“Milliyetçilik Çağında Kur’an Tercümeleri’’

“Milliyetçilik Çağında Kur’an Tercümeleri’’

Özgür-Der Üniversite Gençliği “Milliyetçilik Çağında Kur’an Tercümeleri’’ kitabını tahlil etti.

Özgür-Der Üniversite Gençliği'nin düzenlemiş olduğu kitap formunda Brett Wilson'ın Alfa Yayınları'ndan çıkan '' Milliyetçilik Çağında Kuran Tercümeleri'' isimli kitabı tahlil edildi.

İlk konuşmacı Davut Taşdemir, cumhuriyetin ilk yıllarında Kur'an tercümeleri çalışmalarına değinerek söze başladı.

''1932 senesinde Atatürk Dolmabahçe Sarayına hafızları çağırıyor ve onlara Kur'an'ı Türkçe okumalarını istiyor. Daha önce duymadıkları bu emir ülkenin cumhurbaşkanından geldiği için kabul etmek zorundaydılar. Bu görevi güzel bir şekilde yerine getirdiler. Daha sonraları ise camilerde batı usulü takım elbiseleri giyerek anadilde ibadet etme kampanyası ile Kur'an'ın Türkçe tercümesini okudular. O dönemde Elmalılı Hamdi bu gidişattan ve yapılan bu değişiklerden pek memnun değildi ve tercümelerinde imkânsızlığını savunuyordu. Cumhuriyet ile beraber belli cezalar almış medreseleri kapatılmış uzun süre işsiz kalmıştır. Hükümet bu teklifi ilk ona götürdüğünde o her ne kadar adına tercüme demese de kabul ediyor O dönemki alimler Kuran'ın tercüme edilmesinin müsaade edilemez olduğunu hatta kafirlik olduğunu göz önünde bulundurursak bu durum olağanüstüdür.''

3-130.jpg

Daha sonra da Davut Taşdemir, cumhuriyet döneminde Kur'an tercümeleri yapılırken neyin esasa alındığına dair açıklamalarda bulundu:

Modern Türkiye'de Kur'an tercümelerine dair araştırmalar milliyetçiliği dikkate almak zorundadır. Kuran tercümelerini milliyetçiliğin bir sonucu ve Atatürk'ünde bu metinlerin koruyucusu olarak anlatmış ve milliyetçiliğin yanlış anlaşıldığını söylemiştir. Milliyetçiliğin yanında Arapça bilmeyenlerinde tercümeye ulaşması itici güç olmuştur. Ziya Gökalp gibi yazarlar bunun gerekliliğini savunmuş ve hatta Kemalist dini reformunda anahtar bir parçası haline gelmiştir. Bunun yanında Mustafa Kemal camilerde tercümelerin okunmasını hatta ezanın da Türkçe okumaya zorlamıştır.

Davut Taşdemir, İslam alimlerinin Kur'an tercümeleri hakkındaki görüşlerinden bahsetti:

"Biz onu akıl erdiresiniz diye  Arapça bir kuran olarak indirdik." İmam Şafii gibi alimler bu ayetleri referans göstererek kuran tanımı gereği Arapça olduğu ve başka bir dilde hiçbir metne kuran denilemez fikrini savunmuşlardır. Enes Bin Malik'te Arapça dışındaki dillerde namazdan tiksiniyor başka dillerde Allah adına yeminin olmamasını savunuyordu. Arapça dışındaki hiçbir dilin taklit edilemez olanı üretmeyeceğini başka dillerde ibadete izin verilmediğini savunarak Arapçayı benzersiz ve üstün bir dil olarak gösterdiler. Hanbeli ekolü tercümeye destek verenleri mürtet ilan etmiş Müslümanları yanlış yola sevk etmeye çalıştıklarını söylemiştir. Hanefi mezhebi dışındaki alimlerin kuran tercümesine karşı çıkması ve böyle bir namazın kabul olunmadığını ittifak etmişler. 

Ebu Hanife ise hem kuranın tercüme edilebilirliğine hem de Arapça olmayan dillerde ibadetin caiz olduğunu öne sürmüşler. Selman'ı Farısi'nin Fatiha'nın tercümesini İranlılara göndermesini referans kılıyor. Pek çok Hanefi alim ve Mustafa Sabri gibi modern Türk ulemaları da onun bu fikrine katılmamışlar.  Ebu Hanife'nin iki öğrencisi Muhammed Eş Şeybani ve Ebu Yusuf onun bu konuda tereddüt ettiğini ve sonra vazgeçtiğini savunmuştur.

2-170.jpg

İkinci konuşmacı Elvan Alaçam konuşmasında cumhuriyet döneminde Kur'an tercümelerine karşı oluşan tepkilerden bahsetti.

'' Mustafa Sabri yeni kurulan devletin dinsiz ve İslam karşıtı olduğunu savunuyordu. Mustafa Sabri Halifeliğin olduğu bir sömürgenin bu yeni devletten daha evla olduğunu savunuyordu. Sabri Efendi bu sert eleştirileri sebebiyle sürgüne gönderildi. Fakat orada da aynı tavrını sürdürdü. Mısır'a giden Sabri Efendi, Mısır'da da tercüme tartışmalarının olduğunu duyunca, Türkiye'de tercüme faaliyetlerine ters baktığı için korkuya kapıldı. Sabri Efendi İslamlaşan Türklerin ana dillerinden ve kültürlerinden kopup Araplaşmasının daha iyi olacağını söylüyordu. Bu şekilde İslam milleti tek bir ulus olacaktı. Sabri Efendi tercüme tartışmalarını fitne olarak görmüştür.''

Daha sonra Elvan Alaçam devletin Kur'an tercümelerine olan desteğinden ve Mehmet Akif'in bu olanlara karşı tutumundan bahsetti.

'' Akif'in çalışmaları devam ederken hükümet, Türkçenin Arap harfleriyle değil Latin harfleriyle yazılması kararını aldı. Bu olay Türkiye'yi sembolik olarak Avrupa ile aynı hizaya getirirken İslam dünyası ile olan kültürel ve dini bağını koparmıştı. Daha sonra camilere sıra koyulması, camilere ayakkabılarla girilmesi, ibadetlerin ana dilde olması gibi reform önerileri yayılınca Akif'in kafasında Kur'an tercümesinin nasıl kullanılacağı sorusu oluştu. Akif, bu kitabın bir tefsirinin olmadan basılmasından ve cahil insanların kafalarına göre yorumlamalarından çekinmiştir. Akif, tercümenin ilk taslağını bitirmiştir. Tüm endişelerine rağmen eserin üzerinde çalışmaya devam etmiştir. Akif, Türk hükümetine güvenmiyor ve su-istimal edilmesinden çekiniyordu. Nihayet Akif, eseri asla teslim etmemeye karar vermiş ve sözleşmesini resmi olarak feshetmiştir. Akif'in sözleşmeyi feshetmesi üzerine Diyanet İşleri bu işi hali hazırda tefsir ile uğraşan Elmalılı Muhammed Hamdi'ye vermiştir. Akif'in bu işten çekilmesi saygın bir Kur'an tercümesinin olacağına dair ümitleri de yıpratmıştır.''

Son olarak Elvan Alaçam, Elmalılı'nın Kur'an Türkçeleştirme deneylerine olan reaksiyonundan bahsetti.

''Elmalılı, kitabının giriş bölümünde, Kur'an tercümelerine muhalif şu dizeleri yazmıştır. Fakat hakkın zevkini duymayan onu hayal etmeye gerçeği bilmeyen, taklit Kitabı tanımayan hesapta uyanır. Kuran'ı anlamayan da tercümesinde dolanır… Kur'an'ın Türkçe tercümelerinin deneysel okumalarını tarif ederken kullandıkları Türkçe Kur'an ifadesinden acı duymuştur. Bu girişimin ardından, giriş bölümünün ilk versiyonunda "Tanrı, Türkçe Kur'an'dan korusun" diye feryat etmiştir. Elmalılı'nın kitabının giriş bölümü, Kur'an tercümeleri aleyhine kimi zaman alaylı fakat bütün olarak sert bir ilmi eleştiridir. Elmalılı, tercüme okuyan birini şöyle anlatır; "hoşlanacağı yerde ürker, ürkeceği yerde hoşlanabilir. Barış içinde olacağı yerde savaş ilan edebilir, savaşacağı yerde anlaşma yapmaya kalkışır. Elmalılı, eserini Kur'an'ı tanıtacak anlamların (meali) bir özeti olduğunu ancak orijinalinin yerini asla alamayacağını ve ibadet ederken kullanılamayacağını belirterek bitirir. Çünkü Elmalılı tercümeyi "başka bir dildeki sözün eş değer anlatımının ifadesi" olarak tanımlar.''

1-126.jpg

img_3818-001.jpg

 

Önceki ve Sonraki Haberler