Beykoz'da "Sol ve Sosyalistler" tartışıldı

Beykoz'da "Sol ve Sosyalistler" tartışıldı

Özgür-Der Beykoz Şubesi’nin gerçekleştirdiği seminerlerde Musa Üzer'in sunumuyla "Türkiye’de Sol ve Sosyalist Çevreler" konusu tartışıldı.

Özgür-Der Beykoz Şubesi'nin düzenlediği "Türkiye Sosyal Dokusunu Oluşturan Gruplar" başlıklı seminer programının bu ayki konusu "Türkiye'de Sol ve Sosyalist Çevreler"di. Musa Üzer'in konuşmacı olduğu programda Sol'un oluşum süreci ve günümüzde geldiği nokta incelendi.

Musa Üzer sözlerine, Marksizm ve liberalizmin kaynak ve düşün yapıları itibariyle aynı özden çıkmış, Aydınlanma felsefesinin üretimi iki kardeş oldukları tespitiyle başladı. Büyük mücadeleler sonucunda Katolikliğin, dolayısıyla dinin hayatın dışına itilmesinden sonra onun yerini doldurma iddiasıyla liberalizm ve sosyalizmin ortaya çıktığını söyleyerek farklılıkları ve ciddi eleştirileri olmasına rağmen sosyalizmin de Aydınlanma'nın dilinden, dünyasından konuştuğunu belirten Üzer, liberalizm-kapitalizm ile Marksizm-sosyalizmin eşitlik, özgürlük, bilimsellik, ilericilik vb. ortak kavramları kullanmasının tesadüfi olmadığının altını çizdi. Aydınlanma hegemonyasıyla kurduğu bu tarihsel ittifakın siyasi hadiselere de etkisinin olduğunu belirten Musa Üzer, Hindistan'ın İngilizler tarafından sömürgeleştirilmesine Marx'ın; Cezayir'in Fransızlar tarafından sömürgeleştirilmesine Engels'in 'ilericilik' merkezli tarih felsefesi anlayışından kaynaklanan desteklerinin bu bağlamda anlaşılması gerektiğini hatırlattı.

Parçalanma ve dağılma sürecine giren Osmanlı İmparatorluğu'nda sol düşüncenin de bir 'kurtarıcı ideoloji' olarak yaşadığımız coğrafyaya girdiğini belirten Üzer, Türkiye'de solun ilk unsurlarının İttihat ve Terakki kökenli olduğunu belirtti.

1917 Bolşevik devriminden sonra 1920'de Mustafa Suphi önderliğinde Türkiye Komünist Partisi'nin  (TKP) kurulduğunu ama yeni kurulmakta olan Türkiye devletinin yöneticilerinin bu hareketin önderlerini katlederek tasfiye ettiğini ve kendi güdümünde bir sosyalist hareket olmasına çalıştığını vurguladı. Üzer, Cumhuriyet'in ilk sosyalist aydınlarının toplumsal yapıyı pre-kapitalist tarımsal diye çözümledikleri için Kemalist modernleşme projesini desteklediklerini hatta Kadro dergisi örneğinde olduğu gibi ideolojik önderlik rolüne soyunduklarının altını çizdi. Ortadoğu'daki diğer sol unsurlarla kıyaslandığında Türkiye solunun dine, ilerleyen süreçlerde hep mesafeli davrandığını belirten Üzer, bunda sol kadroların Kemalist eğitim projelerinden geçmesinin rolünün büyük olduğunu, bugün hala sol kesimde Halkevleri, Köy Enstitüleri güzellemesinin devam ettiğini söyledi. İlginç bir şekilde Kemalist elitlerin sosyalist önderleri sürekli baskı ve takibat altında tutmalarına rağmen Türkiye'de Kemalist-sol ittifakının yaşandığını söyleyen Üzer, 1950 ve 1960'lı yıllarda bu durumun doruk noktasına çıktığını ifade etti.

Bugünkü darbe tartışmalarına ışık tutması açısından 27 Mayıs darbesine değinen Üzer, Türkiye solunun önemli figürlerinden Hikmet Kıvılcımlı'nın uzun yıllar cezaevinde kalmasına rağmen, 27 Mayıs darbesi sonrasında Milli Birlik Komitesi üyelerine mektup yazarak 'daha ilerici' adımlar atmasını istemesini örnek vererek solun başından itibaren ilerlemeci tarih perspektifiyle mevcut toplumsal yapıyı çözümlerken orduya 'ilerici' payesi biçtiğini, dolayısıyla sosyalist devrim aşamasına geçiş sürecinde 'ilerici' unsurlarla –ki bu da ordudur- ittifak yapmayı gerekli gördüğünü aktardı. 

Türkiye solunun altın yılları olarak gösterilen 68 kuşağı döneminde de sol siyasetin sistem tahlillerinin Kemalist perspektiften uzak olmadığını, bunun en önemli sebeplerinden birisinin de beslenme kaynağı olduğunu dile getiren Üzer, bu dönemdeki bütün hareketlerin kılavuz kitabı olan Doğan Avcıoğlu'nun Türkiye'nin Düzeni kitabını buna örnek gösterdi. Özellikle o dönemde sol siyasetin temel argüman olarak 'Tam Bağımsız Türkiye' vurgusunun Kemalist paradigma ile örtüşmesinde 'ideolojik tutkal' vazifesi gördüğünü belirtti.

Bu bağlamda Türkiye solunda Kemalizm'e en ciddi eleştiriyi ilk defa İbrahim Kaypakkaya'nın getirdiğini vurgulayan Üzer, Türkiye solunun o dönemdeki diğer önderleri Mihri Belli, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Doğu Perinçek, M. Ali Aybar, Behice Boran gibilerinin ise Kemalizmle ittifak konusunda ciddi zaaflarının bulunduğunu söyledi.

1961'de işçi, entelektüel, üniversite gençliği koalisyonuyla kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP)'in solun kitleselleşmesinde önemli rol oynadığını belirten Musa Üzer, TİP'in 1965 seçimlerinde %3,5 ile tarihinin en büyük oyunu alarak 15 milletvekiliyle Meclis'e girdiğini ifade ederek dönemi koşulları, isimler ve tavır alışlarla örnekleyerek anlattı. TİP içinde yaşanan sosyalist devrim-milli demokratik devrim tartışması ile partinin parçalanmaya gittiği dönemde sol hareketin, Küba, Çin devrimlerinin taşıdığı atmosfer ve çeviri kitapların sağladığı imkanla gençlerin önderliğinde ortaya çıkan THKO, THKP-C, TKP-ML hareketlerinin bugünkü sol yapılara da temel teşkil ettiğini vurguladı.

Sosyalist literatürün oluşumunda sistemin tepkilerinin rolüne de değinen Üzer, yıllarca sosyalist ya da komünist olmanın yasak olmasından dolayı 60'larda sol kesimin kendilerini 'devrimci' olarak nitelendirerek pragmatik ve pratik kaygılarla Atatürkçülüğe gönderme yaptığını, çünkü bu kavramın her zaman için Atatürkçülük lügatine ait olduğunu, o dönemde bunu kullanmanın hem sol unsurlara korunma işlevi sağladığını hem de 'devrimci' denilerek Küba, Sovyet, Çin devrimlerine atıf yapılmış olduğunu belirtti. CHP'nin altı okunda yer alan ilkelerin genel anlamda sol tarafından da benimsendiğini belirten Üzer,  İsmet İnönü'nün 1965'te CHP'nin 'ortanın solunda' olduğunu söylemesiyle o döneme kadar kendilerine sosyalist ya da komünist demeyen başta Kemalistler olmak üzere insanların kendilerinin solcu olduğunu söylemelerine yol açtığını, bu durumun da CHP ile sosyalistler arasındaki duvarın da kaldırılmasını ve o dönem itibariyle bunun teorik desteğini de Doğan Avcıoğlu önderliğindeki Devrim gazetesinin sağladığını ifade etti.

12 Eylül darbesiyle ağır bir darbe yiyen sol hareketin 1980'lerdeki gücüne bir daha ulaşamadığına dikkat çeken Musa Üzer, dünyada sosyalizmin krize girmesi ve Varşova Paktı'nın çökmesiyle ikinci bir darbe aldığının altını çizerken post-modern düşüncenin gelişmesiyle de klasik Marksist ideolojide ciddi krizlerin meydana geldiğini vurguladı. Üzer, Türkiye'de sol hareketin derinleşen krizler karşısında çözüm olarak tarihsel ve teorik 'aydınlanmacı Marksizme' sarılarak Aydınlanmanın değerlerine daha çok vurgu yaptığını bunun da Kemalist paradigma ile daha fazla örtüşmesine yol açtığını belirtti.

1990'lara gelindiğinde Türkiye solunun bir 'özne' olarak siyasette kaybolduğunu, pratik olarak ortaya konan çabaların ise son tahlilde İslamcılık karşıtı temelde ve Kemalist paradigmanın güçlenmesine yaradığını ve geçirdiği restorasyonun sadra şifa olmadığının altını çizdi. Ya Kemalizm'in 'kanatları' altında siyaset üretme ya da neticede Kemalizm'in güçlenmesine yarayan 'sinik' politikaların 28 Şubat darbesi ve 27 Nisan muhtırası süreçlerinde iyice açığa çıktığını belirten Üzer, sol çevreler tarafından ortaya atılan 'Ne Şeriat Ne Darbe!' sloganının bu durumu özetleyen en iyi slogan olduğunu vurguladı. 28 Şubat sürecinde az da olsa bazı sol grupların darbeye karşı İslami kesimle ortak eylemlilikler içerisinde bulunmasına rağmen, 27 Nisan muhtırası ve sonrasındaki başörtüsü yasağının kaldırılması tartışmalarında ise sol hareketin 28 Şubat pratiğinin de gerisine düştüğü tespitinde bulundu. Bu dönemde ortaya atılan 'Özgürlükçüyüz ama salak değiliz!' sloganının Türkiye solunun içinde bulunduğu sefaleti gösteren en çarpıcı ifade olduğunu, son tahlilde sistemle, ezenlerle aynı safta buluşmayı ifade eden bu yaklaşımın sol siyasetin önümüzdeki süreçte Kemalizm'le daha fazla örtüşmesine yarayacağını ifade etti.

Türkiye solunun İslami siyasetle doğru bir ilişki içerisinde bulunmasının önünde ciddi engeller oluşturan 3 durumun bulunduğunu belirten Musa Üzer, birincisinin solun ideolojik olarak hala Aydınlanma felsefesinin yapısında bulunan kaba pozitivist, şabloncu, ilerlemeci tarih anlayışı, bilimi kutsallaştıran bakış açısının olduğunu vurguladı. İkinci engelin ise sol hareketin Kemalizm'le olan göbek bağı olduğunu belirtirken üçüncü engelin ise sol hareketin Alevilik ile ilişkisi olduğunu ifade etti. Türkiye'de sosyalistlerin İslam'a karşı öteden beri mesafeli hatta zaman zaman hasım düzeyinde kendilerini konumlandırmalarına karşın şifahi kültür yapısı ve efsanelerle örülü Aleviliğe gösterdikleri hoşgörünün manidar olduğunun altını çizdi.

Canlı bir katılımla geçen program gelen soruların cevaplanmasıyla sona erdi.

HAKSÖZ-HABER / Beykoz

Önceki ve Sonraki Haberler