiyle toplumla muhatap olurken sağlıklı bir toplum analizi yapılamamış, zaman ve mekân faktörleri gerekli yeterlilikte dikkate alınmamış ve tutarlı bir konum tespiti yapıl(a)madan tebliğe soyunulmuştur. Ve dolayısıyla toplumla yüzleşme aşamasında arka planda bulunan bu zaaf ve yetersizlikler ciddi sorunların yaşanmasına sebebiyet vererek yıkıcı sonuçlar doğurmuştur." Bu çerçevede oluşan ve reel planda varlığını hala hisettiren bu hallerin Müslümanların gerek toplumla ve gerekse de birbirleriyle ciddi sıkıntılar yaşamalarına neden olduğunu zikreden Beyazyüz bunun aşılması için de Vahyi bildirimler doğrultusunda derli-toplu bir muhasebe bilinci ve iradesinin kuşanılması gerektiğini vurgulayarak sözü konuşmacılara verdi.

İlk konuşmacı olarak söz olan Bahadır Kurbanoğlu İslami bir mücadeleye koyulma aşamasında teorik boyutta yeterli bir netlikte kavranıp pratikte örneklendirilmesi gereken ve birbiriyle irtibatlı olan çok önemli dört temel hususun bulunduğunu belirterek bunların usulî netlik, tarih-toplum ve sistem değerlendirmesinde netlik ve ölçülülük olduğunu söyledi. Akabinde toplum kavramının çeşitli anlamlarını tahlil eden Kurbanoğlu tebliğini çeşitli başlıklar altında Türkiye pratiğine yayarak tahlillerde bulundu.

  • Toplum değerlendirmesine bizatihi toplum kavramını tartışarak başlanmalı!

Toplum değerlendirmesine bizatihi toplum kavramını tartışarak başlamak gerektiğini belirten Kurbanoğlu, egemen Batılı paradigmaların devlet-toplum-birey üzerine kurulu olduğunu ve toplum kavramını bugün onların şekillendirdiğine dikakt çekerek; toplumdan 'homojen bir ulus'u değil, Kur'anî karşılıklarıyla kavim, ümmet vb. gibilerinin anlaşılması gerektiğini söyledi. Bu meyanda insanın birey olarak yaşayıp var olmasının ve değer üretmesinin zor olduğunu belirten Kurbanoğlu, insan fıtratının zorunlu olarak toplumsal birliktelik ve ilişkilere ihtiyaç duyduğunu ifade etti. Kur'an'ın insanın bu fıtri yapısına dikkat çekmesinin de toplumcu bir hegemonya içerisinde kişiliği eritmek anlamına gelmeyeceğini, tersine toplumsal bilinç ve sorumluluğa erişmiş şahsiyetli insanı kasettiğini söyledi.

  • Toplum amaç değil, araçtır!

Konuyu Kur'an'a arz edip muhtelif ayetler zikreden Kurbanoğlu, Kur'an açısından toplumsallığın fıtri bir olgu olduğunu ve bir amacı değil, aracı ifade ettiğini söyledi. Kur'an'ın gerek dünya ve gerekse de ahrete dönük göndermelerinde toplumsallığa vurgu yapmasının da önemli bir husus olarak dikkat çektiğini zikreden Kurbanoğlu, nihai olarak toplumu oluşturan belirli değerler bulunduğunu, insanların toplumsal tercihlerinden de ferd ve topluluk düzeyinde hesaba çekileceklerini ve Kur'an'ın da ideal toplum modeli olarak ümmeti betimlerken Kur'anî değerler temelinde oluşan ortak bilinç ve sosyal birlikteliği kastettiğini ifade etti. Bu bağlamda ideal toplum örneği olarak ümmetin çeşitli vasıfları üzerinde de duran Kurbanoğlu, marufu emir ve münkerden nehiy, hakkı-adaleti ikame etme ve bunun şahitliğini gerçekleştirmeyi temel vasıflar olarak saptadı.

Toplum Değerlendirmesinin Önemi:

Kur'an'ın idealize ettiği vasıflara haiz toplumun insanlık tarihi boyunca genel olarak toplumsal yapıda direngen ve dönüştürücü bir ümmet kümesi olarak var olduğunu ifade eden Kurbanoğlu, bir İslami hareket olarak bu ümmet kümesinin içerisinde var olduğu topluma bakışı ve değerlendirmesinin birçok açıdan önemli bir metodolojik mesele olduğunu belirterek bunlara şu örnekleri verdi:

-      Mücadelenin stratejilerini belirleme açısından,

-      Mücadelenin araçlarını belirleme açısından,

-      Tebliğde geliştirilecek yöntemlerin belirlenmesi açısından,

-      Tebliğde adil bir yöntemin tespit edilmesi açısından,

-      Hedefte sahih bir noktaya varmak açısından,

-      Sistemin propagandalarını etkisizleştirmek açısından,

-      Ve kitleleri doğru bilgilendirmek açısından…

Bunlara dönük çeşitli açılımlarda bulunan Kurbanoğlu "Yaşadığımız toplumun hangi unsurlardan oluştuğunu bilmemiz gerekmekte." diyerek bunun da ciddi bir cehd ve emek gerektirdiğini söyledi.

Türkiye Pratiğinde İki Farklı Toplum Değerlendirmesi:

Türkiye'deki toplumsal yapının çeşitli açılardan değerlendirmesini yapan Kurbanoğlu, sistemin Alevilere karşı Sünni, Kürtlere karşı Türkçü ve dindarlara karşı da Laik olduğunu hatırlatarak sistem ve topluma karşı Müslümanların ise en genel anlamda iki yaklaşım geliştirdiklerini kaydetti:

  1. Toplumun yüzde 99'unu Müslüman olarak görenler.

  2. Toplumu topyekûn tekfir edenler.

Bu iki yaklaşımı birlikte değerlendiren Kurbanoğlu, birincisinin muhafazakârlar tarafından savunulduğunu, bunun özellikle de katı Kemalist baskı politikalarının yoğun olduğu süreçlerin akabinde dillendirilmeye başlandığını ve kitlelerin de genel tutumu olarak varlığını sürdürdüğünü söyledi. Bu yaklaşımı besleyen süreç ve anlayışlar olarak Osmanlıcı, nostaljik tarih algıları ve devlet ebed müdded anlayışı olduğunu kaydeden Kurbanoğlu, "bu toplum tanımı yanlış sistem ve tarih değerlendirmesinden ve en önemlisi de usul noktasında netleşememiş olmaktan kaynaklanmaktadır." dedi.

İkinci yaklaşımın ise 1980'li yıllardan itibaren oluşmaya başladığını belirten Kurbanoğlu, kendini cahiliyeden ayrıştırarak var etme gibi iyi bir niyetin bunda rol oynadığını ancak sonuçları itibariyle bu yaklaşımın ciddi sorun ve sıkıntıları beraberinde getirdiğini ifade ederek bunun ölçüsüz olduğunu ve tekfiri adeta bir kılıç olarak kullandığını söyledi. Bu yaklaşımın dikkat çeken bir diğer özelliğinin onun kendisini Seyyid Kutub'a nispet etmesinin olduğunu zikreden Kurbanoğlu, Kutub'un Kur'an nesli açılımı ve tedrici mücadele perspektifinin kavranamadığını belirtti.

  • Her iki yaklaşımın ortak zaafı: genellemecilik  

Mezkûr iki tutumun ortak özellikleri üzerinde çeşitli saptama ve tahlillerde de bulunan Kurbanoğlu özetle şu tespitlerde bulundu:

-      Kur'an müntesiplerini insanları anlamaya, tanımaya ve tebliğde bulunarak ıslah etmeye dikkat çekerken bu iki yaklaşım daha baştan ıslahın önüne set çekmektedirler.

-      Islah metodolojisini önemsizleştirdiklerinden de tedricin gerekliliğini ortadan kaldırıyorlar.

-      Ne yapmalı, nasıl yapmalı sorularını bu durumda önemsizleştiriyorlar. Ya da iktidara nasıl gelinir, nasıl devlet olunur vb. gibi önceliklerle bu soruları farklı tanımlarda bulunarak cevaplıyorlar.

-      Kur'an genellemeci değil, tahlilci olmamızı emrederken her iki yaklaşım da genellemeci bir mantıktan hareket ediyorlar. Oysa Kur'an Ehli kitap, kâfirler vb. gibi toplumsal kesimleri ve hatta Müslümanları bile tanımlarken çeşitli açılardan kategorize etmekte; böylelikle de genellemecilik kolaycılığının yanlışlığını vurgulayıp topluma yaklaşımda vasat ve ölçülü olmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.

  • "Modern Selefizm" de dikkate alınmalıdır!

Bunların yanı sıra üçüncü bir yaklaşıma daha dikkat çeken Kurbanoğlu, bunu da entelektüel düzeyi yüksek "modern selefizm" olarak kavramsallaştırdı. Entelektüel üretimler içerisinde olan modern selefizmin post-modern ve post-marksist entelektüellerin ciddi etkisi altında olduğunu belirten Kurbanoğlu, bunların modern dünyayı ve toplumsal süreçleri teşhis etme noktasında çok ciddi tespitlerinin bulunduğunu ancak bunun yerine neredeyse hiçbir şeyi koyamadıklarını ve bu yüzden de mevcut durumu adeta aşılamaz göstererek yılgınlık ve atalete bilerek ya da bilmeyerek sebebiyet verdiklerini söyledi. Nihai düzlemde bu yaklaşımın nihilizme duçar olduğunu belirten Kurbanoğlu, bu tutumların reel olarak başörtüsü eylemlerine ve toplumsal şahitliği yansıtan diğer eylem ve etkinliklere karşı küçümseyici, önemsizleştirici yaklaşımlarıyla dikkat çektiğini söyledi. Başta HAMAS'ın iktidar sürecine dahil olması olmak üzere İslami hareketlerin hemen her tür sıçrayışlarını ve hatta Irak gibi direnişin aciliyetini dayattığı ortamlarda ortaya konan çabaları da "hazırlıksızlık" gerekçesiyle salt eleştiriye tabi tutmakla yetindiğine dikkat çeken Kurbanoğlu, sınırları belirsiz ve hayatın dışında bir hazırlıkçılık/tedarikçiliği neredeyse kutsayan bu yaklaşımların ve fikri-entelektüel düzlemde bunu dillendirenlerin de önemle takip edilmesi gerektiğini söyledi.

  • Bir arada yaşama projeleri de riskler barındırıyor!

Son olarak toplum değerlendirmesinde ve bunun üzerine bina edilen tutumlarda dikkat çeken iki yaklaşımın daha bulunduğunu belirten Kurbanoğlu, bunları bir arada yaşama projeleri üretenler ve insan hakları kavramını daraltanlar olarak ortaya koydu. Kurbanoğlu, bu tür yaklaşımlarla öne çıkan ve eylemsel düzlemde de yer alan kişi-kesimlerin ortaya koydukları emeğin elbette ki önemli olduğunu, tekfircilik genellemesine karşın bu bilince varılmasının başlı başına bir kazanım olduğunu; ancak mevcut haliyle bu yaklaşım ve yönelimlerin de ciddi sıkıntı ve zaafları bünyelerinde taşıdıklarını söyledi. Gelinen durumda insan hakları perspektifinin özellikle ıslaha muhtaç olduğunu kaydeden Kurbanoğlu, insan hakları mücadelesinin mağdurların/müste'zafların kimlik ve sorumluluklarını dikkate almaması ve salt bir mağduriyet üzerinden sorunlara yaklaşmasının kimliği örtme ve buharlaştırma gibi çok önemli bir riski içerdiğini söyledi. Sistemin zulümlerini ifşa edip kitleleri bilinçlendirme ve toplumun haklarını savunup taleplerini dillendirerek bir eminlik sağlamanın elbette ki çok önemli olduğunu belirten Kurbanoğlu, insan hakları mücadelesinin de bu bağlamda önemli bir imkânı ifade ettiğini söyledi. Ancak Müslümanların genel olarak bugünkü insan hakları terminolojilerinin seküler-laik ve parçacı bir yapıda olduğunu zikreden Kurbanoğlu, Batı referanslı insan hakları perspektifinin salt "hukukun-nas" diline dayandığını belirterek şunları söyledi: "Olay sadece tek boyutlu bir insan haklarından ibaret değildir. Bizim usul-i fıkhımızda konu bütün müçtehitlerin üzerinde ittifak ettikleri üzere üç boyutlu olarak ele alınmıştır: Hukukullah, Hukukunnas ve Hukukulibad… Allah'ın hakları, insanların hakları ve insanın kendi nefsi üzerindeki (tasarruf) hakları… Hukukullah'a riayet etmeyen bir anlayışın diğer ikisine mütekâmil anlamda riayet etmesi söz konusu olamaz! Bizim bu genişlikte bir perspektifi edinip anlatmamız gerekiyor."

  • Adil/Ölçülü bir toplum değerlendirmesi ve ıslahçı tutuma muhtacız

Son olarak adil/ölçülü bir toplum değerlendirmesi ve ıslahçı tutumun önemi üzerinde duran Kurbanoğlu, bu meyanda Araf süresindeki ümmet nüvesinin örnekliğinin önemine değindi. Onların sisteme karşı muhalif bir yapıda olduklarını, güç odaklarını uslanmaksızın inzar ettiklerini ve kendi kabuklarına çekilip onların bu ıslah çabasını önemsizleştirenlerin neden, niçin sorularına da "Rabbimize karşı mazeretimiz olsun için" cevabını verdiklerinin çok önemli bir örnekliği ifade ettiğini kaydeden Kurbanoğlu, toplumsal ıslah ve dönüştürme mücadelesinde tedricilik, sabır ve ahiret irtibatını gözetmenin önemli olduğunu söyledi. Bu ıslahçıların "kendimizi güçlendireceğiz, ihtilal yapacağız ve kitleler de peşimize takılacak" gibi bir söylemlerinin olmadığını ve kendilerini eleştiren muhafazarlara yönelik cevaplarında da ahiretteki hesaba vurgu yaptıklarını belirterek, konuşmasını hayatın içerisinde kuşatıcı, donanımlı, sabırlı, kararlı ve tedrici bir mücadelenin önemine dönük vurgularla tamamladı.

İkinci konuşmacı olarak söz alan Bahattin Urlu da Siyer paralelinde yaptığı sunumda Türkiye pratiğine örnekler vererek karşılaşılan sorunlara dikkat çekti ve adil/ölçülü bir toplum tahlili ve sabırlı/kararlı bir tebliğin önemi üzerinde durdu.

  • Vahye gereğince muhatap olamamış toplum gafildir!

Vahyin nüzulünün bir kimlik inşasını da beraberinde getirdiğini belirten Urlu, Türkiyeli Müslümanları için de 80'li yılların bir kimlik inşası süreci olduğunu zikrederek dünün düşülen zaaflarını bugün hala tekrarlayanların bulunmasının çarpıcı bir vakıa olduğunu söyledi. Toplum değerlendirmesi ve topluma karşı sergilenen tutumlarda da ciddi sıkıntıların yaşandığını kaydeden Urlu, Kur'an'ın ataları uyarılmamış toplumu gafil olarak nitelendirmesinin ve Araf süresinde kristalize edilen ıslahçı grubun toplumlarına karşı sahip oldukları merhametli ve ıslahçı tutumun önemine dikkat çekerek "Toplumu tanıdığımızda ve ıslahçıların tutumunu kavradığımızda topluma merhametle açılma noktamız da oluşmuş oluyor." dedi.

  • Merhametli ve sahiplenici bir üslup Rasullerin sünnetidir!

Kur'an'daki nebi kıssalarında açığa çıkan "ey kavmim", "babacığım" vb. gibi üslup biçimlerinin önemi üzerinde duran Urlu, Musa'nın da Firavun gibi sistemin kendisi olan bir despota gönderilirken "yumuşak söz" söylemekle emrolunmasının hikmetlerini de zikrederek "Vahyin ve elçilerin lisanı yumuşak, sahiplenici ve merhametli idi. Bununla birlikte kafaları çatlatırcasına ve ilkelerinden vazgeçmeden ödünsüz, ısrarcı ve kararlı bir tebliğde bulunuyorlardı." dedi.

  • Dilimizi yumuşatmak, dinimizi yumuşatalım demek değildir!

Sahiplenici, merhametli, ısrarcı ve muhatapların kabalıklarına karşı onların zaaflarını affeden bir yaklaşımın önemi üzerinde duran Urlu bunun tebliğin sürekliliğini sağlama ve insanlarla ilişkilerimizde kapıyı açık tutma noktasında hayati bir öneme haiz olduğunu belirterek "Ancak, dilimizi yumuşatmak, dinimizi yumuşatalım demek değildir!" dedi. Sınırları belli olmayan bir hazırlıkçılığı adeta mazerete dönüştürüp kutsayanların ve toplumu tekfir ederek küsenlerin tutarsızlıklarına da dikkat çeken Urlu, vahyin İslami kimliği hayatın içerisinde tedrici bir süreçte inşa etmesine dikkat çekti. Bu meyanda "Rasulullah'ın (s) 40 kişiyle Kâbe'ye yürümesini neyle, nasıl izah edeceksiniz?" sorusunu sorarak Elçi'nin (s) ve onun etrafında halkalanan bir avuç Müslümanın kendilerini inşa ederken eş-zamanlı olarak kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesinin yanlışlığını, ölçü ve terazinin doğru tartılmasını haykırmalarını ve yoksullar, yetimler, kadınlar, köleler vb. gibi unsurlara dönük adaletsizlikleri ve tevhidi zedeleyen şirki eleştirip ayetlerle hesap sormalarının hayatın içerisinde bir kimlik inşası ve adil/ölçülü bir toplum değerlendirmesi noktasında yolumuzu aydınlatan örneklikler olduğunu söyledi.

  • İki genellemeci yaklaşım: "herkesi kucaklayalım," "toplumu tekfir edelim!"

80'lerden bu yana süregelen kimlik inşası sürecinde tartışmanın ekseninin "kelime-i şehadet getiren kurtulur mu, kurtulmaz mı?" kısır döngüsünde olmasının yanlış bir hareket noktası olduğunu belirten Urlu, bunun kendisiyle birlikte getirdiği sonuçların topluma küsüp savrulma ya da toplumun yüzde 99'uzunu Müslüman addetme olduğunu kaydederek bunların ifrat ve tefriti ifade ettiğini söyledi. Tablonun olumsuzluğunun "bunlar artık iflah olmaz!" deyip kabuğuna çekilmeyi değil, tersine sonuna kadar bir mücadeleyi üstlenmek gerektiğini ifade eden Urlu, genellemeci tutumların tutarsızlığına dikkat çekti. İslami camianın bugün içerisinde bulunduğu duruma da dikkat çeken Urlu, sürecimizde oluşan "herkesi kucaklayalım" ve "kimliğimizi oluşturmak için toplumu tekfir edelim" yönündeki yaklaşımların varlığını hala koruduklarını, adil ve ölçülü bir yaklaşımının hala yaygınlaşamadığını söyledi.

  • Tekfircilik bir kimlik inşası mı, yoksa kolaycılığa kaçmak mı?

"Kendi kabuğuna çekilen insanlar, mahalli oluşum ve gruplar kendilerini geliştiremedikleri gibi muhataplarını da geliştirememektedirler." diyen Urlu, Vahyi mesaj ile gereğince uyarılmadığından gaflet içerisinde bulunan toplumsal yığınların hemen ilk etapta tebliğe olumlu yanıt vermelerini beklemenin süreç içerisinde bir sürü hayal kırıklığını yaşatmaya mündemiç olduğunu söyledi. Muhataplarımız ilk etapta bir süreliğine mesaja olumsuz yanıt verseler de ileride olumlu yanıt verip birer ehli Kur'an olabileceklerine her zaman dikkat edilmesi gerektiğini belirten Urlu, tekfirci yaklaşımın kitlelere daha mesajı gerekli yeterlilikte sunmadan onları tekfir ettiklerini ve böylece toplumla aralarına perde ördüklerini ifade etti. Halbuki Kur'an'ın bize selam verenlere "siz mü'min değilsiniz" diyerek dışlamaktan bizi nehyettiğini, Allah'ın ayetlerinin alay konusu edildiği ortamlardan ebediyen değil, söz değişinceye kadar terk etmemizi ve Allah'ın günlerinin geleceğini ummayan toplumu affedip onlarla ilişkilerimizi diri tutmamızı ve bunun da tebliğde süreklilik sağlamak için gerekli olduğunu ve Kur'an'ın bizi aceleci bir tutumdan sakınmaya çağırdığını söyledi.     

  • Halka inmek mi, halkı ıslahta net ve kararlı olmak mı?

Merhametli olmanın net tutumlar içerisinde olamamak anlamına da gelmeyeceğini kaydeden Urlu, Kur'anî perspektifi bütüncül bir şekilde insanlara sürekli anlatmamız gerektiğini belirterek şunları söyledi: "Tabi ki Kur'an'ın belirlediği kimlikleri üst ve alt başlıklarıyla topluma tebliğ etmeliyiz. Ama kimlik tanımı yaparken önce onların Kur'an okuyup kimliklerini kendilerinin tanımlamasına da fırsat vermeli ya da tercih haklarını gözetmeliyiz. Halkın inançlarının peşinde koşmak değil, Kur'an'ın sabikun olarak nitelediği öncülerden olma hedef ve azmine tabi olmalıyız."

  • Hepimiz Ehli Kitabız!

Yahudi ve Hıristiyanları kendi içerisinde çeşitli açılardan kategorize etmesine rağmen Allah'ın yine de tümünü ehli kitap üst başlığında değerlendirmesinin çok anlamlı olduğunu zikreden Urlu, aynı zamanda insanlar arasında mü'minlere en yakın dost olarak dindar Hıristiyanların gösterilmesinin de dikkat çekici olduğunu söyledi. Bu meyanda ehli kitap kavramın olumsuz bir çağrışım yapmadığını ve Müslümanların da ehli kitap (Kur'an) konumunda olduklarını kaydeden Urlu, her ümmet içerisinde olduğu gibi son kitaba/Kur'an'a tabi olanlar arasında da önde gidenler, nefislerine zulmedenler vb. gibi alt kategorilerin bulunduğunu belirterek sabikun olanların ıslahta öncelikli muhataplarının kendini kitaba nispet eden alt kategorilerdeki zayıf unsurlar olması gerektiğini ve nihai tahlilde de onlara dayanmak gerektiğini söyledi. Kur'an'ın kimlikleri kendi içerisinde kategorize eden yapısının topluma yaklaşımda ve onlarla ilişkilerimizde bize rehberlik etmesi gerektiğini vurgulayan Urlu, genellemeci ve indirgemeci yaklaşımlardan arınmak gerektiğinin altını çizdi.

  • Tartışılmaya Muhtaç İki Kavram: Darul-Harb, Darul-İslam

Son olarak tebliğinde "Darul-Harb, Darul-İslam" kavramlarını tartışmaya açmanın önemini vurgulayan Urlu, Müslümanlar olarak hala bugün bile yaşadığımız birçok sorunun bu kavramlara yüklenen anlamlardan kaynaklandığını belirterek açılımlarda bulundu. Bu kavramlardan hareketle yapılan toplum değerlendirmelerinde muhatapların kaba bir tarzda müşrik ve kafir olarak sınıflandırıldığını kaydeden Urlu, bunun bazı olumsuz/yıkıcı sonuçlarına eğilerek yalan söylemeyi meşrulaştırma, selamlarını almama ve selam verirken "ölüm üzerinize olsun!" anlamındaki Yahudi taktiği "Es-Samu aleykum!" ifadesine meyletme; bunların mallarını ganimet, kadınlarını cariye ve hatta canlarını helal olarak addetme vb. gibi örnekleri verdi. Bu tip algı ve süreçlerin daha birçok alanda çok ciddi ve yıkıcı sonuçlarının bulunduğunu zikreden Urlu,  bunun somut bir Yahudileşme temayülü  olduğunu belirterek Yahudi ve Hıristiyan unsurların Kur'an'a yansıyan serüvenlerinden örneklemelerde bulundu. Bu kavramlar altında ortaya konan birçok anlayış ve pratiğin başta Rasulün siyeri olmak üzere hiçbir nebinin sünnetiyle bağdaşmadığını belirten Urlu konuşmasını şu vurgularla tamamladı: "Kullandığımız kavramların hak oluşu onların içeriklerine yüklediğimiz anlamların da hak olduğu anlamına gelmez… Sürecimizin geçmişine dönük sağlıklı bir tahlil, bizim daha sonraki sürecimizi de biçimlendirecektir. Topluma yaklaşırken dilimizi, üslubumuzu Kur'an'ın belirlediği tarzda ortaya koymak durumundayız. İslami hareketlerin yetiştirdikleri gelecek kuşaklara örnek kurumlar ve şahsiyetler aktarabilmeleri için kendi kimliklerinin doğru olması, tebliğde usul ve yöntemlerinin konuşulmuş, belirlenmiş olması gerekmektedir… Tebliğde kolaycılığa kaçamayız, kolaycı olamayız! Şahitliğini yaptığımız topluma mesajı iletirken bunu doğru, sağlıklı ve tedrici bir şekilde sunmalıyız. Birileri olumsuz yanıt verdiğinde hemencecik 'Bunlar iflah olmaz!' diyerek köşeye çekilmek yerine kafaları çatlatırcasına tebliğde ısrar etmemiz ama bunun temellendirmesini de çok sağlıklı bir şekilde yapmak gibi bir sorumluluğumuz bulunmaktada."

Panel dinleyicilerden gelen soru ve katkıların konuşmacılar tarafından yanıtlanıp değerlendirilmesine müteakiben sona erdi.

HAŞİM AY / Haksöz-Haber

Önceki ve Sonraki Haberler