Ümraniye’de “Sistem Analizi” Paneli Yapıldı

Ümraniye’de “Sistem Analizi” Paneli Yapıldı

Ümraniye’de Özgür-Der Şubesi tarafından “Rum Sûresi Bağlamında Sistem Analizi” başlıklı panel yapıldı.

Özgür-Der Ümraniye Şubesi'nin 2009-2010 aylık panellerine 14 Kasım Cumartesi akşamı gerçekleştirilen bir sunumla devam edildi. "Rum Sûresi Bağlamında Sistem Analizi" başlığını taşıyan ve Ümraniye'ye bağlı İstiklal Mahallesi'nde bulunan M. Akif Ersoy Kültür ve Eğitim Merkezi'nde gerçekleştirilen bu ayki panele Kenan Levent başkanlık yaparken Mustafa Eğilli, Ahmet Kalkan ve Yılmaz Çakır konuşması olarak katıldılar.

İlk konuşmacı olarak söz alan ve tebliğinde Rum Sûresi'nin ilk ayetlerinde konu edilen Sasani- Bizans savaşına yönelik bilgi aktarımlarında bulunan Mustafa Eğilli, Müslümanların bu savaşa ilgi nedenlerini irdeledi. Bu meyanda "Mekke münzevi bir konumdaymış gibi bir algılama var. Gerçek böyle değil." diyen Eğilli, Mekke'nin çevresindeki Roma-Bizans, Mısır, Habeşistan vb. bölgelerle ticari ilişkiler içerisinde olmasının yanı sıra buradaki kültürel havzalarla da temas halinde olduğunu belirterek bunun kendisine bir avantaj sunduğunu söyledi.

Mekke'de yoğun bir kuşatma altında olmalarına rağmen Müslümanların dış sorun ve gelişmelere ilgilerinin bulunduğunu kaydeden Eğilli bunun hem ilkesel ve hem de pratik düzlemde gerekleri olduğunu belirterek bunları  1- mesajın evrenselliği, 2- dış gelişmeler ve uygarlıkların Mekke'ye dönük etki potansiyeli ve 3- dava için alan yaratmaya dönük uygun mekân arayışı olarak sıraladı. Bu başlıkları açarak çeşitli açılımlarda bulunan Eğilli Habeşistan'a hicretin de diplomatik bir boyuta haiz olduğunu ve muhacirlerin kimlik ve sınıfsal konumlarının da bunun göstergesi olduğunu söyledi. Ayrıca Habeşistan'a hicret ettikten sonra da Müslümanların dış gelişmelere ilgisinin sürdüğünü kaydeden Eğilli, bazı Siyer kitaplarının naklettiği Necaşi'nin otoritesini sarsacak kadar etkili olan ayaklanmalar karşısında Habeşistan'daki muhacirlerin ilgi ve tutumlarının da buna bir örnek olduğunu söyledi.

Mekke'deki sosyal, siyasi ve ekonomik yapı üzerinde de duran Eğilli, Mekke'nin dinî ve ticarî bir merkez konumunda olduğunu, yerleşik bir düzene sahip bulunduğunu belirterek Darun-Nedve, Panayırlar, Himaye müessesesi vb. kurum ve kurumsal etkinliklerin niteliğine dönük saptamalarda bulundu.

Müteakiben Müslümanların Mekke'deki sosyal, siyasal ve ekonomik sistem karşısındaki konumlanış biçimlerini çeşitli maddeler altında toplayan Eğilli bunları  kısaca analiz ederek konuşmasını tamamladı. Eğilli'nin maddeler halinde topladığı bu tutumlar özetle şöyleydi:

  • Tevhidi ilan, tebliği yayma;

  • Daru'l-Erkam gibi bağımsız-alternatif örgütlenmeler oluşturma;

  • İ'tizal/ayrışma için kıble değiştirme;

  • Sistemin sunduğu araçlardan istifade ederek mücadeleye alan yaratma;

  • Mücadeleye eksen oluşturma (Ehl-i Kitab'ı müttefik görmekle beraber kendi özgünlüğünü oluşturma, farkını vurgulama vb.);

  • En güzel şekilde tartışma ya da mesajı gündemleştirme azmi;

  • Değerlere yaslanma, ortak paydalara vurgu (Müşrikler de dâhil olmak üzere Ehl-i Kitab'ın da ortak ata kabul ettiği Hz. İbrahim'e göndermede bulunma vb.)…

Eğilli'den sonra söz alan ve tebliğinde Rum Sûresi'nin ilk ayetlerinden hareketle bugünkü Müslümanların bölgesel ve küresel sisteme karşı konumlanışlarını eleştirel bir zeminde irdeleyen Ahmet Kalkan öncelikle tefsir geleneğinin Rum Sûresi'ni yorumlama tarzının vakıayı kuşatamamasını eleştirdi. Müteakiben Rum Sûresi'nden hareketle Ahmet Kalkan şu meselelerin gündemleştirilebileceğini kaydetti. Kalkan'ın çeşitli başlıklar altında topladığı bu meseleler özetle şunlardı:

  • Dünya siyasetini takip, dış gelişmelere ilgi;

  • Küresel süper güçler ya da hegemonik emperyalist sistemi değerlendirme;

  • Medine Vesikası vb. yaklaşımların tahlili;

  • Ortak payda oluşturmanın nasıl olacağı;

  • Ehveni şer telakkisi,

  • Galibiyet-mağlubiyet tasavvuru,

  • Dostluk-düşmanlık ya da velayet bağı…

Müteakiben söz konusu meselelere yönelik kısa açılımlarda bulunan Kalkan, birinci mesele bağlamında zühd anlayışının Kur'an'dan onay alamayacağını, dünyanın kapitalistlere bırakılmasının yeryüzüne halifelik misyonunun bilincinde olan Müslümanlara yakışmadığını ve dolayısıyla yeryüzünde zulmü, şirki ve tuğyanı giderip hakkı ve adaleti ikame etmek için Müslümanların dış gelişmeleri, dünya siyasetini mutlaka takip etmeleri gerektiğini söyledi. İkinci şık bağlamında tek kutuplu bir dünyanın insanlık tarihinde ender görüldüğünü belirten ve bugün de yeryüzünde rekabet halinde olan farklı "süper güçler"in bulunduğunu kaydedip bunun sünnetullahın denge unsuru sağlamasıyla irtibatlandıran Kalkan, Allah'ın bu şekilde yeryüzünde ifsadın çoğalmasını önlemek için insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla def ettiğini söyledi. Kalkan, Sasani-Bizans karşılaşmasına da böyle yaklaşmak gerektiğini kaydetti. Üç, dört ve beşinci meselelere dönük olarak da "Dün gençlere İslam devleti fikri veren ağabeylerin bir kısmı 28 Şubat tornasıyla ince ayardan geçtiler." diyerek Sağcı, Ilıman İslamcı bir çizgiye doğru savruluşları eleştiren Kalkan, ehveni şer, Medine vesikası ya da birlikte yaşama zeminini uzlaşmacı bir temelde arayanların çoğunun kendi yaklaşımlarını Rum Sûresi'ne dayandırdıklarını, oysa bu sureden bunların çıkmayacağını söyledi. Kalkan, gelinen aşamada ehveni şer telakkisinin kendisinin şerr-i azîm ya da şerr-i kebîr niteliğinde olduğunu ifade etti. 80'li yıllarda bazı çevrelerin kapitalist Amerika'yı Ehli Kitap mantığıyla komünist Sovyetler karşısında destekleyerek ittifak oluşturma çabalarına da dikkat çeken Kalkan, günümüz Avrupa ve Amerika'sının Ehli Kitap olarak nitelendirilemeyeceğini, çünkü bunların Rönesans, reform, aydınlama süreçleri sonrasında dini siyasetten tamamen dışladıklarını ve dolayısıyla bu yönüyle Bizans'tan bile geride olduklarını söyledi. Bu bağlamda ortak payda oluşturmanın önemine de değinen Kalkan, ancak ortak payda oluşturma zemininin iyi ayarlanması gerektiğini, bunun uzlaşmacı reflekslerle yapılmamasının önemini vurgulayarak dine yaslanan ya da kendisini dine nispet edenlerle oluşturulacak en önemli ortak paydaların tevhid, nübüvvet ve ahiret olduğunun unutulmaması gerektiğini söyledi. Son iki madde bağlamında da imana zulüm-şirk katmamanın dünyevi ve uhrevi anlamda felah ve tevfikin en önemli şartı olduğunu kaydeden Kalkan, bugünkü anlamıyla imanı zulümden arındırmanın sistemin ulusalcı kutsallarına, Kemalizm'e, laikliğe ve bunlarla uzlaşmanın herhangi bir türüne pirim vermemek olarak anlaşılması gerektiğini ve bunun dostluk-düşmanlık ya da velayet bağına da uyarlanması gerektiğini kaydetti.

Son konuşmacı  olarak söz alan Yılmaz Çakır ise Sasani-Bizans savaşını konu edinen Rum Sûresi'ndeki ilgili ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde dururken söz konusu olaya ilişkin olarak epistemolojik yanlışlara dikkat çekti.

Bu meyanda Sasaniler'in Persler olarak tanımlanmasının önemli bir yanlış olduğunu belirten Çakır, bu yanlış genellemenin bizim bugünkü kuşaklar olarak Osmanlı ya da Selçuklu ile tamamen özdeşleştirilmemiz gibi bir sorunu doğuracağını kaydetti. Çakır ayrıca bugünkü Avrupa ve Amerika'nın da doğrudan Bizans ile özdeşleştirilmesinin de aynı şekilde genellemeci, yanlış bir yaklaşım olduğunu ifade etti.

Bizans-Sasani savaşı bağlamında Ubey b. Halef ile Hz. Ebubekir arasında vuku bulan iddia üzerinde de duran Çakır, fakihlerin buradan hareketle kumarın ve iddiaya girmenin meşru olup olmayacağı tartışmasına girdiklerine dikkat çeken Çakır, bunun bir yaklaşım sorununu içerdiğini belirterek "Oysa bu bir mü'minin kitabına, Rabbine bağlılığıdır." dedi.

Müteakiben Rum Sûresi'nin nüzul ortamını irdeleyen Çakır, surenin vahyin 8. yılında indiğini belirterek bu dönemde Müslümanların yoğun bir baskı altında olduklarını ve dolayısıyla ilgilerinin ziyadesiyle içe, kendi dertlerine yöneldiğini kaydetti. Böyle bir ortamda Rum'a dikkat çekilmesinin ve ayrıca surenin Rum olarak isimlendirilmesinin anlamlı olduğunu belirten Çakır, Müslümanların sureyi Rum olarak isimlendirmesinin kompleksiz tutuma bir örnek olduğunu belirterek şunları söyledi: "Kur'an değer temelli insanlara yaklaşıyor. Kavmi mensubiyete göre kendini tanımlama güçlüğü çekiyor bugün Müslümanlar. Rum vurgusu açık bir taraf tutmadır. Ayrıca Ehli Kitap vurgusu yerine Rum vurgusu ilgi çekicidir. İthafın Ehli Kitap olmadığının altı çizilmeli." Dini bağlamda düşünüldüğünde surenin böyle isimlendirilmesinin ve bu savaşa dikkat çekilmesinin Müslümanların hicret ettiği Hıristiyan Habeş kralının taltif edilmesine yönelik de olabileceğine dikkat çeken Çakır, bunun bir vefa örneği olduğunu, sempatimiz, taraftarlığımızı ortaya koysa da onları tamamen meşrulaştırmamanın da önemli olduğunu, zaten Kur'an'ın da olaya dikkat çekmekle yetindiğini, yüceltmediğini kaydetti.

Ehveni şer olgusunu da 80'lerde Nurcu siyaset üzerinden örnekleyen Çakır, aslında ehveni şerrin önemli ve ciddi bir siyaset olduğunu ancak bu terkibin de istismar edildiğini belirterek kavramların, terkiplerin istismar edilmesinin onların önemini ortadan kaldıramayacağını  ve ehveni şer siyasetinin de bir zaruriyet siyaseti olduğunu söyledi. Çakır, her ne kadar istismarlar bulunsa da ehveni şer telakkimizin muktedir olmadığımız zeminlerde şerrin ağır tonuyla mücadele ederken ehvenini ya da daha düşük çaplısını öncelikli düşman edinmeme tutumuna oturtmamız gerektiğini ifade etti.

Çakır'ın konuşmasına müteakiben dinleyicilerden gelen soruların yanıtlandığı ve konuşmacıların eksik kalan vurgularını tamamlamak üzere kısa aralıklı söz aldığı ikinci tura geçildi. Panelin bu bölümünde dinleyicilerin soru ve katkılarıyla da muhtelif konular gündemleşirken ağırlıklı olarak ehveni şer konusu ekseninde fikri tartışmalar yaşandı. Panel, oturum başkanı Kenan Levent'in yaptığı duyurulara müteakiben sona erdi.

Haşim Ay / Haksöz-Haber

 

Önceki ve Sonraki Haberler