Sivas'ta “Muhkem-Müteşabih" Semineri

Sivas'ta “Muhkem-Müteşabih" Semineri

Özgür-Der Sivas Temsilciliği’nin Pazar seminerlerinin üçüncüsü 7 Kasım günü gerçekleştirildi.

İlk oturumun konusu "Muhkem-Müteşabih, Tevil ve Kur'an'ın Kolaylaştırılmışlığı" idi. Süleyman Kurşun'un sunduğu program,  kavramların kelime kökenlerinden hareketle sağlıklı bir tanımlama yoluyla başladı. Kurşun'un sunuş formu şu şekilde gerçekleşti:

MUHKEM (محكم)

              حكم kök harflerinden türetilmiştir. حكم  fiili; hükmetmek,kararını vermek, yönetmek, kontrol etmek, engel olmak, yasaklamak, zaptu rapt altına almak gibi manalara gelir.

              احكم  fiilinin ismi mef'ulüdür. احكم fiili; sağlam yapmak, ustaca mahirane yapmak, özenerek iyi bir şekilde yapmak manasına gelir.

               محكم: Sağlamlaştırılmış, güçlendirilmiş, manası açık ve kesin hükümlü olan demektir.

الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ ءَايَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِير  
(
الهود 1)

              Elif Lâm Râ. Bu, ayetleri saglamlaştırılmış, sonra da Hakim ve Habir olan Allah tarafından geniş geniş açıklanmış bir kitabtır. (Hud-1)

   وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌ فَإِذَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ مُّحْكَمَةٌ وَذُكِرَ فِيهَا الْقِتَالُ رَأَيْتَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ فَأَوْلَى لَهُمْ(محمد 20)

              İman edenler "( savaşa değinen) Bir sure indirilmesi gerekmez mi? derler. Fakat içinde savaştan söz edilen hüküm koyucu bir sure indirilmiş olsa, kalplerinde hastalık olanların sana ölüm korkusundan baygınlık gelmiş kimsenin bakışı gibi baktıklarını görürsün….. ( Muhammed-20)

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(الحج 52)

                  Senden önce de her ne zaman bir rasul ya da nebi göndermişsek ve ( bu resul ya da nebi yaptığı uyarılardan olumlu tepkiler almayı) ümit etmişse, şeytan mutlaka onun beklentisini boşa çıkarmaya çalışmıştır. Ancak Allah şeytanın bu boşa çıkarma gayretlerini işlevsiz kılar ve ayetlerini sağlamlaştırır. Çünkü Allah her şeyi bilendir, hükmünü icra edendir. (Hacc-52)

MUTEŞABİH(متشابه)

              شبه  kök harflerinden تشابه kalıbından ismi faildir.

              تشابه: Benzemek, benzeşmek, müphem/kapalı olmak; net/açık olmamak manasına gelir.

              متشابه: İki şeyin birbirine benzemesi, birden fazla anlama gelen, müphem/olan, net/açık olmayan, anlaşılamayan ve ayırdedilemeyen gibi manalara gelir.

             

 

قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَ إِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللَّهُ لَمُهْتَدُونَ

(البقرة 70)

              (Onlar yine:) 'Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşaallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz' dediler. (Bakara-70)

وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللَّهُ أَوْ تَأْتِينَا ءَايَةٌ كَذَلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ قَدْ بَيَّنَّا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ(البقرة 118)

              Bilgisizler, dediler ki: 'Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?' Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Kalbleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik.  (Bakara-118)

اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَاباً مُّتَشَابِهاً مَّثَانِيَ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ ثُمَّ تَلِينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ يَهْدِي بِهِ مَنْ يَشَاءُ وَمَن يُضْلِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ(الزمر 23)

              Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O'ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur.  ( Zumer-23)

وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُواْ مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُواْ هَـذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن قَبْلُ وَأُتُواْ بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ(البقرة 25)

              (Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: 'Bu daha önce de rızıklandığımızdır' derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, kendileri için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara-25)

TE'VİL(تأويل)

              اول kök harflerinden türetilmiş olup, افعل kalıbından mastardır.

              اول : Dönmek, geri gitmek, isnat edilmek, sonunda bir şeye ulaşmak manasına gelir.

              تأويل : Bir şeyi aslına döndürmek, olayları aslına irca etmek, sonuç/akıbet manasına gelir.

وَكَذَلِكَ يَجْتَبِيكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلَى آلِ يَعْقُوبَ كَمَا أَتَمَّهَا عَلَى أَبَوَيْكَ مِن قَبْلُ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبَّكَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ(يوسف 6)

              Demek ki Rabbin seni seçkin biri haline getirip sana bir takım olayların iç yüzünü anlayıp-yorumlamayı öğretecek ve tıpkı daha önce ataların İbrahim ve İshak'a (bahşettiği) nimeti tastamam hale getirdiği gibi, seninle birlikte Yakub soyuna bahşettiği nimeti de tamamlayacak. Rabbin elbette her şeyi bilir, yerli yerince yapar. (Yusuf-6)

    قَالَ هَٰذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ سَأُنَبِّئُكَ بِتَأْوِيلِ مَا لَمْ تَسْتَطِعْ عَلَيْهِ صَبْرًا ( الكهف 78)

              Bunun üzerine (ilim sahibi kişi): " artık yollarımız ayrıldı" dedi. "şimdi sabredemediğin (bütün olayların) iç yüzünü sana açıklayacağım". (Kehf-78)

    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ ۖ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا(النساء 59)

              Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.  (Nisa-59)

وَأَوْفُوا الْكَيْلَ إِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا(الإسراء 35)

              Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir. ( İsra-35)

   بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُحِيطُوا بِعِلْمِهِ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْوِيلُهُ ۚ كَذَٰلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ۖ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ  ( يونس 39)

              Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz açıklaması onlara gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak!   ( Yunus-39)

هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا تَأْوِيلَهُ ۚ يَوْمَ يَأْتِي تَأْوِيلُهُ يَقُولُ الَّذِينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَا أَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ ۚ قَدْ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ(الأعراف 53)

              Yoksa onlar, (hesap günü'nün) gerçek mahiyetinin açıklanmasından başka bir şey mi bekliyorlar? Halbuki (hesap günü'nün) gerçek mahiyetinin açıklandığı gün geldiğinde, onu vaktiyle umursamayanlar, (bu kez); " Demek ki rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş. Keşke (bugün) bize şefaat edecek bir şefaatçi olsa? Yahut geri döndürülmemiz mümkün olsa da, önceki yaptıklarımızdan başka şeyler yapabilsek?" derler. Onlar kendilerini mahvettiler.uydurdukları şeylerde kendilerinden uzaklaşıp kayboldular. ( A'raf-53)

    وَقَالَ الْمَلِكُ إِنِّي أَرَى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنبُلاَتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ يَا أَيُّهَا الْمَلأُ أَفْتُونِي فِي رُؤْيَايَ إِن كُنتُمْ لِلرُّؤْيَا تَعْبُرُونَ  
 قَالُواْ أَضْغَاثُ أَحْلاَمٍ وَمَا نَحْنُ بِتَأْوِيلِ الأَحْلاَم بِعَالِمِينَِ(يوسف 43\44)

Kral, "Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, rüyamı bana yorumlayın" dedi.            ( Yusuf-43)     

              Dediler ki: "Bunlar karma karışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilmiyoruz."(Yusuf-44)

وَقَالَ الَّذِي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ أُمَّةٍ أَنَاْ أُنَبِّئُكُم بِتَأْوِيلِهِ فَأَرْسِلُونِ(يوسف 45)

              Zindandaki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zamandan sonra (Yûsuf'u) hatırladı ve, "Ben size onun onun gerçek manasını haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin" dedi.  (Yusuf-45)

هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ ۖ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ ۗ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ ۗ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا ۗ وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُولُو الْأَلْبَابِ(ال عمران 7)

              Sana Kitâbı (Kurân'ı) indiren O'dur; onun bir kısmı muhkem âyetlerdir ki onlar kitâbın anası (esâsı)dır, diğerleri ise muteşâbih (âyetler)dir.(2) Ama kalplerinde bir eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onun te'vîlini aramak için hemen ondan muteşâbih olanının peşine düşerler. Hâlbuki onun te'vîlini ancak Allah bilir. İlimde râsih (derinleşmiş) olanlar da.(Onlar:) "(Biz) ona inandık, hepsi Rabbimiz tarafındandır!" derler (ve o gizli hakikati izhâr ederler). Ve (ondan, selîm) akıl sâhiblerinden başkası ibret almaz. ( Al-i İmran-7)

Muhkem: Sağlamlaştırılmış, güçlendirilmiş. Bu ayeti kerimede muhkem ayetlerden kastedilen, bilinen anlamıyla açık ve anlaşılır olan, yani hiçbir yanlış anlaşılmaya meydan vermeyecek tarzda indirilmiş ayetler değildir. Bilakis bununla kastedilen, içerisinde yaşadığımız alemin gerçekliğiyle ilgili olan, yani bu aleme/yaşadığımız dünyaya ait olan olgularla ilgili olan ayetlerdir. İster anlamı açık olsun, isterse anlaşılmasında güçlük olsun söz konusu olan ayetler, namaz, oruç, hacc, zekat vb. ibadetler gibi; gıybet, yalan vb. ahlaki konular gibi; miras, nikah, boşanma vb. muamelat konuları gibi; hırsızlık, adam öldürme vb. cezai konular gibi; şura, biat vb. yönetim konuları gibi; savaş, barış vb. devletler arası ilişkiler gibi; evrendeki Allah'ın ayetlerinin göstergesi olan her tür tabi ve fiziksel varlık, olay ve yasalar gibi; sosyal olaylar ve yasalar gibi; kısacası içerisinde yaşadığımız ve kurallarına tabi olduğumuz alemin/dünyanın/alemi şehadetin varlık, olay ve olgularıyla ilgili olan ayetlerdir. Bunlar, ister normal bir hitap içerisinde, isterse bir kıssa bağlamında zikredilsin, ister bu ayetlerde teşbih, mecaz vb. edebi anlatım unsurları kullanılmış olsun, isterse kullanılmasın, ister ayette geçen kelimenin tek anlamı olsun, ister çok anlamı olsun, isterse müfessirler ayetin anlamında ittifak etsin isterlerse ihtilaf etsinler fark etmez. Eğer bir ayet bizim içerisinde yaşadığımız ve kurallarına tabi olduğumuz bu alemin/dünyanın/alemi şehadetin gerçekliği içerisinde yer alan bir varlık, olay ve olgudan söz ediyorsa bu ayet muhkemdir.

Muteşabih: Benzeşen, birden fazla anlama gelen. Müfessirlerin bir kısmı müteşabihi "birden fazla anlama gelen" yahut "anlamı açık olmayan" ayetler olarak yorumlamışlardır. Ancak burada sözü edilen müteşabih bilinen anlamıyla "anlamında bir kapalılık olan" yahut "birden fazla anlama gelen" ayet demek değildir. Bilakis müteşabih ayetler, içerisinde yaşadığımız ve kurallarına tabi olduğumuz alemin gerçekliğiyle ilgili olmayan, mahiyetini bilmediğimiz bir başka aleme/alemi ğayba ait olan varlık, olay ve olguları, içerisinde yaşadığımız dünyanın kelime ve kavramlarıyla ifade eden ayetlerdir. Dolayısıyla bu ayetlerdeki sorun, ibareyi "anlayamamaktan" değil, tam aksine ibarenin anlamını, "anlaşılan haliyle(kelime anlamıyla)" anlamaktan kaynaklanmaktadır. Oysa bu anlam, mahiyetini bilmediğimiz başka bir aleme/alemi ğayba ait bir şeyin, içerisinde yaşadığımız alemin kelime ve kavramlarıyla anlatılmasında ortaya çıkan anlamdır; ancak o alemin diliyle içinde yaşadığımız alemin dili arasında birebir mütekabiliyet/karşılığı yoktur. Örneğin rüya aleminin mahiyeti( zaman, mekan vb. hususlar) bizim yaşadığımız fiziksel alemin gerçekliğinden farklıdır. Rüyadaki bir şey fiziksel alemdeki "o şey" ile aynı değildir. Rüyadaki şey fiziksel alemde başka şeydir. Aynı şekilde Allah'ın zatı ile ilgili hususlar ve ahiret ile ilgili anlatılan bir kısım şeyler – her ne kadar bu alemin kelime ve kavramlarıyla anlatılsada – bu kelime ve kavramlardan bizim anladığımız şeylerle motamot aynı şeyler değildir. Çünkü bu ayetlerde söz edilen "şeylerin" gerçek mahiyetini – eğer açık bir karine yoksa- bu kelime ve kavramların bildik anlamlarıyla anlamamız doğru bir anlama olamaz.

Te'vil: Tev'il, -tabiri caiz ise- tıpkı, bir dilden bir başka dile tercüme yapmak gibidir. Örneğin rüya alemindeki bir varlık, olay veya olgunun yaşadığımız fiziksel dünyadaki karşılıkları gibi. (Yusuf-36-49) işte bu bağlamda, Kur'an-ı Kerim'de Allah'a izafe dilen bir takım fiil ve organlar ( el, yüz, gelmek, inmek vb.) ile, ahiret hayatına ilişkin bazı hususların, bu dünyanın diliyle ifade edildiğinde anlaşılan anlamlarıyla, bunların o alemdeki ( alemi ğayb) karşılıkları aynı şey değildir. Bunların bilinebilmesi ise ancak te'vil ile mümkün olabilir. Bunların te'vilini ise yalnızca her iki alemin  de mahiyetini bilebilen biri yapabilir. Ki oda alemlerin rabbi olan Allah'tır. Bize düşen ancak, bu tür ayetlerin tenziline inanmak, te'vilini ise Allah'a bırakmaktır. Ayetin devamında sözü edilen derin ilim sahipleri gibi davranmaktır.

SONUÇ OLARAK: Bu noktada kritik kavramın "te'vil" olduğu aşikardır. Müteşabihat dediğimizin konuların içerisine Allah'ın eli, yüzü ve istiva etmesi gibi örnekler giremez; bunlar mecazdan ibarettir. Müteşabih ayetler, yaşanan zamana ilişkin ayetlerden ziyade gayb alemine ilişkindir ve bu ayetlerin te'vili, ileride gerçekleşecek sonuçlarına karşılık gelmektedir.

İkinci oturumda ise Sinan Ceran, Peygamberlerin Ortak özelliklerini anlattı. Bu bağlamda özellikle Fevzi Zülaloğlu'nun Haksöz Dergisi'nin 100. sayısında yer alan "Kur'an'a Göre peygamberlerin Seçkin Konumları" başlıklı yazısından (https://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=2478) hareket eden Ceran, peygamberlerin genel ve lokal görevlerinden ve tarih boyunca peygamberlere karşı verilen tepkilerden söz etti. Ceran, konuşmasının kalan kısmında peygamberlerin özelliklerini 22 başlıkta özet olarak ele aldı:

1-                  Beşerdirler olağanüstü güçleri yoktur.

2-                 Yabancı değildirler.

3-                 Toplumun dilini konuşurlar.

4-                 Sorumludurlar.

5-                 Merhametlidirler, zorba değildirler.

6-                 Metevekkildirler.

7-                 Doğru yoldan sapmazlar.

8-                 Seçkindirler.

9-                 Erkektirler.

10-              Gayb'ı bilmezler.

11-               Yol göstericidirler.

12-              Emindirler.

13-              Salih'tirler.

14-              Duyarlıdırlar.

15-              Ölümlüdürler.

16-              Masumdurlar.

17-              Adanmışlardır.

18-              Sıddık'tirler.

19-              Şahit, Mübelliğ, Mübeyyindirler.

20-              Adildirler.

21-              Abiddirler.

22-             Müzekkerdirler.

Bu maddelerin kısaca anlatıldığı program soru-cevap ve ikram bölümleriyle sona erdi. Sivas Özgür-Der'de en yakın program Çarşamba akşamı 17'de Süleyman Ceran'ın vereceği "Jön Türkler ve İttihat Terakki" konu yakın tarih semineriyle devam edecek.

Önceki ve Sonraki Haberler