Mısır’da İslami Gruplar ve Gelinen Nokta

Mısır’da İslami Gruplar ve Gelinen Nokta

Özgür-Der Beykoz Şubesinde Akif Bilgir, Mısır'da İslami Gruplar ve Gelinen Nokta başlıklı bir seminer sundu.

Semineri sunan Akif Bilgir'in notları:

1914'te de tamamen İngilizler tarafindan isgal edildi. Ingilizlerin dogrudan isgalleri 1922'ye kadar sürdü. 15 Mart 1922'de ülkeye resmi olarak bagimsizlik verildi. Ancak yönetim yine büyük ölçüde Ingilizlerin direktifleri dogrultusunda hareket ediyordu. Bagimsizlik sonrasinda I. Fuad, Misir kralligina getirildi. 1936'da onun ölmesi üzerine oglu Faruk kralliga geçti.

Kral Faruk'un yönetimine 26 Temmuz 1952'de gerçeklestirilen askeri darbeyle son verildi. Darbeden sonra Tümgeneral Muhammed Necib devlet baskani oldu. Ancak iki yil sonra 25 Subat 1954'te Cemal Abdünnasir yönetime el koyarak Necib'i görevden uzaklastirdi. Abdünnasir dönemi tam bir dikta ve zulüm dönemidir. Abdulkadir Udeh ve Seyyid Kutub basta olmak üzere çok sayida Müslüman ilim adami ve düsünür onun zamaninda idam edilmistir. Abdünnasir zulmünden en çok nasip alanlar Müslüman Kardesler cemaatinin mensuplari olmustur. Bu cemaatten pek çok kimse hapse atildi ve çogunlugu ancak Abdünnasir'in ölümünden sonra hapisten çikabildi. Abdünnasir sosyalist anlayisa dayali bir Arap milliyetçiligini savunmustur. Onun fikirleri pek çok Arap ülkesine Nasircilik adiyla yayilmistir.

Abdünnasir'in 28 Eylül 1970'de ölmesinden sonra cumhurbaskanligina Muhammed Enver Sâdât geçti. Enver Sâdât baslangiçta biraz yumusak bir politika izledi. Abdünnasir'in siyasi düsüncelerinden dolayi hapse atmis oldugu kisileri serbest birakti. Ancak daha sonra o da zulme ve siddete basvurdu. Misir'in Israil'i resmen tanimasini ve diplomatik iliskiler kurmasini saglayan Camp David anlasmasi Sâdât döneminde imzalanmistir. Bu anlasmadan sonra Arap ülkelerinin geneli Misir'la diplomatik iliskilerini kestiler. Ancak daha sonra tekrar baslattilar. Enver Sâdât 6 Kasim 1981 tarihinde öldürüldü. Onun arkasindan cumhurbaskanligina Muhammed Hüsni Mübarek getirildi. Yakın bir zamana kadar bu görevi sürdüren Mübarek siddet ve zulümde Sâdât'in çok önüne geçti. Mübarek, her alti yilda bir yenilenen cumhurbaskanligi seçimlerine tek aday olarak girmekte ve demokrasinin mantigindan son derece uzak bir sekilde gerçeklestirilen bu seçimleri dogal olarak kazanmaktadir.

İngiliz işgalinden kurtulduktan sonra Mısır'ın yönetimini ele alan kralların onların ardından ülkede sosyalist diktatörlük rejimini hakim kılan Cemal Abdunnasır'ın, peşinden Mısır'ı ABD güdümüne sokan Envar Sedat'ın ve şimdiki lider Hüsni Mübarek'in tek ortak yönleri ülkenin Müslüman toplumunu İslâm'dan uzaklaştırma amacına hizmette kusur etmemeleri.

Mısır'da bugün "korku saltanatı" hüküm sürüyor. Bu korku saltanatının etkilerini toplumun her kesiminde hissetmek mümkün. Yıllardan buyana devam etmekte olan baskı uygulamalarından dolayı gözleri iyice korkan Mısırlıların çoğu, düşünce ve inançlarını açıklamaktan son derece çekiniyorlar. Düşünce ve inanç üzerindeki baskı uygulamaları da en çok Müslümanca düşünenleri hedef alıyor.

Mısır'da bu korku saltanatının yanında en çok dikkat çeken diğer husus da, halkın büyük çoğunluğunun fakirliğe mahkum edilmiş olması ve toplumun zengin kesimi ile fakir kesimi arasında çok büyük bir farkın bulunması. Kahire'de beş yüz bin insanın mezarlıkta yaşadığını söylersek bu fakirlik ve sefaletin boyutları hakkında fikir vermiş oluruz herhalde. Bunların yanısıra yine Kahire'de sokaklarda yatıp kalkan pek çok insana rastlamak mümkün. Toplumun en alt tabakasını oluşturan kapıcılara adeta köle muamelesi yapılıyor. Öte yandan zenginler, fakirlerin aylık gelirlerinin birkaç katını üye oldukları nadîlere (klüplere) aylık aidat olarak yatırıyorlar.

Mısır'da görünüş itibariyle çok partili demokratik sistem uygulanıyor. Ama bu tamamen şekli. Çünkü muhalefet partilerinin önü çeşitli engellerle kapatılmış ve devletin bütün imkanları iktidardaki Milli Demokratik Parti'nin eline verilmiş. Bu yüzden, Milli Demokratik Parti istenmeyen parti olmasına rağmen parlamentoda sürekli üçte ikinin üzerindeki çoğunluğu elinde tutuyor. Bu netice de, yine "korku saltanatı" sayesinde alınıyor, diyebiliriz. Mesela seçimlerde oylar açıktan veriliyor, sayım gizli yapılıyor. Yani olması gerekenin tam tersi. Öğrendiğimize göre bu uygulamadan ve seçim kanunundaki diğer adaletsizliklerden dolayı son seçimlerde halkın %90'ı oyunu kullanmamış. Ama hükümet seçimlerin normal bir şekilde gerçekleştiğini ve Milli Demokratik Parti'nin oyların %90'ını aldığını duyurmuş.

Mısır'daki hukuk sistemini tarif edebilmek için "bu ülkede yazılı kanunlar değil, yazılmayan kanunlar uygulanıyor" demek yerinde olur. Mesela, İslâm şeriatının uygulamaya konmasını istemenin yasak olduğuna dair hiç bir kanun maddesi yok. Ama bu isteklerini açığa vurduklarından dolayı yüzlerce insan hapishanelerde ömür çürütüyor. Hapse atılırken tabii ki başka başka suçlarla itham ediliyorlar. Şu örnek Mısır'daki yargı sisteminin mahiyeti hakkında gayet net bir fikir veriyor: Geçmişte faizli bankaları zor durumda bırakan tavzifu'l-emvalşirketlerinin en büyüğü durumundaki er-Reyyan şirketi kapatıldıktan sonra kurucuları hapse atıldı. Yaptıkları iş, yani faizsiz şirket kurmak kanunen suç değildi. Ama bu kişilerin cezalandırılmaları gerekiyordu. Hakimler daha önce bunları birbirinden çok farklı suçlarla itham ederek hesaba çektiler. Ama hiçbiri tutmadı Şirketin bir numaralı adamı Ahmed er-Reyyan demir kafes içinde mahkemeye getirilip götürülüyor. Firavunlar dönemindeki uygulamalarla bu uygulamalar arasında fazla bir fark bulmak mümkün mü?

Basın-yayın tamamen devlet kontrolünde. Süreli yayınların çıkarılması için özel izin gerekiyor. Ama devlet rejim açısından tehlikeli gördüğü siyasî grupların süreli yayın çıkarmasına izin vermiyor. Mesela, İhvan-ı Müslimîn 25 yıl önce kapatılan ed-Da've dergisini yeniden çıkarmak için henüz izin alamadı. Bu cemaatin aylık olarak çıkarmakta olduğu Livau'l-İslâm dergisi de kapatılmıştı. Amel Partisi'nin yayınladığı eş-Şa'b gazetesinin haftada bir kereden fazla çıkarılmasına müsaade edilmiyor. Ancak ilginç bir durum daha var. Devlet hem radyo ve televizyonda dinî yayınlara yer veriyor, hem de dinî muhtevalı gazete ve dergiler çıkarıyor. Ama bu yayınların önemli özelliği dinin ibadet ve ahlakla ilgili alanının dışına çıkılmıyor olması...

MISIR'DA İSLÂMÎ HAREKET

Mısır'da sisteme yönelik islâmî hareket üzerinde çok ağır bir baskı var. Bu yüzden islâmî hareket kitle tabanını fiilî olarak mücadelenin içine çekme konusunda pek başarılı olamamış, diyebiliriz. Belki islâmî mücadeleye destek olmak isteyen pek çok insan var. Ama devletin resmî terörü bu insanları idarî, hukukî ve iktisadî yönden çepeçevre kuşatmış durumda. Devlet baskısı başkent Kahire'de çevre illere ve köylere göre daha güçlü. Ama ülke nüfusunun üçte birden fazlası Kahire'de bulunuyor. (Kahire'nin nüfusu gündüz 25 milyon gece 18 milyon).

Mısır'daki islâmî cemaatlerin en geniş kitle tabanına sahip olanı İhvan-ı Müslimîn cemaatı.

Bunların yanısıra Hizbu't-Tahrir, Telliğ Cemaati vs gibi idare merkezleri Mısır dışında olan muhtelif islâmî akımların da çalışmaları mevcut. Ancak bunların çalışmaları pek fazla etkisini göstermiyor.

Mısır'ın İsmailiye kentinde mütevazi bir evde 1928 yılında yedi kişilik neferden ilk defa kurulmuş olan bir teşkilattır İhvan. Teşkilatın amacı, İslam'ı sahih akide platformuna yeniden oturtmak ve bu uğurda İslam'ın dev­let olmasına kadar cihad vermektir. Bu amaçla altı müslüman Hasan el-Benna'yı kendine mürşid tayin ederek harekete geçmişlerdi.

İhvan, çalışmalarına önce kültürel sahada başladı. Bi­atin hemen akabinde Kur'an, Tefsir, Hadis, peygamberi­mizin sireti, akaid ve ibadet gibi ilimlerde kendilerini ye­tiştirmek için bir ev kiralayarak burayı medreseye dönüş­türdüler. İsmailiye'nin pislik ve bataklığına saplanmış, fa­kat ruhları halen ölmemiş insanları bir bir çekip bu med­resede yetiştiriyorlardı. Bu küçük topluluğun oluşu­munda en büyük rolü oynayan etkenler; bir araya ge­lip pratik bir takım davranşılar ortaya koymak, arala­rındaki sevgi ve saygı bağını pekiştirmek, hayatlarındaki eksiklikleri tamamlamak, her konuda yardımlaş­mak ve nefislerini fiili cihada hazırlamaktı.

İhvan, halka İslam'ı götürürken her şeyden önce tak­dir edilecek bir güven ortamı sağlamıştı. Halk bu davayı benimseyip İhvan'ın etrafında kenetlenmeye başlayınca, diğer taraftan haset ve kıskançlık akrepleri garezkarların ruhlarında harekete geçti. Bu garezkarlar davaya taham­mül edemeyince davayı ve davetçileri çeşitli şekillerde karalamaya başladılar. İhvan'i bazen beşinci mezhep, bazen Vahhabilerin uzantısı, bazen de kendilerine güvenilmeyen maceracı, hayalperest gençlerin bir ta­kım yollarla yeni bir din inşa etmeleri olarak nitelen­dirmeye başladılar.

İhvan'ın 1947'lerde İsrail siyonistlerini büyük bir hezimete uğratması, bütün bölgelerde şube açtırmalar, ve İslam'ın hakimiyetini kamu oyunda sürekli gündemde tut­maları, despot hükümeti ve işgalci İngilizleri tehdit eder duruma gelmişti. Bu başarılı çalışmaları gören İngiliz em­peryalistleri, despot hükümete bir emir göndererek bütün İhvan yöneticilerinin tutuklanmasını istediler. Bu emirler yerine getirilerek, bölgede büyük çaplı operasyonlara geçildi. Hatta İsrail Siyonistleriyle cephede çarpışan İhvan üyeleri dahi zincirlere vurularak hapishane ve zindanlara atıldılar. Bir kaç ay sonra da genel mürşit Hasan el-Ben­na, Kahire'de Firavun hükümeti özel polis timi tarafından vurularak şehid edilmişti(12 Şubat 1949).

1951 yılına kadar, hem Benna'nın şehadetinin etkile­ri, hem de öncülerin zindanlarda olması İhvan içerisinde bir duraklama devresi yaşatmıştı. Ancak 1951 yılında mücahidlerin zindalardan çıkmasıyla hareket daha aktif bir görev üstlendi. Öncelikle İngiliz işgalci kuvvetlerini ken­dilerine boy hedefi olarak seçtiler. Hükümetin aldığı güç­lü tedbirlere rağmen ülke, cihad dalgasıyla kaplanmış, özellikle Üniversitelerde askeri eğitim kampları kurul­muştu. Bu uğraşlar emperyalist İngilizleri, bu topraklarda kalmalarının kendileri için iyi netice vermeyeceği konu­sunda ikna etmişti. İhvan'ın İngilizler üzerinde kurduğu bu baskılar hükümet ile görüşme masasına oturmalarına ve daha sonra da işgalcilerin bu topraklardan çekilmeleri­ne neden oldu.

Öte yandan Kral Faruk'un devrilmesi (1953) ve yeri­ne Cemal Abdunnasır'ın gelmesinde de İhvan'ın rolü bü­yüktü.

İhtilal komitesi, 1954 yılında Abdunnasır'a yapılan suikastı ihvan'a mal etmek istedi. İhvan, sorumluluğunu defalarca reddetmesi­ne rağmen suikast onların başına yıkılmış ve bir çok men­supları hapsolunmuştu. İslam dünyasının protestosuna rağmen büyük hukukçu ve İslam alimi Abdulkadir Udeh, mücahid ve alim Muhammed Fergali, Yusuf Talat, İbra­him Tayyib, Handevi Duveyr ve Mahmut Abdullatif şe­hid edilmişlerdi.

1954 darbesinden sonra uzun zaman İhvan kendisini toparlayamaımştı. Hatta İmam Hudaybi tüm ümidini yitirmişti. Çünkü İhvan teşkilatı tamamen fesh edilmiş, onbinlerce mensubu zindanlarda çürütülmüştü. Aynı yıl Seyyid Kutub da tevkif edilmiş ve onbeş yıl ağır hapse mahkum edilmişti. Üstad Kutup, zindanlarda dahi Benna'nın aktivitesini akidevi ve fikri bir temele oturtmak için bir çok eserler kaleme almıştır. Bu temelin, 'İslami değerler’ ile 'cahili değerler'in birbirlerinden ayrılmasıyla başladığını defalarca üzerine basa basa söylemiştir. Kral Cemal’ın zindanlarında yazdığı 'Yoldaki İşaretler' adlı kitab, İslam'ın unutulmuş kavramlarını asli kimliğine oturtup, İslam ve cahiliyenin bütün sıfatlarını ortaya dö­kerek tanıtma fırsatını kolaylaştırmıştır.

İhvan mensupları on yılı aşkın bir suskunluk devresi geçirdiler. 1938 Filistin doğumlu Salih Seriye bu suskun­luğa razı olmamış ve hemen İhvan'ın eski liderleriyle ye­niden ne yapılması konusunda temasa geçmiştir. Onlar­dan olumlu netice alamayınca, işin başına kaldığını farketmiş ve hemen hareketi genç subaylardan teşekkül et­mişti. Bundan önce de Zeynep Gazali (Mekke'de) Abdülfettah ile İhvan hareketini yeniden diriltmek için araların­da karar alarak harekete geçmişlerdi.

1965 yıllarına gelindiğinde, İhvan tekrar güçlenip ha­rekete geçince despot yöneticiler tarafından mevcut düze­ni devirmek suçundan Seyyid Kutub'un yazdığı 'Yoldaki İşaretler' adlı kitap her tarafta toplatıldı ve akabinde kırkbin müslüman daha zindanlara atıldı. Zindana atılan bu insanlar aleyhine öylesine bir kamuoyu oluşturuldu ki, gerçekten bunların terör olaylarına karıştığı yaygarası ile halkın zihninde İslami harekete karşı nefret uyandırmak amaçlanıyordu. Nihayet 1966'da hareketin öncülerinden üstad Kutup ile arkadaşları savunmasız bir şekilde idam edildiler. Diğer yandan Kutub'un kardeşleri Muhammed, Emine ve Hamide Kutuplar da hapse atılarak işkenceye tabi tutulanlar arasına alındılar.

1928'de Hasan el-Benna'nın İslam nizamını İhya etmek için kurduğu İhvan-ı Müslimin teş­kilatı ile başlayan İslami hareket, çeşitli derelerden geç­miş, teşkilatın öncüleri ülkenin zalim despotları tarafın­dan suikaste uğramış, kimileri asılmış, kimileri de işkence altında öldürülmüştü. Örgütün genel Mürşidi Benna 1949'da Kral Faruk'un ajanları tarafından; Abdulkadir Udehler 1954'de, Seyyid Kutuplar 1966'da Kral Nasır ta­rafından; Salih Sedyeler 1974'de, Mustafa Şükrüler 1977'de Abdusselam Ferecler 1981'de Enver Sedat tara­fından; Halid İslambuliler de Hüsnü Mübarek tarafından şehid edilmişlerdi.

İhvan hareketinde ilk defa 1950'lerde uzlaşmacı ve radikal olmak üzere iki ayrı düşünceye şahid olmaktayız. Uzlaşmacı kanadın lideri Hasan el-Hudaybi bilinirken, radikal kanadın öncüleri de Abduîkadir Udehler biliniyor­du. Bu ihtilaf, gün geçtikçe dalgalanıyordu. 1960'h yılla­rın ortalarına gelindiğinde bu ihtilaf daha da netleşmişti. Hasan el-Benna'nın ilke ve prensiplerine bağlı kalan ve genelde yaşlı kesimin temsil ettiği eski nesil ile Kutub'un "Yoldaki işaretler" adlı kitabında savunduğu fikir ve ilke­lerden etkilenerek ortaya çıkan yeni nesil. Böylece karşı­mıza İhvan gurubu ile Kutupçu gurup diye iki önemli hi­zip çıkmış bulunmaktadır. Bu iki akımın temel ihtilaf noktası 'düzene karşı tavır belirleme' üzerinde yoğunlaşı­yordu. İhvan, düzen tamamen bozulmamıştır. Islah edilmesi gerekir derken; Kutupçu akım, 'düzen baş­tan sona bozuktur, dolayısıyla ıslahı mümkün değil­dir', diyerek radikal bir tavır sahibi olmuştur. Ayrıca, elemanların tutuklanmaları veya şehid edilmeleri, İhvan'ın gelenekçi bir çizgi izlemesi ve siyasal değişmeler karşısında pasif bir politika takınması da neticeyi etkile­miştir.

Firavuni tavırlara sahip Mısır devletinde olaylar İhvan hareketini olumsuz yönde etkiliyordu. İhvan hareketinde artık ipler çözülmeye doğru yol almıştı. Önceleri İhvan gurubundan Kutupçu gurup ayrılırken, şimdi de Kutupçu guruptan et-Tekfir adında bir gurup çıkıyordu. 1970'li yıllarda ise İslami hareket; Selefiler, Cihad, Tekfir, Kutupçular, İhvan, el-Cemaatu'l İslamiyye olmak üzere hiziplere ayrılmıştı. Hatta Cemaati İslamiyye, kendi arasın­da İhvana kanat ve Cihada kanat olmak üzere ikiye ay­rılmıştı.

1- İhvan Hareketi: Bu hareket Benna tarafından se­lefi, sünni, sufi, siyasi, sportif, ilmi ve kültürel, ekonomik ve içtimaî esasları içeren bir hareket olarak kurulmuştu. İhvan hareketi, özellikle İhvan elemanlarını serbest bırakmasıyla açık bir uzlaşma yanlısı oldu. Bu uzlaşma netice­sinde çıkan ihtilaf diğer Arap ülkelerindeki teşkilatlara da sirayet etti. Bu guruplardan herbiri ülkesindeki mevcut si­yasi rejime karşı ya uzlaşmacı, ya da radikal bir tavır ta­kınmak zorunda kalıyordu.

İhvan hareketinde uzlaşma ve itidal yolunu benimse­yenlerin başında hareketin 2. lideri Hasan el-Hudaybi ve ölümünden sonra liderliğe getirilen Ömer Tilmisani gel­mektedir. Hudaybi, 1973'de hareketin çeşitli guruplara ayrıldığını görerek uzlete çekilmiş ve bu uzlet esnasında vefat etmiştir.

Hudaybi olsun, yerine geçen Tilmisani olsun İslami hedef ve nizamın zor ve şiddet kullanarak yerleşeceğine ve İnkılabın bu yolla zafere ulaşacağına inanmıyorlardı. Özellikle Tilmisani'nin uzlaşma stratejisi hareket içerisin­de az da olsa yer etmiş ve bu düşünce Suriye, Ürdün, Su­dan ve Lübnan'a da geçmişti.

Mısırda 1981 tutuklama kararları öncesi Tilmisani şöyle diyordu: 

"İhvan cemaatı şiddetten en uzak cemattir. Selefi Salihin; fasik veya zalim de olsa ülkeyi yönetenlere karşı silahla mücadele etmeyi uygun gör­memektedir... İhvan'ın hiçbir saldırganlığına rastlan­mamıştır... Ve biz hiç kimseyle kavga halinde değiliz... Teşkilatın kurucusu Hasan el-Benna ve halefi el-Hudeybi de şiddet olaylarını tasvib etmemekteydiler. Ben de bu iki başkan gibi şiddet hareketlerine karşıyım. Bu ülkede veya herhangi bir ülkede yönetenler ile yö­netilenler arasında meydana gelebilecek şiddet olaylarından hiçbirini onaylamıyorum." Bir başka yazısında da şunları belirtiyordu. "Bizim bugün karşılaştığımız sıkıntılar geçmiş otuz senenin köklü kalıntılarıdır. Şimdi ise (Mübarek dönemi) yönetim durumu düzelt­meye çalışıyor. Ben de tüm halkımızın, bu kişilere yar­dımcı olmalarını istiyorum."

Bu ve benzeri sözler, İhvan kanadının resmi ideolo­jiyle nasıl bir uzlaşma içinde olduklarını açıkça göster­mektedir. İhvan kadının son durumuna göz attığımızda şunları görmek mümkündür: 

Mayıs 1986'da vefat eden Tilmisani'nin yerine getirilen Seyyid Hamid Ebu Nasr'la İhvan'ın politik düşünce yapısında ciddi gedikler açılmış­tır. Hamid Ebu Nasr, yaptığı konuşmalarda İhvan'ın çağ­daş amacının Mısır, Arap alemi ve İslam'ı kurtarmak ol­duğunu belirtmiştir. Mısır ve Arap ulusçuluğunun en ateşli yıllarında doğmuş İhvan lideri, maalesef bu kor­kunç mirası bir türlü üzerinden atamamıştır. Bu, İhvan'ın başarısızlığını açıkça ortaya koymaktadır.

Yeni İhvan lideri Ebu Nasır'ın girdiği parlamento se­çimlerinden üç ortakları (İhvan-İşçi partisi-Ahrar partisi) yüzde yedilik bir sonuçla çıkması, İhvan'ın demokratik oyunlar içerisindeki konumunu açıkça belirlemektedir.

Mısır'daki İhvan gurubunun diğer akımlara karşı dü­şüncelerini ve tavırlarını yansıtan sloganları "ittifak ettiği­miz konularda yardımlaşalım; ihtilaf ettiğimiz konularda birbirimizi mazur görelim" şeklindedir, İhvan, diğer gurublar nezdinde tamamen resmi ideolojiyle bütünleşmiş olarak görüldüğü halde, halen Mısır İslam pratiğinde en etkili ve en büyük cemaat olma özelliğini korumaktadır.

2. Kutupçuklar: Bu akım, şehid Seyyid Kutub'un "Yoldaki İşaretler" adlı kitabındaki temel prensipleri benimseyerek yola çıkmıştır. Kutub, eğitim metotlarını araştırmak için gittiği Amerika dönüşü (1951) İhvan'a katılmıştır. Dolayısıyla Hasan el-Benna ile görüşememiştir. Şunu da belirtelim ki Kutup İhvan'a katıldığı günden iti­baren düşünce ve tezleriyle bir çok noktada İhvanla çatı­şıyordu. Kutup, İslami akide, lailahe illallah prensibi, İslami eylem, hakimiyetin sadece ALLAH'a ait oluşu, sosyal adalet, cihad bilinci, cahili toplumun durumu, emperya­lizm ve kölelik zulmünün esasları gibi birçok temel nok­talarda İslam'a yeniden sahip çıkıyordu. Ona göre cahiliye düzeni içinde yaşayan müslümanın takınması gere­ken tavır; düşünce bazında ayrılmak, eylem bazında da uzaklaşmaktır.

Yine Kutub'un asıl vurgulamak istediği, müslümanın düşüncede cahili düzenlerden tamamen ayrılması ve vicdanları ALLAH'tan başkasına kulluktan kurtararak akideyi sağlam inanç üzerine oturtmaktır. Kutub hiç bir zaman İhvan'a karşı çıkıp kendi düşünce ve tezlerini ilke edine­cek bağımsız bir gurup oluşturmayı düşünmemiştir. Ancak buna rağmen İhvan elemanları yer yer kutub akımına karşı dolaylı veya dolaysız mücadele etmişlerdir. Kutub'un "Yoldaki İşaretler" adlı eserinin metinleri çeşitli ve çelişkili yorumlara uğramıştır. Kimileri "tekfir" yönüne çevirirken kimileri de "uzlet" ve zaman zaman da "cihad" olarak değerlendirmişlerdir.

Bugün Kutup'çu akımı temsil edecek veya onun di­liyle konuşacak belirgin bir şahsiyet yoktur. Hatta kendi kendilerine has, bir teşkilatı ve bağımsız kuruluşları da yoktur. Günümüzde örgütlenme şeklinde bir görüntü var­sa da, fikri bir hareketten öteye gitmemiştir. Şunu da be­lirtelim ki Kutub'un tezleri canlı, yeni ve her zaman ge­çerli olan bir düşünce sistemidir. Fakat bu düşünceyi ka­bullenen herkes mutlaka Kutupçu'dur denemez.

3. Et-Tekfir ve'I-Hicre: Bu akımın tohumları zalim Abdu'n-Nasır'in zindanlarında atıldı. Bu akım, ilk olarak Abdu'n-Nasır'in küfrünü ilan etmekle yola çıktı. Akımın başını da Ziraat fakültesi öğrencisi olan Şükrü Mustafa çekti. 1965-1971 yılları arasındaki tutukluluk döneminde hareketin düşünce yapışım ortaya koymuş ve bir çok konuda İhvan elemanlarından ayrılmıştır. Et-Tekfîr gurubu­nun temel düşünceleri şunlardır: 

Toplum kafirdir. Hü­kümetler kafirdir. Dört büyük mescid dışındaki (Mescid-i Haram, Nebî, Kudüs, Küba) tüm mescidler dırar mescidi hükmündedir, Günahlar şirktir ve büyük gü­nah işleyen kafirdir. Mukallid kafirdir. Günahta ısrar eden kafirdir. Devletin tüm kuruluşlarına karşı uzlete çekilmek esastır. İcma, kıyas ve mesaimi mursele ve diğer fıkıh esasları batıldır. Tekfir akımı, düzene kar­şı çatışma hareketlerinden hiç birini onaylamadığı gi­bi, Cihad fikrini de kabul etmemekte ve ayrıca, günümüzde veya gelecekte bir İslam devletinin kurulması­nın gerekliliğine inanmamaktadır. Çünkü ahir zaman alametleri içinde buna işaret eden bir nass bulunma­maktadır.

Et-Tekfır ve'1-Hicre gurubu, 1977'de Şükrü Mustafa ve dört arkadaşının idamı ve bazı fertlere de uzun mahkumiyet cezalarının verilmesi, 1981 Eylül ayındaki tutukla­ma kararlarında yine bir çok elamanın kaybolması sonucu büyük bir darbe yemiş ve 1984 yılına kadar süren tutukla­malar karşısında bir çok tavır ve görüşlerinde değişiklik­ler yapmıştır. Bu cümleden olmak üzere durumlarım giz­leyebilmek amacıyla mensuplarına sakal tıraşını serbest bıraktıkları gibi; kadınların yüzlerindeki peçeyi kaldırmalarını, belli sınırlar içinde hükümette görev almayı, batı tipi elbiseler giymeyi de serbest bırakmışlardır. Ayrıca, akımla diğer İslami akımlar arasındaki ilişkilerde geliş­meler gözlenmiştir. Bu değişme ve gelişmelerin ortaya koyduğu şey, et-Tekfir akımının da eninde sonunda Es­neklik metoduna sarılmasının zorunluluğuna inanmış olmasıdır. Gerçekte bu durum, akımın lehine olumlu bir puan olarak kaydedilmelidir.

Bugün akımın elemanlarından bir çoğu Suudi Ara­bistan, Irak ve Ürdün'e yerleşerek, çalışmalarını sadece ekonomik sahaya hasretmişler ve geçmişte saflarında bu­lundurduğu ehliyetli kişilerden ve Üniversite öğrencileri­nin desteğinden mahrum kalmışlardır. Akım mensupları­nın çoğunluğunu kendi alanında çalışan çarşı-pazar esnafı oluşturmaktadır. Hatta ekonomik amaçlı göçlerin netice­sinde Mısır, akım için merkez olma Özelliğini kaybetmiş­tir. Hatta Mısır'da kendi can güvenliklerini bile koruya­maz durumdadırlar.

4- Cihad: Cihad grubunun düşüncelerinin esası, Seyyid Kutub'un düşünceleridir. 1950-1966 yıllan, Kutub'un düşüncelerinin ülkeyi sarstığı dönemdir. Bu dönem aynı zamanda İslami hareketin karşılaştığı zor bir dönemdir. Bu zor dönem beraberinde tağutlara karşı cihad fikrini getirmiştir.

Cihad akımı, ilk ayaklanmayı 1974'de Dr. Salih Seriyye başkanlığında Askeri Teknik okuluna karşı gerçek­leştirir. Bu olayda 90'dan fazla kişi tutuklanır. Salih Se­riyye ve birkaç arkadaşı idam edilir. Cihad akımı daha sonra bir çok meşakkat ve zorluklara rağmen çalışmaları­nı sürdürmüştür. 1980 yılında Halid İslambuli'nin Enver Sedat'ı öldürmesi, Kıpti'nin birine ait bir meyhanenin ya­kılması bir kilisenin tahrip edilmesi, birçok yerde güven­lik güçleriyle çatışmaya girmesi gibi sayısız olaylara ka­tılmıştır.

Cihad akımı içerisinde Salih Seriyye'nin apayrı bir yeri vardı. Seriyye harp okulu öğrencilerinin çoğunu saf­larına çekip, Kutup çizgisinde yetiştirerek mücadele ver­mişti. Ancak Seriyye, toplumu Kutup'tan farklı görüyor­du. Ona göre toplum, sistemin kaderine terk edilmiş bir kalabalıktan ibaretti. Bu akıma göre, dini lider ve resmi din adamları, asırlarca zalim ve kafir tağuti kesimlerle işbirliği yaparak İslam'ın en önemli direği olan cihadı top­luma unutturmuşlardı. Bu amaçla Cihad'ı yeniden ihya et­menin farziyetine inanmaktaydı. Hele silahlı mücadele kaçınılmazdı. Bunun içindir ki kahraman Halid İslambuli.

Enver Sedat'ın daha fazla zulüm ve despotluğuna taham­mül etmeyerek alim Ömer Abdurrahman'dan Sedat'ın kat­li hakkında fetva almış ve 73 savaşının törenlerinde ara­basıyla tirübinlere yaklaşarak kortejin tam karşısında dur­muş ve Sedat'ın hayatına son vermişti.

Cihad örgütü kurulalı beri hep sıkıntılı ve meşakkatli günler geçirmiş, akımın idareci kadroları ve önemli kişi­leri demir parmaklıklar arkasında hayatını tamamlamış ve tamamlamaktadırlar. Dışarda kalanlar için de sıkı tedbir­ler alınmıştır. Bu yüzden tebliğ faaliyetleri ve yayıncılık dışında faal bir çalışmaları bulunmamaktadır.

5. Selefîler: Bu akım, inanç, yaşantı ve diğer pratik­lerini selefi bir kimliğe dayandırdığından bu isimle anıl­mıştır. Bir başka ifadeyle, geleneksel kültüre aşırı bağlı­dırlar. Ahmet b. Hanbel'in başlattığı İbnî Teymiye ve öğ­rencisi İbn el-Kayyim'ın sürdürdüğü Hanbeli ekolünün de devamı sayılır. Daha sonra Arap yarımadasında bid'at ve hurafelere karşı çetin mücadele başlatan M. bin Abdulvahhab da bu düşüncenin bir ferdi ve yönlendiricisi sayılmaktadır.

Selefi akımın yaygın olduğu yer Suudi Arabistan ol­duğu halde daha sonraları Mısır'a da geçmiştir. Mısır'da İhvanla beraber çalışan Selefi müslümanlar, 1970’li yıl­larda aralarında kaba kuvvete dayalı çatışmalar çıkmış ve beraberlikleri son bulmuştur.

Selefi akımın inanç konusundaki temel esasları "Akidetü't-Tevhid" adlı kitaba dayanmaktadır. Bu akımın te­mel kavramları akide ve davettir. Bu akımın temel inanç­ları kısaca şöyledir:

Kıble ehlinden hiç kimse günahın­dan dolayı tekfir edilemez. Büyük günah işleyenler ebedi cehennemde kalmayacaklardır. Salih veya facir bir müslümanın arkasında namaz caizdir. Ancak açıkça bid'at işleyen kimse imam olamaz. ALLAH'a is­yan görülmediği sürece zalim de olsa akil emre itaat şarttır. İman ancak tasdik ve amelle gerçekleşir. Al­lah'ın hükümleri dışında başka hükümlerle hükmet­mek insanı dinden çıkarır

Aslında selefi akım içerisinde en aşırı kabul edilen Cuheyman el-Uteybi liderliğinde örgütlenen yeni selefi harekettir. el-Uteybi meşhur Mescid-i Haram olayını ger­çekleştirdiğinde, diğer Selefi liderlerin şiddetli hücumlarına maruz kalmıştır. Liderler Mescid-i Haram olayını Selefi bir hareket değil, Harici bir hareket olarak nitelen­dirmişlerdir.

Cuheyman hareketi, düzenle çalışmaya karşı çık­makta, hükümette görev almayı haram saymaktadır. Ayrıca fotoğraf kullanıldığı için pasaport, para ve kimlik taşımak "günah" sayılmakta, küfür beldeleri­ne seyahat etmek, televizyon seyretmek ve eğitim ku­rumlarına devam etmek haram kabul edilmektedir. Benzer düşüncelerden dolayı bu gurup, selefıler tarafından ayrılıkçı, bid'atçı, hatta Hz. Ali'nin ordusun­dan syılan Hariciler gibi görülmektedir.

Esasen Selefi anlayışa göre yöneticilerin, namaz kıl­dıkları sürece tekfir edilmemeleri gerekir. Zira bu konuda şu hadisi delil saymaktadırlar. "Aranızda namazı ikame ettiği müddetçe..." Bu amaçla mevcut resmi ideolojiye karşı cihad açmak doğru değildir, düşüncesiyle Cihad akımıyla büyük bir ihtilaf noktasındadırlar. Zira Selefilere göre Mehdi gelmeksizin cihad muteber değildir.

Selefi akım içerisinde Afganistan cihadını uygun gö­renler olduğu gibi, (hatta Cihada katılanlar da var) Suud yönetimi tipi müslüman (!) ülkelerin safında yer alarak cihad etmeyi de uygun görenler bulunmaktadır.

Bugün akım, Mısır'da diğer akımlar arasında ılımlılık anlayışını temsil etmektedir. Siyasi herhangi bir yönelişe katılmayıp geleneksel kültüre bağlılıklarından dolayı bü­yük bir çoğunluğu saflarında toplayabilmektedirler. İtidalden yana olan Mısır halkı, akımın yerleşmesinde yar­dımcı olmuş ve İhvan gurubundan sonra ikinci akım ol­muştur.

Bu günkü Mısır Selefi akımı, çalışmalarını İslam'ın akaid, ahlak ve davranış yönleriyle sınırlandırarak hadis ilmi, ehli sünnet anlayışı (şia ile olan çatışma devam et­mektedir fikren), fıkhi meseleler, kadınların örtünmesi, namaz, evlilik gibi konulara hasretmişlerdir. Halbuki ön­derleri sayılan Teymiye ve el Cevziler siyasi yönde ol­dukça ehemmiyet vermişlerdir. Hele üstadları Ahmet b. Hanbel bu konuda oldukça duyarlı ve aktifti.

Bu gün selefi akımın müntesipleri genelde kıyafet ve sakallarıyla tanınmaktadırlar. Erkeğin sakal bırakması, uzun etek giymesi, kadının ise peçe takması belirgin davranışlarıdır. Yine siyasi eylemlere katılmayıp düzenle uyum içerisinde görünmeleri hem Mübarek'i hem de Suud rejimini memnun etmektedir.

6. el-Cemaatü'I-İslamiyye: Bu cemaatın temel dina­mikleri; konferanslar, kamplar, seyahatler, hac ve umre yolculukları, üniversite çevresinde gerçekleştirilen sosyo kültürel ve sportif bir takım çalışmalarla İslam'ı seven tüm öğrencileri (erkek-kız) yönlendirmektir.

Cemaatu'l-İslamiyye gelenekçi tercihler, ayrılma ve bağımsızlık olmak üzere üç önemli merhale geçirmiştir. Son merhale cemaatin, düşünce bazında olgunlaştığı ve aktif olarak ortaya çıktığı dönemdir. Cemaat, fikri olgun­luğunu birçok konferans, yayın ve bildirilerle ortaya koy­muştur. Birçok kesimden insanın katıldığı konferansların davetçileri ekseriyetle İhvan mensupları idi. Hatta İhvan'ın ileri gelenlerinden Yusuf el-Kardavi bu cemaatin önderliğinde Abidin Meydanı'nda kılınan bayram nama­zına imamlık yapıyordu. Yine hem Kardavi hem de Muhamrned Gazali cemaate konferans vermişlerdir. Bunların da etkisi olacak ki cemaat İhvan sempatizanı, Cihada sempatizanı ve Selefi sempatizanı olmak üzere üç kanada bölünmüştür.

Cemaatı İslamiyye diğer guruplar gibi bir çok sıkıntı ve tutuklamalarla karşı karşıya gelmiştir. Hele cemaatın Cihad kanadı daha çok etkilenmiştir düzenin baskıların­dan. Fakat buna rağmen varlığını halen sürdürmektedir. Bu kanadın lideri durumunda olan Dr. Ömer Abdurrahman, Sedat'ın öldürülmesi olayında tutuklanmış, bir çok sıkıntılar geçirmştir.

Mısır'da İslami hareketin dayandığı büyük insan kit­lesi herhalde yeryüzünün bir başka yerinde bulunmamak­tadır. Buna rağmen bu hareketin inkılaba ulaşmaması gerçekten düşündürücüdür. Sıradan Mısır halkının siyasi kavrayış, bilgi, inanç ve dinamizmden mahrum oluşu ya­nında İslami hareketin de kendi içinde birtakım tutarsız­lıkları hareketi inkılaba götürememiştir.

Her şeyden önce, Mısır'da İslami hareket parçalan­mıştır. Gördüğümüz gibi bu parçalar kendi çizgisinde kalmayıp birbirleriyle uğraşmış, hatta birbirlerini tekfir dahi etmişlerdir. En büyük olumsuzluk budur. İkinci bir husus da İslami hareket sahasında faaliyetin başına, idari ehliyetine ve karizmasına bakılmaksızın, sıradan hatiple­rin getirilmesidir. Hareketi olumsuz şekilde etkileyen ve şekillendiren faktörlerden biri de ekonomik faktördür. Bu yoksulluk, sıkıntı ve umutsuzluklar Mısır halkını etkiledi­ği gibi İslami hareketi de etkilemiştir. Halbuki İslami ha­reket bu yoksulluk ve umutsuzluğu kendi lehine kullana­bilirdi.

İslami hareketin önündeki engellerden biri de gele­nekçi tutumdur. Geleneğe olan aşırı bağlılık İslami hare­ketin kimliğini gölgelemiş ve diğer hareketler karşısında uysal bir hareket görümününe sokmuştur. Mesela İran İs­lam Devrimi'ni tüm dünya müslümanları tebrik ederken, Mısır İslami hareketi (Cihad gurubu hariç) geleneksel anlayıştan dolayı reddetmiştir.

Mısır’da İslami hareketler ciddi bir ağırlığa sahip”

Olaylar Mısır’da ilk başladığında İhvan’ın eylem alanında olmadığı iddia edilmektedir.  Fakat İhvan’ın tüm barolarda, tüm sendikalarda, üniversitelerde, toplumun her alanında güçlü olan bir kitleye sahip olduğunu seçimlerde gördük. 18 gün süren bu eylemlerde İhvan’ın olamadığını söylemek biraz haksızlık olur. İhvan kurulduğundan itibaren toplumu dönüştürmek için onlarca farklı yöntem denediği için gelişen süreç karşısında temkinli açıklamalarda bulunmakla beraber sahadan da desteğini çekmemiştir. Bunun en güzel örneğini eylemin kırılma noktası olan Baltacı adlı grubun rejim karşıtı gösterilere saldırısını İhvan önlemiştir. Bu bizzat Tahrir’e katılan göstericilerin televizyonlara verdiği röportajlarda da dile getirilmiştir. Tabi İhvan ile birlikte yine 6 Nisan Gençlik Hareketi gibi bazı liberal gruplarda vardı. Yaşanan seçimlerde Selefilerin ve İhvan’ın toplamda yüzde 77 oy aldığını görüyoruz. Buda bize Mısır’da İslami hareketlerin ciddi bir ağırlığa sahip olduğunu göstermiştir. 

Mısır birçok açıdan Türkiye’ye benziyor.. Mısır’da da laikçiler var, batı yanlıları, milliyetçiler, eski rejim taraftarları var.. Hıristiyanlar %20-25 kadar. Bunların argümanları CHP’ye çok benziyor.. Bunların paralelinde bir başka grub da Beyaz Mısırlılar, laikçi, batıcı kanat. Hemen yanlarında Arap ırkçıları duruyor.. %15 gibi bir güce sahipler..

Mısır’ın ulusalcı cephesi bunlarla birlikte bizdeki Kemalist-Ulusalcı kanada benzeyen eski rejim yanlılarını da bu kefeye koymak gerek.. Liberaller, arada kalmış durumda. Mursi liberal, aydın, ılımlı sol çevreleri kazanmaya çalışıyor. Çünki onlar ağırlık merkezinin şekillenmesinde belirleyici kilit bir yere sahip. Denge aynen bizdeki gibi %48-52

Mısır’da iktidar AK Parti paralelinde bir siyaset izliyor. Muhalefet de bize çok benziyor.. Mısır’ın da CHP’si var, MHP’si var.. Terör estiren grubları, liberalleri, radikal dini grubları, hepsi var. Eski rejim yanlıları, beyaz Mısırlılar, radikal ulusalcı, laikçi, çağdaş kesim..

İşin ilginç yanı, muhalefet kanadı da, aynen CHP gibi, İP gibi, ÇYDD gibi tepki veriyor iktidara karşı. Söylemleri de, eylemleri de birbirine benziyor..

Mısır sermayesi de aynı şekilde, bizdekine benziyor..

 “Mısır’da elinen nokta Laik- Anti Laik çatışmasına döndü.”

Son yaşanan olaylarda Mursi’ye karşı eski rejim artıkları yani Mısır Ergenekon’u ile yaşanan bir çatışmadır. Mısır’da gelinen noktada kamplaşma Laik- Anti Laik çatışmasına döndü. Bir tarafta eski rejim artıkları ve bu çatışmadan iktidar koparmaya çalışan Liberaller ve diğer yanda devrimi korumaya çalışan İhvan var. Medya’nın da gücünü arkasına alan ve Tahrir’in sahibiymiş gibi lanse edilen eski rejim artıkları ve Ergenekon yapılanmaları Mursi’yi diktatörmüş gibi tanıtarak devrimi sahiplenmeye çalışmaktadırlar.  Bu durum halkın seçimlerle ortaya koyduğu değişim talebini ters düz etmekten başka bir şey değildir. Halkın seçimiyle başa gelmiş Müslümanların iktidara gelmesinden rahatsızlık duymaktadırlar. Bütün çatışmanın sebebi iktidarı elinden kaçıran azınlığın kopardığı fırtınalardır.

 

Önceki ve Sonraki Haberler