Adalet ve Milliyetçilik Sarkacında Kürt Sorunu

Siverek Özgür-Der Temsilciliğinde alternatif eğitim seminerlerinde Kürt sorunu tartışılmaya devam ediyor.

Siverek Özgür-Der Temsilciliğinde alternatif eğitim seminerleri sürüyor. Bu hafta Osman İzol, Bilge Adamlar Dergisinin Kürt Dosyasında yer alan “Adalet ve Milliyetçilik Sarkacında Kürt sorunu” adlı S. Bülent Yılmaz'ın makalesini değerlendirdi.

Osman İzol'un sunumunu sizlerle paylaşıyoruz.

Yazar, makalenin girişinde Kürt sorunu hakkında yazmanın ve konuşmanın ateşten gömlek giymek olduğunu söylüyor.

Sistemin ve ya silahlı diğer gurupların baskısına maruz kalmaktan, ya da Kürt sorunu ile bir şekilde ilgilenen farklı odakların haksız suçlama ve etiketlemeleri dışında, bu sorunun sekülerleştirici tarafının daha büyük tehlike arz ettiğini dile getiriyor.

Kürt sorunu noktasında yapılan çalışmaların kişiyi Kürtçülüğe düşürmemesi kaygısı dillendirildiğinde Kürtlerin haklı davasına karşı ihanet ile suçlanıldığını dile getiren yazar, Kürtlere yapılan zulmün çıplak bir şekilde ortaya koymaya çalışıldığında ve onların temel hakları noktasında gerçekleri haykırdığınız zaman çok kolayca Kürtçülük ile suçlanabilirsiniz diyor.

Kürtçülük yapmama kaygısı taşırken ihtiyatın ölçüsünü kaçırarak egemen devletin söylemlerine denk düşme tehlikesinin de olduğunu açıklayan yazar, aynı zamanda böyle bir tutumun insanı emperyalistler tarafından çizilen misakı milli sınırlarının muhafızlığına sokabileceğini söylüyor.

Müslümanların Kürt sorunuyla imtihanı başlığında yazar şunları kaydediyor.

Müslümanlar, çeşitli nedenlerden dolayı Kürt sorunuyla geç tanışmışlardır. Bu da muhtelif eleştirilere neden olmaktadır. Ancak burada “geç tanışma” ifadesine biraz rezerv koymak ve bu duruma yol açan saiklere göz atmak gerekir. Müslümanlar ve Kürt sorununa yaklaşımları arasındaki ilişki çok yönlü izaha muhtaçtır. Çünkü Kürt sorununun ilk dönemlerinde sorunun birinci dereceden şahitliğini yapanlar ve bedelini ödeyenler Müslümanlar olmuştur. Her ne kadar Kürt ulusalcılar dini kimliğinden rahatsız olsa da ve kimileri onu bir Kürt ulusalcısı ilan etse de Şeyh Said ve arkadaşları bunun en bariz örneğidir.

Şeyh Said kıyamı sonrası da Kürtlerin adalet ve özgürlük mücadelesinin önde gelen aktörleri dini özelliği olan ailelerden gelmişlerdir. Ancak, baskıcı sistemin politikalarının dönüştürücü etkileri sonucu ve de Kürt toplumunun geleneksel yapısının ürettiği alışkanlıklar nedeniyle, zamanla bu mücadele hattında farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. Taleplere öncülük etmesi gereken bu aileler; zaman içinde milliyetçi bir savrulma yaşamış, sekülerleşmiş, yer yer sosyalist ideolojiyi benimsemiş, İslam’la ilişkileri ise genellikle aşiret gücünü koruma ve toplumsal nüfuzunu sürdürme amacıyla istismar düzeyinden ileri gitmemiştir.

Her kesimin kendi iç zaafıyla soruna yaklaştığını ve bu yaklaşım biçiminin özellikle Müslümanlar açısından eleştirilerin PKK sonrası süreçte yoğunlaştığını dikkatlere sunan yazar devamla şöyle diyor.

Müslümanların müdahil oldukları meselelere kendi iç zaaflarını da taşıdıkları bilinen bir gerçektir. Kuşkusuz bu durum, her kesim için geçerli ve anlaşılır bir şeydir. Nitekim Kürt sorunuyla ilgili kimi kesimler sosyalizmin, kimi anarşizmin, kimi liberalizmin kimi de ulusalcılığın zaaflarını soruna yansıtırlar. Devlet söylemine ve ideolojik mühendisliğe maruz kalmış ve arınma sürecini tamamlayamamış Müslümanlar da doğal olarak bu arınma süreci içinde; sağcılık, muhafazakârlık gibi bir takım zaafların gölgesinde Kürt sorununa yaklaşmışlardır.

Müslümanların Kürt sorunuyla kurmaya çalıştıkları irtibat düzeyi hep eleştirile gelmiştir. Eleştiriler daha çok PKK sonrası süreç için yoğunlaşmaktadır. Çünkü bu süreçte Kürt sorununa gösterilen ilgide İslami kesimle sosyalist ulusalcı kesimin arasındaki makas, PKK özelinde açılmaya başladı; diğer yandan Kürt sorunu elli yıl sonra ilk defa 1940 öncesi kanlı sürece dönerek daha fazla şahitliği gerektirecek bir noktaya ulaştı. 1980 öncesi süreçte diğer ideolojik grupların da Kürt sorunuyla ilgisi İslami kesimin ilgisi gibidir. Yetmişlerin ikinci yarısında ortaya çıkan ve sol dozajı yüksek olan bazı Kürt milliyetçi grupları, genellikle marjinal kalmış ve bir varlık ortaya koyamadan kaybolup gitmişlerdir.

PKK sonrası döneme yönelik eleştirilerde (ve de bu eleştirilerle ilgili) adaletin dengesini tutturmak zordur. Çünkü PKK’nın silahlı mücadelesiyle binlerce insanın feda edildiği bir mücadele vasatı, İslami kesimin sorunla ilgi düzeyini görece düşük göstermektedir. Bu kaçınılmazdır çünkü silahlı mücadele ile sivil mücadele kaba kıyaslarda boy ölçüşemez. Bu noktada, yöntem ve nitelik sorunu tartışma dışı bırakılmaktadır. Silahlı savaşımın olduğu yerde ne yaparsanız yapın sivil karakterli çabalarınız buharlaşır ve görünmez olur. Ancak realitenin böyle olması, İslamî kesimin soruna duyarlılık konusundaki zaaflarını örtmeye mazeret kılınamaz.

Devlet tarafından yoğun bir şekilde uygulanan dezenformasyonun etkisiyle toplumun olaylara bakışında marazileşmenin olduğunu söyleyen yazar, Kürt gerçeğinin kamuoyunda kabul edilebilirliğinin zor olduğunu şu şekilde aktarıyor.

İslami kesimin genel olarak uyanış ve sağcılıktan arınma süreçlerinin tamamlanamamış olması bu konuda önemli bir etkendir. İslami kimliğin bu süreçte net biçimde tebarüz etmemesi nedeniyle, Kürt sorununu anlamak ve algılamakta zorlanıldı. Ayrıca, devlet tarafından, yoğun bir şekilde yapılan dezenformasyon da İslamcıların doğru tavrı kuşanmalarının önündeki bir diğer önemli etkendi.

Müslümanlara dönük eleştirilerin yoğunlaştığı nokta, -görece haklı olarak- İslami kesimin Filistin, Çeçenistan, Bosna, Afganistan gibi yerlerdeki özgürlük mücadelelerine verdiği desteğe karşılık bu desteği mazlum Kürt halkından esirgemesidir. Benzer eleştiriyi 1992 gibi çok erken bir dönemde Mehmet Pamak da açıklıkla dile getirmişti.

Pamak; şunları söylemişti. Bosna-Hersek için yardım kampanyası açtığımızda, üç milyar lirayı aşkın yardım toplayıp cepheye, mazlum Bosna halkına ulaştırabiliyorduk. Ancak Şırnak zulmünün mağduru, şehri terk etmek zorunda kalmış kadın, çocuk, ihtiyar aç insanlara gıda yardımı için harekete geçildiğinde eller boş dönmekte, yaklaşık 8-10 kamyonluk gıda ise İhsan Arslan ve 3-5 arkadaşın omuzlarında kalmaktaydı. (Kürd sorunu ve Müslümanlar s. 289) Aynı zamanda Pamak, bahsettiği bir anısında Kürt ve Bosna meselesini anlatmak için çağrıldığı Almanya’daki bir toplantıda, Bosna sorununa doğrudan girerken, Kürt sorununa ise birçok ayet ve hadisi sıralayarak giriş yapmak zorunda kaldığını anlatıyor.

Kürt sorunu, bu hususta aynı avantaja sahip değildir. Bahsedilen devlet odaklı dezenformasyon, halkı Kürt sorunu karşısında devlete yakınlaştırmış, PKK’nin din karşıtı sosyalist söylemi de buna tuz biber olmuştur. PKK’nin o yıllardan kalma din karşıtı (hatta düşmanı) imajı, Kürdistan halkının önemli bir kısmının hafızasında tazeliğini korumaktadır. Zaten bahsedilen halklar karşısında Kürt özgürlük mücadelesine ilgisizliğin nedeni biraz da bu olumsuz vasattır. Dolayısıyla hem Kürt sorununu doğru anlamak ve kirlerden arınmak hem de bunu halka ve tabana anlatmak oldukça zordur.

AKP’nin önaçıcı etkisiyle daha olumlu bir noktaya gelindiğini ve kürt sorunuyla daha nitelikli bir ilişkiye geçildiğini ancak milliyetçilik ve doğru tavır noktasında belirsiz bir durumun olduğunu söyleyen yazar devamla şöyle diyor:

Bu bağlamda, bölgede kurulan Kardeşlik İçin Adalet Platformu (KİAP) bölge Müslümanları açısından en kapsamlı ve önemli oluşumdur. Ayrıca TGTV, SDP, Doğu Batı Kardeşlik Platformu gibi çalışmalar da yetersiz ve fikri olarak olgunlaşmamış olmasına rağmen, önemli girişimler olarak göze çarpmaktadır.

Elbette kat edilen mesafe kadar kat edilmesi gereken mesafe de önemlidir. Önemli olan bir şey daha var ki o da, Müslümanların Kürt sorunuyla geç buluşmalarının sebep olduğu yan etkilerdir. Özellikle Kürdistanlı Müslümanların bir kısmının zihin dünyasında Kürt sorunu, ulusal veya yaygın ve yanlış kullanımıyla “milli” bir mesele olarak yer etmeye başlamaktadır. Ümmet ve kardeşlik kavramlarının yıpranmışlığının da etkisiyle, Kürdistanlı bazı çevreler maalesef ulusal birlik ve egemenlik anlayışıyla ulusallığın seküler havasını solumaya başlamışlardır. Kürt sorununa sahip çıkma çabası ile Kürt milliyetçiliği arasındaki kısmen belirsiz(leştirilmiş) sınırın sık sık ihlal edilmesi, Kürdistanlı Müslümanların Kürt sorunuyla imtihanlarının en zorlu kısmını oluşturmaktadır.

Yazar, kimlik ve milliyetçilik bağlamında milletleşme başlığında millet, ulus ve kavim kavramlarının tarihsel boyutuna değinerek şunları aktarıyor.

Kimlik farklılığı, yaşamın naturasına uygundur. Elbette ötekiyle karşıtlığından dolayı çatışmacı bir yanı da vardır ancak bu her doğal farklılığın barındırdığı çatışmacılık kadardır. “Üretilmiş” sentetik farklılıklar ise genellikle doğrudan doğruya çatışmaya dayanır, moral motivasyonunu çatışmadan alır. İster biyolojik ister varoluşsal olsun kimlikler, dış müdahaleye karşı savunmasız oldukları gibi radikal sonuçlar doğurabilecek kadar tepkiseldirler. Kimliğe dışarıdan yapılan her türlü doğal olmayan müdahale, yanlış ve tehlikelidir.

Milliyetçilikler, özünde bir veya birkaç kimliğe yüklenen, bazen doğal bazen suni olarak ama mutlaka negatif abartılmışlık özelliği taşıyan olgular olarak karşımıza çıkar. Bütün milliyetçilikler kendini ötekiler üzerinden tanımlar

Ulus’un modern mi yoksa geleneksel bir olgu mu olduğu tartışmalıdır. Bu konuda üç ana ekol vardır: Modernistler’e göre ulus, modern bir kurgudur, kapitalist yayıncılık, endüstrileşme, iç sömürü ve ulus devletlerin neden olduğu zorunlu bir kurgudur. İlkçiler, ulusun eski çağlardan beri var olduğunu savunurken; etno-sembolcüler ise ikisi arasında bir yol tutturarak onun hem modern karakterine hem de tarihsel köklerine vurgu yaparlar

Elbette her ulus genellikle bir etnik grupla (kavim) ilişkilidir. Ancak bize göre ulus ile kavim kavramları ayrı şeylerdir. Ulusun bir etnik grup üzerine inşa edilmesi, yanlış olarak, ikisi arasında tarihsel bir devamlılık olduğunu düşündürtmektedir. Çünkü kavim, “ulus”a temel kılınan ayırt edici bir üst ortak kültür ve ulusal egemenlik (ulusun iktidarı) tasavvuruna sahip değildir.

Ulus, etnik temelli bir örgütleniş biçimidir, standartçıdır, homojenleştiricidir, tarihsel aidiyetini İslam’la sınırlamaz, İslam öncesi tarihi önemser ve onunla övünür. İslami aidiyet, ulusu oluşturan parçalardan herhangi biri olacak şekilde indirgenir, en önemlisi sekülerdir.

Milletleşme” hamlesi, ister klasik milliyetçilikler gibi modern çağ felsefesinden, isterse de İslami düşüncelerle yoğrulan bir sentezci anlayıştan beslensin, sonuçta ulusçuluğun bir uğraşısı olmaktadır.

Yeniden milli mücadelecilerin İslam’ı millileştirmeleri nasıl ki Türkiye’deki İslami uyanış sürecini patolojik bir hale getirdiyse; aynı şekilde Kürt-İslamcı millileştirme hareketi de Kürdistan’daki İslami hareketi millileştirerek patolojik bir hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Kürt milliyetçiliği, büyük ölçüde Türk milliyetçiliğine tepkinin bir ürünü olarak gelişmiştir. Kurucuları arasında Kürtlerin de olduğu Jön Türklerin söylem ve uygulamaları tepkisel karşıtlar doğurmuştur. Celadet Bedirxan’ın “Türk Yurdu, Türkler arasında Türkçü, ve yarattığı tepkilerle de Kürtler arasında Kürtçü yetiştirmekteydi. sözü, bu durumu betimleyen en güzel saptamalardan biridir. Kürt milliyetçiliği de diğer bütün milliyetçilikler gibi doğası gereği moderndir

Bir toplumun hangi duyarlılığı, kimliğinin hangi parçası travmaya tabi tutulursa o noktada gelişen aşırı duyarlılık bir patolojik alan oluşturur. Kürdistan’da gelişen milliyetçilik de, diğer milliyetçilikler gibi etnik kimliğin doğasına yapılan dış müdahalenin ürettiği patolojik kimlik veya yanlış bir bilinçlenme halidir. Etnik kimliğe yapılan müdahaleye karşı her tepki milliyetçilik değildir elbet; ancak kimliğin doğasını aşan bir sahiplenme, kimliği merkeze koyma ve üst aidiyet haline dönüştürme milliyetçi bir reflekstir.

Bazı kürt aydınları tarafından Ehmedê xanî’nin kürt ulusal bilincinin aktörü olarak tanıtılmaya çalışıldığını söyleyen yazar, Ehmedê xanî’nin pozisyonunun milliyetçilik üzere oturtulmaya çalışıldığını dile getiriyor.

Kürt (klasik) milliyetçilerinden Hacî Qadirî Koyî ve son dönem Kürt milliyetçilerinden Amir Hassanpour gibi milliyetçi Kürt aydınları, Kürt milliyetçiliğine köken arayışı içinde Xanî’ye milliyetçi bir pozisyon üretmektedirler. Oysa Ehmedê Xanî, yaşadığı dönemde Kürdistan’da yaşananları aydın gözüyle değerlendirip sosyolojik bir tahlile tabi tutmuştur. Yaşadığı dönemi iyi gözlemlediği şiirlerinden anlaşılmaktadır. Yaşadığı çağda, yurtlarının jeostratejik konumu itibariyle sürekli olarak katliamlara maruz kalmış, imparatorluk savaşları altında yüzyıllarca ezilmiş ve mustazaflaştırılmış olan Kürtlerin derdini doğru okumuş ve çözümler üretmeye çalışmıştır.

Şurası bilinmeli ki Kürtler, kutsal savaşlar (cihad) yüzünden mağdur olmamıştır. Kürtler, bölgenin güçlü devletlerinin çekişmeleri nedeniyle telef olmuştur. Xanî eserlerinde bu manzarayı o günden bu güne çok canlı bir şekilde taşımıştır. Mem û Zîn adlı divanında dönemin manzarasını şöyle izah eder:

Bifikir ji Ereb heta vê Gurcan / Kurmanciye bûye şubhê burcan (Düşün! Araplardan şu Gürcülere kadar / Burçlara benzer olmuş Kürdistan)

Ev Rom û Ecem bi wan hesar in / Kurmancî hemî li çar kenar in (Rumlara [Osmanlı] ve Acemlere [İran] hisardırlar / Kürtler tümüyle [bunları sarıp koruyan sınır boyları anlamında] dört bir yandadırlar)

Her du terafan qebîlên Kurmanc / Bo tîrê qeda kirine armanc (Her iki cephede de [taraf] Kürtleri / Kaza okları/kurşunları[na karşı iktidarlarını korumak] için hedef yapmışlar)

Goya ku li ser heddan kilîd in / Her taîfe seddeq in, sedîd in (Sözde sınırların tespitinde anahtar olan Kürtlerdir / Aşiretleri sınırlar üzerinde sağlam setlerdir)

Ev qulzumê Rom û behrê Tacîk / Gava ku dikin xurûc û tehrîk (Birer denizi andıran şu Rumlar ve Acemler / Ne zaman ortaya çıkıp harekât başlatsalar)

Kurmanc dibin bi xwûnê mulettex / Wan jêk ve dikin mîsalê berzex (Kürtler her taraftan kızıl kana bulanırlar / Berzah gibi onları birbirlerinden ayırırlar)

Bu makalenin boyutlarını aştığından buraya almadığımız diğer dizelerinde Xanî, çözüm olarak Kürt beylerine birlik çağrıları yapmaktadır. Ayrıca eserlerini Kürtçe yazarak o dönemde değersiz addedildiğini yine Xanî’den anladığımız Kürtçenin itibarını kazanmasını istemektedir. Ancak Xanî düşüncesinin kurucu unsuru, yukarda verdiğimiz şiirlerdeki kötücül toplumsal manzaradır. Bu durumda Xanî’den bir milliyetçi üretmek mümkün müdür?

Yazar, Kürt milliyetçiliğinin Din ve Dindarlarla Pragmatist İlişkisi başlığında şunlara dikkat çekiyor.

Kürt milliyetçiliğinin doğduğu ilk yıllarda, Kürt milliyetçi aydınları neredeyse tamamen sekülerdir. Öncelikle Tanzimat dönemi Türk milliyetçileri -ki sonraları cumhuriyeti kuracak kadrolardır- ile aynı kaynaklardan beslenmişlerdir. Cumhuriyetle birlikte devletleşen Türk milliyetçiliğinin Kemalizm şeklindeki örgütlenmesi, Kürt aydınının gözlemleyebileceği en yakın modeldir.

Yirminci yüzyılın ilk yıllarında Türkiye, Irak ve İran’da etkili olan az çok örgütlü Kürt milliyetçiliği ve milliyetçi ideolojinin temel teorisyenleri; Jakoben, pozitivist, Sosyal-Darwinist bir entelektüel zeminde hareket ediyorlardı. Dinle ve aşiret bağları ile ilintilendirilebilecek her şeye karşı çıkıyor, onları mütegallibe olarak tanımlıyorlardı.

Kürt milliyetçiliği ilk dönemlerinde o kadar marjinaldir ki, toplumsal hareketleri ne yönlendirebilir ne de içinde yer alabilir. Havêrkanlı Haco Ağa’nın 15 Ocak 1933 tarihli Hawar Dergisinin 15 sayısında Kürtçe kaleme aldığı “Ağa Şeyh Münevver” başlıklı yazısındaki şu sözleri manidardır: “Mücadeleyi ayağa kaldıranlar yine de şeyhler ve melalar idi. Onlarla beraber de ağalar harekete geçti. Ama çok üzülüyorum ki, onlarla beraber bir münevver [Kürt milliyetçi elitini kastediyor. SBY] dahi yoktu. Bu gruplar, hem marjinaldirler ama hem de toplumsal hadiselere sahip çıkmada mahir. Şeyh Sait Kıyam’ının hala milliyetçi Azadi örgütü tarafından organize edildiği söylenebilmektedir.

İslam bakışı son derece aydınlanmacı olan seküler Kürt milliyetçiliğinin, İslam ve İslami kesimle ilişkisi her dönemde pragmatist bir karaktere sahip olmuştur.

Milliyetçilerin pragmatik karakterleri, bütünsel bir ilkeliliği sergilemelerini gerekli kılmadığı gibi, toplumsal yapının eğilimine yakın görünerek kendilerine alan açmayı meşru görmektedir. Çünkü milliyetçilik de içinde taşıdığı seküler düşünceler de bu toprakların toplumsal fıtratına aykırıdır ve özellikle milliyetçiliğin taşıyıcıları da bunu çok iyi bilmektedirler. O nedenle de milliyetçilik, geleneksel yapılar içinde kendisine pek zemin bulamamaktadır. Bundan hareketle seküler milliyetçi gruplar, dinle ve dini kesimlerle pragmatist bir ilişki geliştirdiler. Aydınlanmacı söylemi yer yer tekrar etseler de yaygın söylemlerinde dine hürmetkâr bir dil geliştirdiler.

Hatta bu çıkarcı zihniyet PKK gibi halk tabanlı milliyetçi örgütlerde dinin “kullanılmasına” kadar vardırılmıştır. Örgüt bünyesinde din adamlarından oluşan yapılar kurulup, ölen militanlar için mevlitler düzenlenmektedir. Burada amaç, kuşkusuz dini duygular nedeniyle örgütten uzak duran kesimleri de örgüte kazandırmaktır. Milliyetçiliğin esnek ve pragmatist doğasını yansıtan örnekler çoğaltılabilir ama aslolan, sistemli bir ideolojik unsura dönüştürülme bağlamında milliyetçilik olgusunun arkaplanında yatan karanlığı fehmedebilmektir ki önemli olan da budur.

Ulusal egemenlik başlığında yazar, ulusal egemenliğin milliyetçiliğe ait bir kavram olduğunu açıkladıktan sonra, Kürtlerin gerekli gördüklerinde bağımsız bir devlet istemelerinin haklılığına değinerek şöyle devam ediyor.

Kürtlerin devlet talebinin olup olmadığı tartışmalıdır. Fakat bilimsel olmasa da sosyal gözlemler, Kürtlerin genelleşen bir devlet talebinin olmadığı yönündedir. Elbette Kürt halkı bu yönde bir güçlü irade koyarsa, kimse buna engel olma hakkına sahip değildir. Birlikte yaşamak karşılıklı rızaya dayalıdır. Bir toplumla onun rızası hilafına birlikte yaşamaya çalışmak, despotluktan başka bir şey olmaz.

Özellikle de katliam, inkâr, imha ve asimilasyon zulmüne karşı ayrılma talebi gayrı meşru kabul edilemez. Bu talebi gayrı meşru addetmek, öncelikle insanlık onurunu hiçe saymak anlamına gelir. TC’nin kuruluş yıllarında birlikte yaşamak, nasıl Kürtlerin ortak iradesi olarak tecelli ettiyse; Kürt toplumu gerek görürse ayrılma şeklinde bir irade de tecelli ettirebilir.

Bir toplumun dili, kavmi varlığı, geleneksel yapısı ve diğer kavmi özellikleri tehdit altındaysa, devlet fikri mutlaka milliyetçi bir kalkışla ortaya çıkmayabilir. Daha çok zulümden kurtulmanın bir yöntemi olarak düşünülebilir. İsrailoğulları nasıl ki Firavun zulmüne karşı Firavun devletinden ayrıldılarsa, benzer durumda olan her kavim bunu gerçekleştirebilir; çünkü bu öncelikle fıtri bir hamledir.

Yazar, son olarak şunları dikkatlere sunuyor.

İdeal olan Müslümanların tek çatı altında toplanmasıdır. Ama ümmet inancına bağlı aynı anda farklı devletler de olabilir. Bunlar arasında tanımlanmış ya da tanımlanmamış konfederal bir ilişki de kurabilirler ve görece bu yeterli de olabilir. Ancak bu durum etnisite merkezli bir devleti meşru göstermez. Burada temel sorun ayrı devletler meselesinden öte bunun etnisite merkezli yapılmasıdır. Etnisite merkezli (yani ulusçu) devletlerin, ümmet mefkuresine uygun hareket edebilmesi mümkün değildir. Çünkü “ulusal çıkar gibi çok sağlam bir engelle karşı karşıya kalınacaktır.

Biz Müslümanlar olarak, PKK’in “silaha dayalı haklılığı” karşısında komplekse girmek ve milliyetçi söylemlerin duygusal atmosferine kapılıp savrulmaya yol açacak bir yol tutturmak yerine; yarınımızı İslami kimlikle inşa etmek ve Kürt sorunu konusunda geç kalmışlık mefhumunu telafi etmek için İslami ilkeler muvacehesinde bir dil, üslup ve model oluşturmak zorundayız. Bizleri yarına taşıyacak olan, üreteceğimiz adalet temelli modellerimizdir.

İslami söylemin vahiyden aldığı diriltici gücünü kullanarak, Kürdistan halkının özgürlük ve adalet arayışını yüklenmek şahitlik misyonunun gereği, vasat ümmet olmanınsa şartlarından biridir. Sistemin, PKK'nin ve muhafazakârlığın içini boşalttığı ve gözden düşürdüğü kardeşlik, ümmet ve adalet gibi İslami kavramlar bu yoldaki işaret taşlarıdır. İslam'ın ve Müslümanların Kürdistan'daki geleceği, ancak Kürt sorununa İslami kimlikli bir yönelim ve şahitlikle mümkün olacaktır. Sözün özü; mezkûr dağınıklığın aşılması için daha sarf edilmesi gereken çok emek, kat edilmesi gereken çok yol var.

Sonuç olarak:

Kürt sorunuyla ilgilenmenin özellikle misakçıların dönüştürme politikalarının olduğu yerdeki karşılığı hiç şüphesiz milliyetçilik, ümmeti parçalama, islama ihanet etme gibi karşılanır. Bu durum da yazarın ifadesiyle ateşten gömlek giymek gibidir.

Toplumun üzerindeki dezenformasyon; tembellik, bananecilik, marazileşme, duyarsızlık ve korkaklığı da beraberinde getirdi. Hangi dünya görüşüne sahip olursak olalım öncelikle misakı milli dayatmasına tabi tutulduk. Bu anlamda olaylara yaklaşım biçimimiz ne olursa olsun önceden hazır olan önyargılara maruz kalmak mümkündür. Zira sistem toplumu tektipleştirme çabasındaydı. Bu da ulusalcı sistemin olmazsa olmazıydı. Durum böyle olunca Kürtlere yönelik yapılan zulmün toplumun zihninde deşifre edilip açıklığa kavuşturma çabası sisteme karşı en büyük düşmanlığı ilan etmek temekti.

Şeyh said kıyamının ulusalcımı yoksa fıtrimi olduğu konusu, dönemin şartları içinde değerlendirilmesi daha adilane olacaktır. Çünkü bu kıyamı başlatanlar hadi kendimize bir devlet kuralım anlayışıyla yola çıkmadılar. Sistemin toplum üzerindeki olumsuz etkisi ve Kürtlerin söz sahibi olamayışı bağlamında değerlendirilmesi gerekir. Şeyh sadin bizi birbirimize bağlayan hilafetti oda ortadan kalkınca bağlarımız koptu. Aynı zamanda asılırken kullandığı değersiz dallarda sallanmama pervam yoktur muhakkak ki mücadelem Allah ve din içindir sözleri konuya ışık tutar.

Müslümanların Kürt sorununa yaklaşım biçiminde ortaya koyacakları pratiklerin ulusalcılığa kaymaması gerektiğini çokça dile getiren yazar, PKK’nin tutumu da sekülerdir diyor. Bu hususta yazarın kaygılarına katılmak gerekir. Çünkü bu hayatta yapacağımız her şey öte alem ile ilişiklidir. Seküler fikriyatın egemen olduğu bir ortamda ahiret anlayışının hiçbir değeri yoktur.

PKK’nin ortaya koyduğu pratik, silahlı mücadele olduğu için sivil çabaların buharlaştığı bir gerçektir. Her hal olması gereken sorunun bir bedeli vardır. Bu gün PKK bu bedeli fazlasıyla ödediğini düşündüğünden, kendisi dışında ortaya çıkan bazı kesimlere de tahammül edemiyor.

Yazar kavim ve ulus kavramlarını açıklarken kaynaklarına Rum 22 ayetini de eklemesi ve bu konuda vahiy ne diyor? açıklaması gerekiyordu. Elbette bu konuda araştırmaları olan kişilerin görüşleri ve onların kaynakları önemlidir. Ancak bizce kuran her türlü kaynağın ötesindedir. Renklerin ve dillerin tarifini yaparken ya da şube şube oluşumuzun ana gayesini açıklar.

Kürtlerin Haklarını savunmak için milliyetçi olma şartı yoktur. Haksızlığa karşı yapılan mücadelelerde, haklı bir duruş en doğru olandır. Şu da unutulmamalı ki mazlumun kimliği sorulmaz ama mazlumu savunanın nasıl bir duruş sergilediği önemlidir.

Kürt sorununa ilişkin daha kat edilmesi gereken çok mesafe var. Müslümanların bu surun ile ilişkileri, aynı zamanda onların imtihan alanı olmuştur. İslami kesimin ortaya koyacağı irade, Kürdistan halkı için çok önemlidir.

Kürt kavmi de imtihanını verme hakkına sahiptir. Akleden bir kavimmi yoksa isyan eden bir kavimmi oldukları iradeleri kendini ortaya koyduktan sonra belli olacaktır.

Haber: Murat Yeşildağ 

Etkinlikler Haberleri

Özgür-Der Siverek Temsilciliği'nde Bayrak Değişimi
Siverek Özgür-Der'de 'Siyasal Bilinç' Konusu İşlendi
Siverek Özgür-Der’de ‘Dua’ Kavramı Konuşuldu
Siverek Özgür-Der'de “Dünyada Halepçeler” Etkinliği
"Şeyh Said Kıyamı İslami Bir Kıyamdır"