Bursa'da "Osmanlı'dan Cumhuriyete Kadın" Semineri

Bursa'da "Osmanlı'dan Cumhuriyete Kadın" Semineri

Özgür-Der Bursa Şubesinin “Yakın Tarihi” gündemleştirme seminerleri devam ediyor. Ördekli Kültür Merkezinde Sara IŞIKLAR tarafından “Osmanlı’dan Cumhuriyete Kadın Modernleşmesi” işlendi.

Sara Işıklar sunumuna Osmanlı Batılılaşmasının, 03 Kasım 1839'da Gülhane Parkı'nda Tanzimat Fermanının okunmasıyla başladığını, ilk adımların ise siyasi, askeri ve bürokrasi alanlarında uygulandığını belirterek başladı.

OSMANLI DÖNEMİ

Bu dönemde modernleşme, toplum hayatında insan ilişkilerinin merkezinde yer alan din algısında ortaya çıktı. Sosyal yaşamı şekillendiren verilerin "artık dünya/ahiret merkezli düşünülemez. Bilakis dünya ile ahiret bir araya gelemeyecek şekilde uzaklaşmıştır" savunucularıyla dinin toplum hayatı dışına çıkartılışını, "kamusal" ve "özel" alan olarak parçalandığını vurguyalan IŞIKLAR, yeni yeni ortaya çıkan elit sınıfın ise bu toplumsal alanın belirleyicisi olduğunu söyledi. Değişime başlayan yaşama biçimiyle toplumsal etkinlikler adı verilen "cemiyet hayatı"nda kıyafet alanında yaşanılanları şu şekilde değerlendirdi: "Giyim tarzı zihni şekillendiren topluma hakim anlam haritalarının neler olduğuna dair bize bilgi verir. Bu yüzden kıyafet değişikliği toplum hayatının değişmesinde önemli bir göstergedir. Tanzimat'tan sonra ülkeye gelen "Avrupai" giyim şeklini algılama problemi "olmak"tan "gibi olmak"a ertelendiğinde bu, değişimi kabukta başlayan ve kabukta biten bir hale büründürmüştür." Eskinin tek tip kıyafet algısının, Tanzimat döneminde iç ve dış mekan olarak yeniden belirlendiğini; iç mekanda giyilen kıyafetlerin: gündelik, gece kıyafeti, eğlence, ev gezmeleri şeklinde olduğunu, dış mekanda ise işyeri ve sokak kıyafetleri şeklinde belirlendiğini söyledi. Kıyafet merkezinde yaşanan tartışmaların basındaki yansımalarını paylaştı. Batılılaşmayı savunan kesimin "Tesettür"le kadının hareket serbestisinin kısıtlanmakta olduğunu hem de görünürlülüğünün engellendiğinin basında yer aldığını, ayrıca insan "hürriyeti" ve "medeni" olmanın gereğine uyuşmadığına dair yazınlarından varlığından bahsetti. Tesettürün kadının "Avrupai" görüntüsüne engel olduğu düşünce şeklinin karşıtı olarak da Osmanlı kadınının tesettürlü halinin toplumsal alanda bulunmaya engel olmadığını savunan yazarların varlığından da bahsetti. Ek olarak IŞIKLAR: "Bütün bu tartışmalar kadının tesettürünü bir biçimde etkilemiş ve dış mekan kıyafeti olan çarşaf ve ferace siyasi yapıdaki değişime paralel olarak II. Meşrutiyet döneminde pelerin, Cumhuriyet döneminde ise manto halini almıştır" dedi. Osmanlı'nın kendi kıyafet tarzını kaybetmesi üzerine kadın dergilerinde "modanın ne olup-olmadığı" tartışmalarının yer aldığını söyleyen sunumcu şu tespitlerini dinleyicilerle paylaştı: "modayı izah etme çalışmalarının belli noktalarda tıkandığı görülür. Bunun sebebi 'moda'nın İslam'ın dünya algısından farklı ve ona karşı bir kavram olduğunun ifade edilememesidir. Bu, Osmanlı cemiyetinde israf ve gösteriş zihniyetinin rağbet görmesini ve modanın toplum içinde daha hızla yayılmaya başlaması sonucunu doğurmuştur."

Osmanlı dönemindeki kadının modernleşme hareketinin bir başka alanı olarak 'çalışma hayatı'ndan bahsetti. "Osmanlı'nın gittikçe kötüleşen durumunda kadınların normal şartlarda çalışmaya başlamaları ya da daha geniş anlamda kamu hayatına katılımları hızlı bir seyir izleyemezdi. Ancak savaş şartları kadınları devletin kurtarılması hassasiyeti etrafında toplayarak ev dışına çıkarmada etkili olmuştur. Bununla birlikte tabii kadınların çalışma hakkını kazanmak için çabaları olmuştur." diyen konuşmacı bu çabalardan Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti'ni örnek olarak verdi. Bu dönemde çalışmanın sadece kent kadınlarının bir kısmını kapsadığını, hemde kadınlara mahsus işlerle sınırlı kaldığına değinen konuşmacı kadınların çalışma hayatlarına girdikçe statülü işleri kendilerine hedef olarak belirlediğini "statü" başlığında inceledi. Osmanlı'dan itibaren kadının statü düşüklüğünün temel sebebi olarak İslam'ın kadınları ikincil konumda gördüğünden kaynaklandığını savunan dönemin aydın kesiminin, bu bağlamda kadın olgusunu "harem" mantığına hapsedilmesiyle açıklandığını aktardı.

EĞİTİM alanında yaşanılanları "konak eğitimi" ve "Kurumsal Eğitim Modeli" üzerinden anlattı: Üst düzey Osmanlı ailelerinin eğitim modeli olarak seçtikleri "konak eğitimi"nde yabancı mürebbiyeler tarafından verilen  eğitim çalışmalarına değindi. Bu süreci geçiren kesimin dönemin ilk tartışmacılarını ortaya çıkardığını belirterek bu kişilerden Fatma Aliye, Emine Semiye, Ulviye Mevlan ve Nezihe Muhittin'i isimlerini saydı. Kurumsal Eğitim Modelini ile ilgili olarak; kız okullarının açılması ve sayılarının artışı  ile lise-yüksek öğretim şartlarının genişletilmesi, buralarda kadın-erkek ayrı öğrenimin karma sisteme dönüştürülmesini aktardı.

DİN alanında kadınların mücadelesine değindi. Hanımların bu çabasının, hem kadını çok eşlilik, tesettür ve harem hayatının oluşturduğu bir üçgene hapis etmek isteyen batılı kafaya hem de İslam dini adına kadına yasaklar getirmeye çalışan kesimlere din adına karşı çıkmak gibi bir alanda ortaya çıktığını belirtti. Ayrıca Meşrutiyet döneminde kadın konusunun İslam'la bağlantılı tartışmasında üç ana çizginin belirginlik kazandığını bunların: Batıcılar, İslamcılar ve Türkçüler olduğunu söyledi. Batıcılara göre dinin, kalkınmanın önündeki en büyük engel olduğundan kadınların gelişiminde de dinin negatif bir unsur olarak yer aldığını, kadının toplum ve iş hayatına atılmasının önündeki engelin şeriat olduğu söylemlerini kullandıklarını,  İslamcıların; batılılaşmaya İslam çerçevesinde çekinceler koyduklarını söyledi. Temelde ilerleme söylemini kullanan ancak İslam ve kadın arasındaki mesafeyi sorunsallaştıran İslamcıların, kadın ve ailenin batılılaşma lehindeki dönüşümünün karşısında olduklarını ve Türkçülerin ise İslam öncesi Türk geleneklerine referanslarla kadın konusuna yaklaştıklarını, dolayısıyla batıcılık ve Türk geleneklerinin birbirini beslediği bir kurgu üzerinde aile ve kadını inşa etmeye çalıştıkları şekliyle açtı.

AİLE konusunda kadının modernleşmesini de sunumunda işleyen IŞIKLAR, Tanzimat ailesinin bu değişimdeki rolüne değindi. Üst tabakada yer alan Tanzimat ailesinin, modernleşme sürecinde hızla Batılılaşmanın taraftarı ve gerçekleştiricisi olarak kendi toplumunun kültürel normlarıyla çatışma içine girmekten çekinmediğini anlattı. Geçiş aşamasında ailenin konumunu "geleneksel ile modern dünya arasında kimliğini arayan bir geçiş kurumu" olarak tanımlandı. Bu bağlamda evlenme ve çocuk eğitiminin devlet himayesine geçiş süreçlerine de değindi.

CUMHURİYET DÖNEMİ

Sara IŞIKLAR, milli mücadele yıllarının geride kalmasıyla halk ile bütünleşme söyleminin yerini halkı medenileştirme yolunda eğitme iradesine bıraktığını ifade ederek sunumunun ikinci bölümüne başladı.

Osmanlı modernleşmesinde kadın ve erkek için ayrı ayrı düzenlenmiş olan sosyal hayat kurallarının, Cumhuriyet döneminde daha paralel bir çizgiye getirildiğini, bu dönemde siyasi ve sosyal alanı belirlemede etkili olan merkezin siyasi / askeri yapı olduğunu ayrıca çalışma ve eğlence hayatını da askeri bürokrasinin belirlediğini söyledi. Aile eğlenceleri arasında evlilik törenleri, doğum günü kutlamalarının oluşturulduğunu, sosyal eğlenceler olarak da salon hayatı, tiyatro, sinema, barlar, yılbaşı kutlamaları, baloları saydı.

Cumhuriyet döneminin Kadın algısını üzerinde durdu. Müslüman Osmanlı kadınının, norm olarak konan Batılı kadına evrilmesi ve sekülerleştirilmesi projesine değindi.  Kadınların Cumhuriyet ile birlikte Medeniyet değişiminin baş aktörleri yapılmak istendiğini, hedeflenen Kemalist kadın imgeleri olarak:

1         Kamu görevlisi olarak Cumhuriyet'in yararına çalışan kadın,

2         Öğretmen olarak eğiten kadın,

3         Spor karşılaşmaları ile güzellik yarışmalarına katılarak kendi bedeninde özgürleşen,

4         Sahnede rol alarak dini yasaklarca imkânsız kılınan işlere girişen,

5         Lokantalarda yemek yiyip, araba kullanarak şehir alanında bir yer edinen kadın kalıplarından bahsetti.

"Çağdaş kadın" portresinin oluşumu için İslam karşıtı anlayışların seçildiği ve desteklendiğini, aydın kadınların "dindar" diye belirtilen tipte kadınları "sapma" ve "tutsaklık" içinde gördüklerini, bununla da yetinmediklerini kendilerine onların özgürleştirilmesi gibi bir misyon edindiklerinden söz etti. Yeni kadın imgesi olarak hem yazdıklarıyla hem kendi yaşamıyla en güçlü biçimde ortaya çıkaran Halide Edip Adıvar'dan da bahsetti. Şunları söyledi: "Adıvar, Yeni Turan'daki kadın kahraman tipini betimlerken "katiyen, kadın ya da erkek, insana cinsiyet hatırlatan bir şey yoktu" diye yazmaktadır. Hatta kadın özellikle güzel de değildir ama güçlüdür ve ulusuyla halkının yararı için mücadele etmektedir. Toplumsallaştıkça halka yakınlaşan, fiziksel görünümünde sadeliği koruyan,  süsten sıyrılmış neredeyse kadınlığını unutturmayı başarmış, ülkü sahibi faziletli kadınlar Cumhuriyet kadınlarının habercisidirler." Siyasal elitlerin en medeni buluşma yerleri olan cumhuriyet balolarında Şevket Süreyya'nın anlatımıyla şu örneği verdi: "Herkes baloya yabancı olduğu için biraz emri vaki ile düzenlenen balolar oldukça sönük geçer. İlk zamanlar kadınsız geçen balolara daha sonra sadece üç kadın katılır. Onlar da "devrim kurbanı" olmaktan şikayetçi olan Yakup Kadri, Falih Rıfkı ve Ruşen Eşref'in eşleridir. Balolarda dans edilecek kadın sıkıntısı çekildiği için, daha sonraları Ankara'nın Resko Bar'ından birkaç kadın getirilmeye başlanır. Ancak "devrimin üç kurbanı" o kadınlarla özdeşleşmeyi gururlarına yediremezler ve bu duruma itiraz ederler. Bunun üzerine Bar'dan kadın getirilmesine son verilir. Bu balolarda davetliler sırayla ancak üç kadınla dans edebilirler."

Meşrutiyet yıllarından kalma Osmanlı kadınının artık güzel bulunmadığı acısı Cumhuriyet döneminde de kendisini gösterir. Kadının zihninde "zerafet/estetik beğeni" konusunda yaşanan yıpratma, 2 Eylül 1929 yılında Cumhuriyet gazetesinin "Miss Turkey" güzellik(!) yarışması düzenlemesiyle ilk defa somutlaştığını belirtti. Bu yarışmaların temelinde ise Batı'lı olmayan kadınlar da Batılı kadınlar gibi giyindiğinde onlar kadar hatta onlardan daha güzel olabilir anlayışının yattığını ifade etti.

Kadın ve siyaset ilişkisini de açan IŞIKLAR, Cumhuriyet dönemi boyunca Meclis'te kadın milletvekili sayısının tartışılan bir konu olduğunu, kadınların siyasi hayata katılımındaki yetersizliği erkek egemen siyaset anlayışından kaynaklandığından bahsetti.

Cumhuriyet döneminde kıyafet alanında yaşanılanları ise şu şekilde niteledi: "Çarşaf, kadına ilişkin muhatap alınan ve değiştirilmesi planlanan ilk alanı teşkil eder. Çarşafı kaldırmaya yönelik girişimlerin ne tür tepkiyle karşılaşılacağını anlamak için önce pilot bölgeler seçilir. İlk uygulama Trabzon'da gerçekleştirilir. Trabzon belediyesi kent merkezinde çarşaf giyimini yasaklar. Bu yasağın kayda değer bir tepkiyle karşılaşmaması üzerine, mahalli idarelerin kararı biçiminde olmak üzere ve alanı gittikçe genişletilecek şekilde bölgesel yasaklamalara gidilir. Bir süre sonra yasak daha net şekilde ilan edilir ve çarşaf giymek bazı şehirlerde polis müdahalesini gerektirecek bir suç olarak görülmeye başlanır. Bu arada yeri geldikçe "tesettür"ün kadın gururunu ne kadar rencide edici olduğuna dair konuşmalar yapılır. Kötü ahlaklı kadınların çarşaf gibi kapalı giysileri kendilerini gizlemenin aracı olarak kullandıklarından bahsedilir. İstanbul'daki halk plajları kadınlara da açılır ve plaja gitmeye yönelik teşvikler uygulanır. Bunlar vasıtasıyla halkın tepki göstereceği şeyi görerek alışması sağlanmaya çalışılır. Model şahsiyetler yetiştirilir. Bu amaç doğrultusunda olmak üzere, Mustafa Kemal bazı kız çocuklarını evlat edinir ve onları arzuladığı tarzda eğitir. Erkeklerle bir arada ve erkeklerden farksız olacak şekilde onları topluma dahil eder. Birisi Afet İnan, diğeri ise Sabiha Gökçen."

STATÜ başlığı altında başörtüsünü inceledi. Bu dönemde başörtüsünün batılılaşmamış alt sınıfların, köylülerin, taşralıların bir özelliği olarak algılandığını bu nedenle Cumhuriyet tarihi boyunca başörtüsüne "statü düşürücü" bir anlam yüklendiğini ifade etti.

EĞİTİM alanında kız enstitülerinin  "devrim kadınını" yetiştiren kuruluşlar olduğunu, enstitü mezunlarının düzenlediği defilelerin basında teferruatlı bir biçimde yer aldığını söyledi.

DİN alanında yaşanılanların ise tüm anlatılanlardan da anlaşılacağı üzre (kadınla ilgili meselelerde de) dinin bir referans sistemi olmaktan çıkarılmasından kaynaklandığının altını çizdi.

AİLE konusunda da Cumhuriyet döneminde eşitlikçi ütopyanın taşıyıcılığını babalar ve kızları üstlendiğine de değindi. Osmanlı Dönemi'nde çeşitli sebeplerle çalışma hayatına giren kadınların, daha çok "kadınsı" olarak isimlendirilen hemşirelik, öğretmenlik vs. gibi işlerde faaliyet göstermiş olduklarını ancak Cumhuriyet döneminde çalışan kadın imajının yabancı okulların etkisiyle okuyan, çalışan, para kazanarak ev geçindiren kadınları ortaya çıkardığına işaret ederek son olarak şu teşhislerini dinleyicilerle paylaştı:

"Değişimin ana felsefesi 'yeni' algıların güzel, olumlu ögelerle anlatılırken, 'eski' algıların kötü, olumsuz ögelerle anlatılması üzerine bina edilmiştir. Bu ise topluma sunulan düşüncenin doğruluğunun onun dışındaki ya da toplum hayatında yaygınlık kazanan değerler kötülenerek sağlamlaştırılması sağlıklı bir toplum oluşturmamıştır. Osmanlı'da kadına sosyal alanda yer ayrılmamıştır. Kadına bir alan açılmasında batılılaşma akımının öncülüğü önemlidir. Ancak bu açılım ideolojik bir çerçeveye sıkıştırılmıştır. 'İradi' yönelimler özellikle din referanslı yönelimler devre dışı bırakılmıştır."

Dinleyicilerinden gelen soru ve katılımlarla etkinlik sona erdi.

Önceki ve Sonraki Haberler