“İlk Gençlik Sorunları ve İslami Aile Modeli”

“İlk Gençlik Sorunları ve İslami Aile Modeli”

Özgür-Der Ümraniye şubesinin aylık bayanlara yönelik seminerinde 25 Nisan 2009 cumartesi günü ‘İlk Gençlik Sorunları ve İslami Aile Modeli’ konuşuldu.

Oturum başkanı Suna Savur, modernizmin kuşatması ve teknolojinin ilerlemesiyle internet, bilgisayar ve televizyon kültürünün yaygın olarak çocukların hayatlarına girmesiyle birlikte oluşan boşluğun doldurulamamasıyla gençlik dönemlerinde yaşanan patlamalar, cinayetler ve sapkınlıklara değindi.  Ve ilk olarak sözü Naciye Gönç'e verdi. Gönç, gençlerin ergenlik dönemlerindeki fizyolojik ve psikolojik yönlerine değindi.

Dengeli ve uyumlu ilkokul çocuğunun yerini tedirgin, güç beğenen ve çabuk tepki gösteren bir gencin aldığını belirten Gönç ergenlik döneminde gençlerin yaşadıklarını söyle anlattı: 'Duyguları hızlı iniş çıkışlar gösterir. Tepkileri önceden kestirilmez. Derslerine ilgisi azalmıştır. Dikkati dağınıktır. Başkaları tarafından nasıl görüldüğünü merak eder. Dinlediği müzik, beğendiği sanat etkinlikleri değişiktir. Uzun uzun düşler kurar. Hatıra defteri tutmaya başlar. Şiir, öykü yazmaya özenir. Yazdıklarında gizliliğe dikkat eder.Sivilceler, terleme, şişmanlık gibi nedenler, ergenin başlıca üzüntü konularını oluşturur. Bir gün önce çok neşeli bir görünümde olan genç, diğer bir gün üzüntülü ve içine kapanık olarak görülebilir.Ergenin iç çatışmasını arttıran bir diğer neden ise, hem isyankar bir tavır takınması hem de anne ve babanın desteğine, otoritesine ihtiyaç duyuyor olmasıdır.Çalkantılı bir dönem olarak anlattığımız ergenlik hep uyumsuz davranışlarla dolu değildir. Olumlu duyuş ve düşünüşler de bu dönemin özelliğidir. Örnek olarak genç soyut düşünme, yaşanmamış olguları sembollerle ifade etme yetisini kuvvetlendirmiştir. Her şeye olur olmaz karşı çıkarken eleştiri ve yorumlara yönelir. Her şeyi bir anda düzeltecek kolay çözümler arar. Bunun için çabuk kandırılabilir. Sonuçta kendisi ve toplum için zararlı olacak davranışlarda bulunması en büyük tehlikedir'. Daha sonra konuşmasını gençlerin yaşadığı problemlerden bahseden Gönç, kuşaklar arası çatışmalara, ergenlerin çocuk muamelesi görmemesi gerektiğine, çocukluğun önemsenmeyen uyumsuzlukların gençlik çağında birden alevlenip ağır bunalımlara dönebileceğinden bahsetti. Buhran döneminden kurtuluşun çareleri olarak Gönç 5 madde sıraladı:

1.                   Çocuğa sanat zevki verilmelidir.

2.                   Okuma zevki verilmelidir.

3.                   Çocuğun düşünme ve anlama zevki ile yetiştirilmesi gereklidir.

4.                   Çocuk ideale yöneltilmelidir.

5.                   Çocuk iyi bir boş zaman faaliyetine sahip olarak yetiştirilmelidir.

Gençliğimizin örnek modelinin Allah Rasülü olduğunu söyleyen Gönç, onun ahlâkının bizler için en güzel örnek, onun yaşayışının, hallerinin, sözlerinin ve hareketlerinin en mükemmel model olduğuna vurgu yaptı.

Son olarak Gönç, gence verilecek eğitim tarzının başında¸ ona iyi örnek olmak gerektiğini, burada da aileye ve büyüklere iyiyi temsil etme görev ve sorumluluğunun düştüğünü, büyüklerin kendilerini düzeltmeden gençliği düzeltmelerinin çok zor olacağını söyledi. Daha sonra ikinci konuşmacı Zeynep Koytak söz aldı. Koytak  konuyu 3 başlıkta anlattı:

1-            Batı toplumunda gençliğe bakış

2-            Gelenekte ve modernizmde gençliğe bakış

3-            İslam toplumunda gençliğe bakış

Hangi zamanda ve mekanda yaşanırsa yaşansın doğan her insanoğlunun Allah ömür verirse, ergenlik dönemi dediğimiz sıkıntılı, sancılı dönemin var olduğu gerçeğini ifade ederek söze başlayan Koytak, gençliğin tatlı hayallerin, tutkuların ve idealizmin filizlendiği, sıkı arkadaşlıkların, ilk sevgilerin yaşandığı dönem olduğunu,  onura ve başarıya paradan daha çok değer verildiğini aktardı. Ve ardından 3 başlıkta yapacağı sunumunun ayrıntılarına değindi:

1-            Batı toplumunda gençliğe bakış:

Batının gençleri sorumsuz, asi, haylaz ve eğlence düşkünü asalaklar olarak gördüklerini yapılan tanımlamarı belirterek gösterdi. Şöyle ki' Sokrates; 'Bugünün gençleri lüks ve gösteriş düşkünü, saygısız, başkaldıran, geveze ve obur yaratıklardır' demiştir. Daha sonraki yy'larda erişkinlerin gençlerle ilgili önyargıları ve kalıplaşmış düşünceleri pek değişmemiştir. Shakespare; '14-21 yaş arasını boşa geçen bir çağ olarak görmüş , bir oyununda ' gençler içmekten, kavda etmekten, büyükleri kızdırmaktan başka bir işe yaramazlar' demiştir.

Daha sonraki zamanlarda Unesco'nun gençlik tanımı da aradan yıllar geçmesine rağmen diğerlerinden pek farklı değildir. Unesco gençlik dönemi için 'uçarılık, haylazlık, gözü karalık, bunalımlar, öfkeler, çatışmalar, kavgalar dönemidir' demektedir. Koytak daha sonra batının gençleri problemin öznesi olarak tanımlaması olayı çözülmez bir hale getirdiğini aslında ortada bir problemin olmadığını, değişimin var olduğunu ve sadece bu değişime ayak uydurmada ve kabullenmede bir problemin yaşandığını aktardı.

2-            Geleneksel bakış:

Geleneksel eğitime baktığımızda batı toplumunda merkezde olan çocuğun yerini babanın aldığını söylene Koytak, bu durumu ayrıntılı anlattı: ' Geleneksel eğitimde babanın tartışılmaz salt bir otoritesi vardır. Evde ilk ve son sözü söyleyen odur. Babayla çocuklar arasında korkuyla karışık saygılı bir uzaklık vardır. Anne ise ailede sessiz, çalışkan ve sevecendir. Kocasını korku ölçüsünde sayar. Bunalınca hırsını çocuklardan çıkarır. Geleneksel kesimde gencin çoğunlukla görünen kısmıyla ilgilenilir. Boyu, eli, ayağı, vücudu.  Bunların hızla gelişmesi.  Anna-babayı endişelendirir. Bunun yanında modernizm ise yaşadığı ortama, baskıya, otoriteye isyan eden, daha özgür ve rahat olmak istediğini söyleyen, aslında tam olarak ne istediğini bilmeyen boşlukta bir genç yığını oluşturmaktadır. Bilimsel ve teknolojik yenilikler yaşam biçimlerini ve değer yargılarını değiştirdi. Yaygınlaşan eğitim ve iletişim araçları yepyeni bit uyanış ve bilinçlenme getirse de uzayan eğitim dönemi, toplumdaki yerini almak için sabırsızlanan, büyük bir tüketici kesim, gençlik yarattı'. Dedi.  

3-            İslamdaki genç:

Bu başlık altında Koytak, büluğ ve rüşd kavramları üzerinde durdu.

Büluğ:  Çocuğun cinsi ve bünyevi ergenlik dönemine ulaşmasını ifade eder. Ve bu durumdaki kimseye de baliğ denir. Fıkıhçılara göre buluğun ön şartı belli bir alt yaş sınırına ulaşmış olup bu erkeklerde 12, kızlarda ise 9'dur.

Buluğ ile insan hem bedenen hem de ruhen belli ve yeterli bir asgari olgunluğa eriştiğinden kural olarak eda ehliyetini de kazanır. Çocukluk sebebiyle tanınmış muafiyetlerde buluğ ile kalkar.

Rüşd: Kur'an'ı Kerim'de hukuki tasarruflar bağlamında kullanıldığında rüşd kavramı, çocukluk çağını takiben cinsel gelişmenin ötesinde bir fikri olgunluk düzeyine erişmeyi ifade eder. Buluğ çağına gelmiş çocuğumuza dini eğitimi nasıl verebilir miyiz, geç kaldık mı, neresinden başlamalıyız sorusunun cevabının Koytak,  gençle olan ilişkiye bağlı olduğunu söyledi.

Gençle olan ilişkinin çocukluk yıllarında çok kaliteli ve tutarlı olmasının önemine vurgu yapan Koytak, bunun içinde en önemli şartın sevgi ve din duygusu olduğunu; Kur'an'ı Kerim'de 'Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın, etrafında dağılır giderlerdi' ayeti ile destekledi.

Gençlere dini eğitimde bir diğer metodda tedriciliğe dikkat etmek gerektiğine değinen Koytak, insan psikolojisinin kolaya meyyal olduğunu bu sebepten ona yapılan teklifin kolaydan zora, esastan teferruata, bilinenden bilinmeyene doğru zamanla ilerleyen bir tedric metoduna sahip olunması gerektiğinin altını çizdi.

Seminer katılımcıların soru ve katkılarıyla sona erdi.

Önceki ve Sonraki Haberler