“Dünden Bugüne Medeniyet ve Modernizm”

“Dünden Bugüne Medeniyet ve Modernizm”

Pazartesi akşamı Özgür-Der Ümraniye Şubesi’nde “Dünden Bugüne Medeniyet ve Modernizm” üst başlıklı bir panel düzenlendi. Panelde Tuncay Yıldız “Medeniyet”, Kenan Levent “Modernizm” konusunu değerlendirdiler. Oturumu Murat Kirişçi yönetti.

Çok kullandığımız ama muhtevasını az tartıştığımız medeniyet ve modernizm kavramları ve konuları hakkında oturum başkanı Murat KİRİŞÇİ, kısa bir giriş yaptıktan sonra MEDENİYET kavramını ve konusunu Tuncay Yıldız değerlendirdi.

Tuncay YILDIZ, medeniyet kavramına farklı yaklaşımlar olduğunu belirttikten sonra bu kelimeye verilen anlamları dikkate aldığımızda üç kullanımın temayüz ettiğini belirti:

1.    İnsanın kendini kontrol etmesi, görgülülük.

2.    Gelişmiş olanla gelişmiş olmayanın belirlenmesi sonucunda ortaya çıkan durum,

3.    Farklılıklar içinde ortak paydaların ortaya çıkması.

Medeniyet kavramı, kültür kavramı ile iç içe geçirildiğinde 100'e yakın tanımının ortaya çıktığını belirten Yıldız, bazı örnek tanımlar verdi. Bazılarına göre medeniyet, "Bilme ve yapabilme hali. İnsanın maddi ve manevi varlığını güvenlik içinde ortaya koyma hali" idi. Ali Bulaç'a göre "dinin bir yerde somutlaşarak ete kemiğe bürünme hali", Malik Bin Nebi'ye göre, "İnsan – toprak – zaman arasında bağ kurma yeteneği", Ziya Gökalp'a göre "milletler arası ortak değerler", idi. İbn Haldun'a göre "Bilim, teknik, sanat, estetik alanlarındaki gelişmedirki, her zaman manevi değerlerle ilgili olmayabilir"di.

Yıldız'ın aktardığına göre Türkçe uygarlık kelimesiyle eşleştirilen medeniyet kelimesi Arapça iki kullanıma dayanır: a. Mdn'den Medine veya medeni yani şehir veya şehirli anlamına geliyordu. b. Dyn kökünden yönetmek, sahip olmak anlamına geliyordu. Meskun olan yer anlamında ha-de-re'den hadârette denilmekteydi. Hadâri, bedevinin zıttıydı.

Farabi, Medinetu'l Fazılası'nda erdemlilik halini işliyordu. Siyasi bir varlık olan insanlar arasında işbirliği-işbölümü ile ortaya çıkan ve mutluluğu amaçlayan sistem erdemliliği amaçlıyorsa medeni idi. Bu da ancak başlangıcını vahye dayanan Rasulullah'ın örnekliği ile gerçekleştirilebilirdi.

İbni Sina ise, erdemlilik yerine adaleti öne çıkardı. Adalet kişilerin yorumuna göre olursa kaos ve zulüm doğardı. O zaman adaletin nizami olan esası, ancak vahye muhatap olmuş Rasul örnekliği ile belirlenebilirdi.

İbn Haldun, "Umran" kelimesini kullandı. Hem barbar ve bedevi ve şehirlileri işleyen bir disiplin olarak kullanıldı. Bu kavramla siyaset felsefesi yapan filozoflardan farklı bir alan oluşturmaya çalışılıyordu. Soyut ideallerden, ütopyadan ve ahlaki ideallerden çok, hayatın gerçekliğinden çıkarak bir kültür oluşturmaktı. Nebevilik ve medenilik arasında kurulan bağın mutlaklaştırmasını eleştiriyordu. Umranın/medeniyetin üzerinde  coğrafyanın da etkisinin olduğunu söylüyordu.

Batı'da ise civilation, civil-şehir köküne dayanıyordu. Osmanlıda bu kullanım medeniyet olarak çevrildi. Civilation 1757'de ilk defa Fransa'da kullanıldı. 10 yıl sonra da İngiltere'de. Fransız seçkin zümrelerinin hayat tarzı olarak kullanılmıştı. 300 yılda kelime muhteva olarak dönüşümler yaşadı. Ve batılı değerleri anlatan ve bunların üstün olduğunu vurgulayan bir manaya dönüşmüştü. Batı'daki tüm kültürel birikim, teoriler ve icatların bir zirve olduğu anlatılıyordu. Bu konuda gelişme ve evrim teorisi,  linear/ilerlemeci bir felsefeyle izah ediliyordu. Gelişme 3 yolla izah ediliyordu:

1.    Doğrusal. Hayat iptidaiden mükemmele doğru gelişiyordu.

2.    Paralel. Birbirinden bağımsız mekanlarda ilerlemeci olarak birbirine paralel gelişmeler oluyordu.

3.    Basamaklı. Savaş ve doğal nedenlerle ilerlemedeki aksaklıklar da aşılacaktı.

Hepsi aynı istikamete akar denilen ilerlemeci medeniyet anlayışının eleştirileri üzerinde duran Tuncay Yıldız, medeniyetin difizyon/geçişlilik-transfer-ithalat özelliklerini sağlar ki bu hal yayılmacılığını ifade eder dedi.

Yayılmacılığın etkisi üzerinde duran Yıldız, transfer sonucu değerlerin-kültürlerin özünün değiştiğini belirtti. Ancak her benzerliğin difizyon etkisi oluşturamayacağı üzerinde durdu. Örneğin Türkçülerin Kızılderililerin örme sanatındaki motiflerin Orta Asya motifleriyle benzediği için aynılık iddiasının tutarsızlığı açıktı. Eski Mısır ve Fenike, aynı deniz ticaretinin taşıyıcıları olmalarına rağmen kullandıkları alfabeler hiç de geçişli değildi. Bazıların da her türlü dinin ilerleme için motivasyon sağladığını iddia etmeleri söz konusuydu. Ama evrim teorisi, daha sonraki medeniyet anlayışlarını şekillendirmişti. Bu doğrultuda sömürgecilik, etimolojik anlamda istimar (bir şeyi imar etmek) kavramıyla beraber kullanılıyordu.

Batı dışı toplumlarda bu kavram muasırlaşmak kompleksi içinde kullanılmıştı ve siyasi hedef haline getirilmişti. Fransa'da halkı, seçkinler gibi üst seviyeye çekmek amaçlanırken, Batı dışı toplumlar için onları üst seviyeye çekmek için modernleştirici olarak kullanıldı. Bu nedenle "gelişmiş ülke", "az gelişmiş ülke", "gelişmekte olan ülke" kavramları bu amaçla kullanıldı.

Almanlar medeniyet yerine "bildung-kültür" ifadesini kullanmışlardı. Hegel sonrasında konuyu manevi ve maddi kültür unsurları olarak değerlendirdiler. Ziya Gökalp'ı bu etkiledi. Maddi medeniyete karşı, manevi medeniyete (Türk'e özgü nlamında) "hars" diyordu.

İslam medeniyeti terkibine ise çoğu oryantalist, Greek felsefesi, Roma ve İran kültürü ve tekniği ile geçişli, aromatik veya karma bir yapıdır diye yaklaştılar. Malik Bin Nebi ise maddi gücün kutsanmasının cahili bir yaklaşım olduğunu ve Şura Süresi 129'uncu ayetinde gösterildiği gibi maddi gücün belirleyici olmadığını vurguladı. Ali Bulaç ise global Batı'ya karşı alternatif ve temel olarak sadece dindir. Onun için dine Batı, dine sivil alan oluşturulmasını engeller. Medeniyetler arası çatışmanın belirleyici olmadığını, asıl gelişim veya tökezlemenin insanın kendi nefsi ile, diğer insanlarla, doğa ile ve yaratıcısı ile çatışma içinde olup olmadığına göre belirlendiğini belirtti.

Osmanlı entelektüelleri çözülmeden bahsediyorlardı. O zaman Batı'ya karşı direnilemeyecekti. Batı'ya direnemeyeceğimize göre ondan seçmeler yaparak ayakta durmayı ve dirilmeyi düşünüyorlardı. Ama daha o zaman J. J. Rousso medeniyet eleştirisinde bulunuyordu. Onu batılı insanın yabancılaşması olarak değerlendiriyordu. Kendi içinde kendini yok edecek hastalıklar barındırıyordu. I. Dünya Savaşı çerçevesinde ise Marx Weber, toplumun umutsuzluğundan bahsediyor ve linear/ilerlemeci bir anlayışla medeniyet olgusunun izah edilemeyeceğini gösteriyordu.

Yıldız'ın konusu İslam ve Osmanlı medeniyetinin uykuda mı ölmüş mü olduğu, Atatürk'ün muasır medeniyet seviyesi ideali ile Tayyip Erdoğan'ın muasır medeniyet seviyesi idealinin aynı olup olmadığı soruları çerçevesinde de tartışıldı.

Murat Kirişçi, civilation kavramının Tunuslu Hayrettin ve Ahmet Cevdet paşalar tarafından medeniyet kavramı ile Osmanlıcaya çevrildiğini anlattıktan sonra MODERNİZM konusunu ve kavramanı anlatması için sözü KENAL LEVENT'e verdi.

Levent'e göre ilerleme, bilim, aydınlanma, sanayileşme gibi kavramları içine alan bir kullanıma sahip olan modernizmin kök kurucu paradigması Aydınlanmadır. Aydınlanmanın ana gövdesinde ise din-kilise karşıtlığı, insan merkezlilik, nesnenellik-pozitivizm ve baskın olarak deizm vardır ki "modernite"den de bunu anlayabiliriz. "Modernlik" moderniteden anlaşılan durumdur. "Modernleşme" ise bir süreçtir. Geleneksel toplumdan modern topluma bir dönüşme-dönüştürmedir. "Modernizm", modernleşmenin empoze edilmesi veya emredilmesi hali; yani zoraki bir süreçtir.

Modernizmin başlangıç tarihi hakkında ihtilaflar var.  Rönesans ve Reform ile, Amerika'nın keşfi ile, ulus devletlerin kurulmasıyla, bankacılığın oluşması ve burjuva sınıfının doğmasıyla başlatanlar vardır. Bazıları da 17. Yüzyıldan sonra bilimsel felsefenin ortaya çıkmasına, Marks da feodolite sonrasında Sanayii Devrimi ile ortaya çıkan durum olarak değerlendirir. Bireyleşme, sekülerleşme, sanayileşme, kentleşme, bürokratikleşme, kültürel farklılaşma, rasyonalistleşme çabalarının tümüne modernizm diyenler de var.

Modernizm projesi, dünya üzerinde herkesin homojen olmasını savunur. Batılı olmayan toplumları kendisiyle bütünleştirmek için, kendi aidiyetlerinden kopartmaya çalışır. Geniş kapsamlı bir değişme projesidir. Modernizm projesi 4 maddede özetlenebilir:

1.    Modern insanı oluşturur. Yeni deneyimlere, yenilik ve değişime hazır, geçmişten çok geleceğe bakan ve çevresine egemen olmak isteyen, bilim ve teknolojiye daha çok inanan, kendine yeten bireyselleşmeyi amaçlar.

2.    İnsan-doğa, insan-insan ilişkilerini oluşturur. Modern insanı sınırsız ihtiyaçları vardır diye tanımlar. O zaman da tem doğa ve insan ilişkilerine, mamüllerini tüketeceği market gözüyle bakar.

3.    İnsanı sınırsız tüketici ilan edince de iktisadi ilişkileri oluşturur. En itici güç dünyevi başarıdır. Kişi ne kadar çok nesneye hakim olunursa o kadar başarılı görülür. Aslında bu yaklaşımla sermayedar merkezli kapitalizm yeniden tanımlanmaktadır.

4.    Siyasal ilişkiler ağı diğer unsurlarla beraber anayasaya dayalı liberal demokrasiyi gerekli kılar.

O halde modern toplum, bireycilik, endüstri, kapitalizm, liberal demokrasi kavramlarından oluşur. Batı için bu statüye ulaşamayan toplumlara da geleneksel toplum denir. Aydınlanmacılara göre modern toplumun felsefesi ise şöyle özetlenebilir:

1.    Geleneksel toplumlar aşamalı bir süreç olarak modern topluma doğru sancılı bir şekilde evrileceklerdir.

2.    Geleneksel topluluklar modern toplum aşamasına geçtikçe birbirine benzeyecektir.

3.    Modernleşme geri çevrileyemeyen bir süreçtir. Şehirleşme, okur-yazarlık, sanayileşme gibi daha geri gitmez.

4.    İlerlemeci bir süreçtir. Kaçınılmazlıktan ziyade, herkesin gönüllü olacağı varsayımı vardır.

Her ne kadar post-modernizm, modernizm teorisini eleştiriyor gibi gösterilse de, alt kimlikler halinde gördüğü Hakikat arayışlarını göreceli konuma düşürerek, aslında modernizmin siyasi-ekonomik amaçlarını daha da kuvvetli ve keskin hale getirmektedir.

Batı toplumları 400 yıllık kendi iç dinamikleriyle oluşmuştu. Batı-dışı toplumlar böyle bir dinamik gösteremediler ve ilerlemeci bakış açısıyla yaklaşılınca iç değişme dinamikleri yeterli olmayan batı-dışı toplumlar dıştan zorlanmalıydı. Bu 3 durumda olabilirdi:

a. Müdahale. (Bunun örneği bizde Tanzimat ve Islahat Fermanları idi.)

b. Yerli aydınlar eliyle veya devşirme aydın ve bürokratlar eliyle. (Bizdeki Jöntürk ve Jönkürtler gibi)

c. Hem müdahale hem devşirilişmiş elitler eliyle. (Ki bizdeki örneği TC dönemi uygulamalarıdır)

Modernizm tanımı içindeki en önemli kavramlardan birisi olan "bireyselleşme" ise "Ne tanrı ne efendi" sözünden beslenmişti. Bir değeri de "ulus devlet"ti. Bununla da amaç toplumun yeniden kurulması ve inşa edilmesi olayıydı. Ulus devlet ve toplum için şu unsurlar belirleyici olmuştu: 1. Vatan, 2. Eğitim, okul, kültür, 3. Vatandaş, 4b Totaliterlik, bürokrasi, 5. Uluslar arası ilişkilerde çıkarcılık. Kafka'nın "Şato" dediği bu durumda her yerde insanlar kayıt altındadır. 6. Popüler kültür. Sinema, futbol, müzik ile toplum homojenleştirilir. 7. Haz ve tüketim kültürü. Bunun modern açımlı dev eğlence merkezleri, AVM'ler, lüks yerleşim siteleri vd.

Modernizmin bileşenlerden birisi de akılcılık-rasyonalizmdir ki bu insanın aklını gereğince kullanması anlamına gelmiyor. Akılcılık Kartezyen düşünceyle alakalıdır. Hayatı metafizik ve fizik alan diye bölüyor ve fizik alanı keşfedeceği veya bu alana hakim olacağı müstağniliğini yaşıyor. Yani kişi kuyuya düştüğünde kendi başına çıkacağı iddiasını taşıması gibi bir durum.

Modernizmin ilerleme koramı da en temel kavramlardan biridir. Bu kurama göre tarih sürekli ilerliyor ve daha iyiye gidiyor. Bu sürece adeta ilahi bir tanrı vasfı verilir. Bunun için de içinde dinin de olduğu eski ile bağın koparılması istenir. Sekülerleşme, laiklik, laisite ile a. doğanın büyüsü kırılır b. Din ve siyasi öğe birbirinden ayrılır c. Dini ve beşeri değerler yer değiştirir.

Kenan Levent'in konusu Mevlana'nın pergel metoforu bağlamında değerlendirildi. Pergelin bir ayağı sabit iken ikinci ayağı diğer kültürleri ve çevreyi gezecekti. Bugünkü çevre ve hakim kültür modernizm idi. Ama sabit ayak gerçekten sabit miydi. Donmuş denilen Osmanlı medeniyetinden sabite çıkar mıydı? Bize zorunluluk olarak dayatılan modernizm ve batı medeniyeti bir alın yazısı şeklinde gösteriliyordu. Bu kuşatmadan kopma ve alternatifimizi oluşturmak için kullanılan pergel metaforunun sabit ayağının hangi ölçülere ve sosyal örnekliğe dayandığı sorunu temeldi. Mevlana'nın ve Osmanlı medeniyetinin sabitesi göreceli idi. Bu bağlamda Kur'an'ın muhkem ölçüleri ile ölçülenmek, kültürümüzü bu ölçülere göre kavramak ve geliştirmekten; ayrıca hayatı bu bilince sahip kişiliklerle kuracak olan Kur'an nesli idealini imar etmekten başka seçenek görünmemekteydi.

Haber: Zekeriya Aydın

Önceki ve Sonraki Haberler