"Postmodernizim ve Hayatımıza Etkileri"

"Postmodernizim ve Hayatımıza Etkileri"

Siverek Özgür-Der'de alternatif eğitim seminerlerin 12.si Mehmet DENİZ'in sunduğu ''Postmodernizim ve Hayatımıza Etkileri'' ile devam etti.

Sunumun Özeti:

Postmodernizim ve Hayatımıza Etkileri

Postmodernizm son yıllarda en fazla tartışılan ve bir türlü belli bir çerçeveye oturtulamayan bir kavramdır. Bu belirsizlik belki de postmodernizmin karakterinden kaynaklanıyordur. Biz de bu belirsizliği göz önünde bulundurarak postmodernizmi anlamaya çalışacağız. Postmodernizm Belirsizliği büyük oranda felsefi düzeydeki incelemelerde söz konusudur. Ancak bu karmaşaya rağmen, postm. İnceleyen hemen herkesin ortak görüşüyle bir "durum" olarak hayatımızda ver olan bu kavram en azından etkileri üzerinden tanımlanabilir kanaatindeyim.

Potm. Anlayabilmek için "post"undan da anlaşılacağı üzere, kendisiyle isimlendirildiği modernizmi tamınlamakla işe başlamak yerinde olur. Zira postmodernizm Kendisini modernizm Karşısında konumlandırmasına rağmen modernizmle beslenir.

1- MODERNİZM NEDİR?

Kelime olarak; yenilikçilik, çağa uygun olma durumu, yenileşmeye duyulan eğilim gibi anlamlara gelir. "Tankların modernizasyonu ihalesi İsrail'e verildi" cümlesinde "modernizasyon", yenileştirmek, çağın ihtiyaçlarına uygun hale getirmek anlamına gelir.

İlk olarak beşinci yüzyılda ortaya çıkan modernus terimi Latince "modo" (tam şimdi) kelimesinden türemiş ve puta tapma karşısında yükselen hristiyanlık gerçeğini nitelemiştir.

Modernizmin kavramsal düzeyde farklı tanımları yapılmıştır. Ancak bu tanımlardan şu sonuç çıkarılabilir; modernizm, kökü aydınlanma felsefesine hatta rönesansa kadar uzanan bir vakadır/sonuçtur. Bu bağlamda sağlıklı bir tanım yapabilmek için, modernizmin hikayesini bilmek gerekmektedir.

2- TARİHİ GELİŞİMİ (HİKAYESİ)

Ortaçağ Avrupa'sında baskın renk gücü elinde bulunduran katolik kilisedir. Kilise elindeki gücünü insanlara zulmetme aracı olarak kullanmakta ve itirazları şiddetli bir şekilde cezalandırmaktadır. İnsanlar bu güç karşısında zayıf ve edilgendirler. Yaşamın her alanına din adamları müdahale etmektedir. İnsanın görevi papazların belirlediği şekilde dinsel kulluk görevini yerine getirmektir. Bu şeklin dışına çıkmak sapıklık olarak tanımlanmakta ve insanlar afarozdan yakılmaya kadar çeşitli şekillerde cezalandırılmaktadırlar.

Bu hal zamanla kiliseye ve dolayısıyla dine karşı tepkileri arttırmıştır. Bunun sonucunda kilise reform yapma yoluna gitmiştir. Reformlar kilise karşıtlarını cesaretlendirmiş ve karşı çıkışlar artmıştır. Aynı dönemde Avrupa kültür çevrelerinde de rönesans hareketi başlamıştır. "Yeniden doğuş" anlamına gelen rönesans düşüncesi, kendini bütün tarihi otoritelerden bağımsız kılmaya, dünya ve hayat üzerindeki görüşlerine yalnız deneyin ve aklın sağladığı doğrularla biçim vermeye çalışır. Bu karakteriyle de 19. y.y.'da oluşacak olan aydınlanma felsefesinin temelini oluşturur.

Yani aydınlanma felsefesi de bir kiliseye karşı çıkıştır. Ancak bu karşı çıkış sadece kiliseyle ve papazlarıyla sınırlı kalmayıp dine ve kutsala karşı çıkmaya dönüşmüştür. Tanrı da dahil dine ait bütün değerler tepkiyle dışlanmış ve insan (aklı) hayatın merkezine alınmıştır.

Kalkış noktası zulme karşı çıkmak diye tanımlanabilecek olan bu vaka "tepkisel bir savrulma"ya dönüşmüş ve insan türü tarihi boyunca hiç yaşamadığı bir köksüzleşme sürecine girmiştir. Bu süreci ve bu sürecin sonucu olan modernizmi anlamak için, yine bu sürecin sacayaklarını oluşturan bazı kavram ve düşünceleri inceleyelim.

TEMELİNİ OLUŞTURAN KAVRAMLAR

HÜMANİZM :

RASYONALİZM: Akılcılık

DETERMİNİZM: Nedensellik

POZİTİVİZM:

SEKÜLERLERİZM:

Modern çağlarda her alanda ortaya çıkmış olan doğrular, kuramlar, sistemler tartışılmaz niteliğe bürünmüş, bireysellikler, bireysel nitelikler bu sistemler içinde eridiği için ön plana çıkamamışlardır. Bu sistemlerin bağlayıcılıkları nedeniyle, herkes zorunlu olarak benimsemiştir. Modern dönemlerde aşama aşama her alan kurumsallaştırıp bilim, ahlak ve sanat, yaşam dünyasından kopmuş, özerk, otoriter alanlar durumuna getirilmiştir. Ortaçağda Tanrı'nın-dinin kulluğunda olan insan bu kez, modern çağın yücelttiği olguların, otoritelerin kulluğuna soyunmuş, bilim adamı, ussallığın temsilcisi haline gelmiştir.

Aydınlanma geleneğinin insanlara vaat ettiği umutlar içeriği ne olursa olsun artık inandırıcılık özelliğini kaybetmeye başlamış ve insanlığı toptan kurtarmayı vadeden yaklaşımlara olan güven yitirilmiştir. Bu kısmen anarşik, kayıt ve kısıtlara bayrak açan ortam ile bu ortama uygun olarak üretilen fikirler kümesi post-modernizmi meydana getirmiştir.

Gelenekselden moderne geçiş döneminde makine gücü ön plana çıkmış, modernden post-moderne geçiş sürecinde ise makine gücünün yerine insan gücü ön plana çıkmış ve bireycilik anlayışı referans olarak kabul görmüştür.

POSTMODERNİZM

Postmodernizmin, basit ve doğrudan tanımını yapmak olanaksızdır. Arnold Toynbee Bir Tarih İncelemesi (1933) adlı eserinde modern dönemin I. Dünya Savaşı'yla sona erdiğini, bundan sonraki dönemin postmodern dönem olduğunu ileri sürerek ilk kez postmodern terimini kullanmıştır. 1950'lerde modernizmdeki hemen tüm olgulara bir tepki olarak ortaya çıkıp mimarlık, sanat, politika, eğitim, toplum gibi çok farklı alanda kendinden iyice söz ettirmeye başlayan postmodernizm, 1980'lerin başlarında yaygın olarak kullanılan bir kavram olmuştur.

Eski bir sosyalist olan Fransız filozof Jean François Lyotard'ın 1979'da ileri sanayi toplumlarında bilginin halihazırdaki konumuna ilişkin bir rapor hazırlamak amacıyla kaleme aldığı 'Postmodern Durum' adlı kitap, deyim yerindeyse postmodernizm tartışmalarında belirleyici bir statünün tadını uzun yıllar çıkarmıştır. Lyotard , her halde, en güzel postmodernizm tanımını bizler için yapmış: "Üst/büyük anlatı"ların reddi. Lyotard'a göre postmodernizm, günümüz batı medeniyetinin genel bir durumunu adlandırır. Postmodern durum, "büyük meşrulaştırma anlatıları"nın artık inanılır olmadığı bir durumdur.

Postmodernizmin en büyük aracı olan dil oyununda ise, Derrida bize, en postmodern dil oyununu sunmuştur. Fransızca différence (farklılık) kavramından yola çıkan Derrida, bu kavramla benzer köke sahip olan différer (ertelemek) fiilini dil oyununda baş rolde oynatıyor. Buna göre, biz hangi kavramı açıklarsak açıklayalım, her kavram kendisini başka bir kavrama göndermek suretiyle kendi anlamını erteleyecek tir, tabii bu da her defasında farklı bir kavrama ulaşmamıza sebep olacaktır. Buradaki dil oyunu, aslında Lyotard'ın doğrulanmasıdır: Eğer biz, doğruya -doğru anlama- ulaşamıyorsak ve bu doğru sürekli erteleniyorsa, mutlak doğru olamaz. Mutlak doğru olamazsa, kendilerini mutlak doğrular olarak sunan üst-anlatılar reddedilmelidir!

Kendini karşı-modernlik olarak sunan postmodernizmin söylemini kısaca şöyle özetlemek olanaklı:

—genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerin reddedilmesi,

—dil oyunlarında, bilgi kaynaklarında, bilim adamı topluluklarında çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesi,

—farklılığın ve çeşitliliğin vurgulanıp, benimsenmesi,

—gerçeklik, gerçek, doğruluk anlayışlarının tartışılmasına yol açan dilsel dönüşümün yaşama geçirilmesi,

—mutlak değerler anlayışı yerine yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek, korkmamak, güvensizlik duymamak, gerçeği olabildiğince (sonsuzca) yorumlamak,

—belli bir zaman ve mekânın sözcüklerini kullanmak yerine, gerçekliği kendi bütünlüğü-özerkliği içinde anlamaya çalışmak,

— Nesnellik diye birşey yoktur.Tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak.

Özetle;  postmodernizm, herkes aynı anda haklıdır denebilir.

Bu söylemde "Artık önemli olan gerçek/doğru nedir?" sorusu değil, hakikatin/doğrunun nasıl kurulduğu sorusudur ya da önemli olan daha doğru bilginin araştırılması değil, yeni doğruların oluşturulmasıdır. Genel ahlaksal anlayışlar-ilkeler artık geçerliliğini yitirmiştir; ahlaksal normların kaynağı yaşanan koşullardır, çağın, zamanın gerekleridir.

Postmodernist guru Jean-François Lyotard, Postmodern insanı, "Bir kimsenin reggae dinlemesi, bir kovboy filmi izlemesi, öğle yemeğini McDonalds'tan, akşam yemeğini yerel mutfağından yemesi, Tokyo'da bir Paris parfümü sürmesi ve Hong-Kong'da geleneksel giysiler giymesi" olarak tanımlar.

Modern çağın son devrini ve yahut ileri modernlik devrini tasvir etmek üzere post-modernizm haricinde birtakım kavramlar kullanıla gelmektedir; "enformasyon toplumu, kişisel hizmet toplumu, bilgi toplumu, tüketim toplumu, medya toplumu, bilgisayar toplumu, ileri teknoloji toplumu, elektronik çağ, geç modernizm, burjuva sonrası, sanayi sonrası, uygarlık sonrası, ekonomi sonrası, kıtlık sonrası" gibi.

Bunun yanında, özellikle sol kesimde toplumsal değişimi anlatmak üzere "post-fordizm" nitelemesi kullanılmaktadır.

Frederic Jameson, modernizmi tekelci kapitalizmin çocuğu olarak tasvir ederken, postmodernizmi, çok uluslu şirketlerin hüküm sürdüğü dünyada geç kapitalizmin çocuğu olarak anlatır. Dolayısıyla postmodernizm meta fetişizmini kutsar ve böylece neo-liberalizme bir anlamda eklemlenir. Ya da eleştirinin boyutunu/oklarını liberal ekonomiden uzak tutar.

Postmodern düşüncenin 1970 krizi sonrası kapitalist esnekleşme süreci ile paralel gitmesi dönem olarak postmodernizmin, Post-Fordizme denk düştüğünün ortaya konmasını mümkün kılmaktadır.

Her şeyden önce hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını, büyük bir kaos döneminin yaşandığını. Küreselleşmenin, iletişimin dünyayı bir bütün yaptığını söylüyor. Evet, görünüşte yanlış bir şey yok. Fakat kavramı üretenlerin, ona inanır gibi görünenlerin arkasına saklandığı perdeye yansıyanlar hiç de böyle değil. Bir kere postmodernizim, elektronik ve teknolojik gelişmelerin vasıtasıyla bir "tüketim toplumu"nu öneriyor.

Tüketim ekonomisi tarafından benimsenip kullanılması ve özellikle medyanın eline geçtikten sonra şiddet ve çirkinlikle beslenmesi, postmodernizmin hayatımıza etkilerini en fazla belirginleştiren bir olgudur.

Bu anlamda, 'aydınlanma felsefesi, ulus-devlet anlayışı ve kapitalist sanayileşme' üçlüsü ile temellendirilmiş olan 'modernite'den sonraki dönem olarak ifade edilen postmodernizm ; "ekonomik ve toplumsal eşitsizlikler, çok uluslu şirketler aracılığı ile sürdürülen küresel sömürü, kimlik ve kültür çatışmaları, kirletilen bir 'çevre' ve en önemlisi de kirletilen bir insanlık"ın bugününü hazırlamış olan modernizmin 'ayıplarını, yanlışlarını ve olumsuzluklarını' örten bir şal mıdır?

Postmodernizmi belki de en iyi şu sözler tanımlıyor: 'sömürgecilik, batılı olmayan kültürlerin fiziksel işgali demekti. Modernizm ise, kendisini bir tür hakikat odağı gibi tanımlayarak, batılı olmayan kültürlerin belleklerini işgal etmek demekti. Postmodernizm ise, kendisini bir tür hakikat odağı gibi tanımlayarak, batılı olmayan kültürlerin kimliklerini ve tarihini kendine mal etmek, onların geleceklerini sömürmek ve var oluşlarını işgal etmek demektir.

Post-modern iletişimin en acımasız organı olan medya, reklamın yaptığı beyin iğfalini yine bir reklamcının ağzından şöyle betimliyor;

"Bilinçaltınızla ne kadar çok oynarsam, bana o kadar çok itaat ediyorsunuz. Şehrinizin duvarlarında bir yoğurdu methedersem, onu satın alacağınızı garanti ederim. İradenizin özgür olduğunu sanıyorsunuz ama er ya da geç, bir süper maketin raflarında ürünümü tanıyacak ve onu satın alacaksınız. Öylesine, sadece tadına bakmak için, bana güvenin, ben işimi biliyorum. Arzularınız size ait değil, yarın ne isteyeceğinize bugün ben karar veriyorum. Büyü etkisini gösteriyor; imkanları sınırlı insanlarda, 10 dakika önce ihtiyaç duymadıkları yeni bir şeyi satın alma arzusu yaratıyoruz. Her defasında ilk defa gibi oluyor..."  Frédéic BEİGBEDER

Postmodernizm modernizmin karakter açısından da devamıdır.

Laiklik ve sekülerizm açısından kıyaslama…

Modernizmin reddi aklın saltanatının reddidir. Aklın saltanatının reddi insanın ilahlığının reddidir. Ancak "akıl mutlak doğruyu üretemez, o halde mutlak doğru yoktur" önermesi de aklın saltanatının devamıdır.

Büyük anlatıları yani kurtuluş projelerini reddeden postmodernizm kendisini bir büyük anlatı olarak dayatıyor. (aynısını mod. de yapıyordu) bu anlamda batı kültürünün yeni emperyal malzemesidir.

Postmodernizm İslam açısından elverişli bir dönemdir diyenlere sorular

Postmodernizmin Gerçek yoksa her şey oyundur mantığı İslamdaki dünya hayatı bir oyun ve eğlencedir mantığıyla uyuşuyor diyenler var. Dünya hayatının bir oyun oluşu ahirete nispetledir. Yoksa postmodernizmdeki oyun mantığı; dünyanın bir oyun olsun diye yaratılmadığı mantığının zıddıdır.

Herkes haklı denilen bir ortamda sen de haklısın denmesinin anlamı var mı?

Bu kadar çok ses içinde senin sesinin ne kıymeti var?

Hak-batıl yok, doğru-yanlış yok, helal-haram yok. Her şey ve her değer postmodernizmin oluşturduğu bir loş ışık ortamında tanımlanmaya çalışılıyor. Eksik ışıkta da yanlış, çeşitli ve zıt tanımlamalar yapılıyor. Postmodernizme göre hepsi aynı anda doğrudur. Rölativizm, görelilik…         islamın farklı yorumları…

İnsanı birey olarak tanımlıyor. Birey müstağni kişidir. Bireyin karşıtı kulluktur.

Every thing goes. Her şey gider mantığıyla her şeyi bir tüketim aracı kılmıştır. Tüketim kültürü dini pratikte en fazla güçsüz kılan haldir.

Postmodernizmin sadece derdimizi daha rahat bir ortamda anlatmamıza katkısı olabilir gibi tartışılacak bir tespiti doğru varsaysak dahi; postmodernizmin loşluğundan ve harşeyi bulanıklaştırmasından uzak durarak ve vahyin aydınlığında hayatı kavramlıyız.

Murat BAŞARAN/ Haksozhaber

Önceki ve Sonraki Haberler