Siverek'te "Allah'tan Ne Kadar Korkmalıyız" Semineri

Siverek'te "Allah'tan Ne Kadar Korkmalıyız" Semineri

Siverek Özgür-Der Alternatif Eğitim seminerleri Osman İZOL'un sunduğu, "Allah'tan Ne Kadar Korkmalıyız" konulu seminerle devam etti.

Osman İzol'un sunum notları:

Şüphesiz ki her Müslüman,  Allaha karşı kendi nefsine karşı çevresine karşı sorumludur. Yapıp ettiklerimizin tamamı, Allah katında kaydedilmekte ve yarın hesap gününde zerre kadar olan hesaplar dahi eksiksiz olarak görülecektir. Bu gerçeği unutmamamız içinde daima kuranın ayetleriyle uyarılıyoruz.

Ey inananlar Allah'tan korkun ve kişi yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun; çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Haşr 18

Kuranın bir çok ayeti, Uyarı ve müjde ekseninde oluşturulacak olumlu ve düzenli  bir imanın inşası için, kul ile rabbi arasında düzenli bir ilişkiyi ortaya koyacak uyarıları yapar. Kuranın geneline baktığımızda, kul ile rabbi arasındaki ilişki, iki temel unsur üzerinde şekillenmiştir. Bunlar, (havf ve reca) yani korku ve ümittir.

Bununla ilgili olarak kuranda Allah şöyle buyuruyor

"Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibâdet etmek, gece teheccüd namazı kılmak için), vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar." (32/Secde, 16)

Kur'an, bu iki temel duyguya sık sık vurgu yapar. Kur'an'daki ibret amaçlı olaylar ve derslerin büyük bir kısmının bu iki temel duyguyu hedeflediklerini söylemek mümkündür. Çoğu kez rahmet ve azap âyetleri ile cehennem azabı ve cennet hayatının birbirlerini takip ettikleri görülür. Zaten dinde de, hem Allah'ı sevmek hem de O'ndan korkmak bir esas olarak kabul edilmektedir. Bundan dolayı Allah, hem sevilmeli, hem de kendisinden korkulmalıdır. Nitekim Kur'an'da mü'minler, duyguları itibarıyla bu her iki durumu dengede tutan kimseler olarak tanıtılır: "Korkarak ve umarak Rablerine duâ ederler..." (32/Secde, 16)

Yani müminler, Allahın kahhar, cabbar, şedidulikab, sıfatlarına karşı ürpererek dua ettikleri gibi, aynı zamanda, Allahın rahman, rahim, kerim, razzak, ğaffar, sıfatlarına karşıda ümit var olarak dua ederler.

Bir hadiste son peygamberin (as) şöyle buyurduğu rivayet edilir

Mü'minler, Allah indindeki ukubeti/azapları bilselerdi, hiç biri Cenneti ümid etmezdi. Kâfirler de Allah'ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilselerdi, hiç biri O'nun rahmetinden/ cennetinden ümit kesmezdi." (Müslim, Tevbe 23 hadis no: 2755; Tirmizî, Deavât 108, hadis no: 3536; Kütüb-i Sitte Terc. c. 6, s. 355)

 Okuduğumuz Ayetlerden ve hadisten de anlaşılacağı üzere, müminin hayatı bu iki durum arasında daima seyir halinde olmalıdır. Yani Allahtan korkarak ona kulluk etmeli ve onun rahmet ve merhametini umarak yine ona sığınmalı.

Bu dengenin sağlanması çok önemidir. Aksi takdirde kişinin hayatında oluşacak iman salt korku eksenli olursa, kişideki ümit duygularını söndürür. Salt ümit üzere oluşan bir imanında kişiyi Allaha karşı ibadetlerde tembelliğe götürebilir. Bundan dolayı her iki durumdada kişideki denge, en güzel bir şekilde sağlanmalıdır.

Modern bilimin insan psikolojisini değerlendirirken, vardığı sonuç şudur. İnsanın psikolojisi iki temel unsura dayanır, bunlar endişe ve beklentidir. Bu endişe ve beklenti vesilesiyle insan, kendi hayatına yön verir. Geleceğini bu beklentiler üzerinden inşa etmeye çalışır.

Bu açıklamayı yaptıktan sonra, konumuzun aslına dönüp Allah korkusu ve ümid etmenin kuranda hangi kelimelerle ifade edildiğine bakalım.

Havf kelimesinin Sözlük anlamı "korkmak, kaygılanmak, endişe duymak" anlamlarına gelir.

İslami ıstılahta ise, özellikle Allah korkusu ve âhiret hayatıyla ilgili ağır endişeler için bir terim olarak kullanılır. İnsanın Allah katındaki durumu hakkında hissettiği korku ve kaygılar, havf terimiyle ifade edilir.

Recâ  Sözlükte beklenti anlamını ifade eder. Kur'an'da tama' ve recâ kelimeleri ile ifade edilir. Tama', kalbin ileride meydana gelecek olan şeyi arzu edip ona yönelmesi, bu konuda hırs göstermesidir. Recâ ise,  ümitsizliğin zıddı olup meydana gelmesi mümkün olan, arzu edilen bir şeyin istenmeidir.

İslami ıstılahta ise Reca, Allahın bütün sıfatlarına iman ederek onun bağışlayıcılığını affediciliğini merhamet sahibi olduğunu unutmamak ve Allaha güvenerek dayanarak onu severek rahmetini ummak. Anlamında kullanılır

Korku ve korkuyla karışık sakınma ve saygılı olma hallerini anlatan kelimeler, Kur'an'da yaklaşık 646 yerde geçer. Buradan da anlıyoruz ki, Kur'an'da Allah korkusu üzerinde çok ısrarla durumluş, İnsanın bu ruh (psikolojik) haline ciddiyetle vurgu yapılarak, Allah ile kul arasındaki ilişkide olumlu dengenin sağlanması için, insanlar, daima uyarılmıştır.

"Havf" kelimesinden başka, Kur'an'da korkuyu değişik boyutlarıyla anlatan 'haşyet', 'ittika-takvâ', 'hazer', 'huşû', 'hudû', 'rehbet', 'vecel', 'işfak', 'feza'', 'ru'b', 'inzâr' kelimeleri ve bunların türevleri de kullanılmıştır.

Allahtan korkarak ve umarak bir hayat yaşayan mümin, kuranın ifadesiyle takvaya en yakın olan kişidir.

Burada takvanın ne olduğunu biraz açıklayacak olursak,

Takva, kişinin kendi farkında olmasıdır. Kendi farkında olan birinin yapacağı bütün hal ve hareketler, bir ölçü süzgecinden geçilerek yapılır. Hem takva zaten sorumluluk bilincidir. Takvalı insan ahiret ile dünya çizgisi arasında dengeyi sağlayan, kulluk sorumluluğunu yerine getiren kişidir.

Takva, sadece psikolojik anlamda bir korku olmayıp; Allah'a karşı derin bir şekilde saygı duymak, her türlü tutum ve davranışlarda Allah'ın rızasını herşeyin üstünde tutmak, irademizi O'nun iradesine dolayısıyla O'nun hükümlerine bağlı tutmak, O'nun razı olacağı salih amelleri yapmaktır. takva sahibi kimse, İslam'da sadece ideal bir mü'min değil aynı zamanda kendi çevresindeki kişilere karşıda ideal bir "ahlakî kişilik"'tir.

Evet buraya kadar açıklamaya çalıştığımız havf, reca, kelimelerinin sözlük ve ısıtlah anlamları üzerinde durduk. Şimdide bu kavramların müminlerin hayatındaki pratik yansıması nasıl olmalıdır onun üzerinde duralım.

Allah korkusunun, müminin hayatındaki pratik yansıması nasıl olmalıdır.

Öncelikle,  kuran, bize Allahtan gereği gibi korkmamızı istiyor.

Ey iman edenler, Allah'tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir tutum üzerinde) ölmeyin.  ( Al-i imran 102]

Evet, kuran, bizden Müslüman olarak yaşamamızı ve Müslümanlar olarak kalmamızı ve son nefesimize kadarda İslam üzere olmamızı istiyor. Ve bize ne yapacağımızı şöyle açıklıyor.

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz. (maide 35]

Yani Takvalı olun, ameli Salih işleyin ve Rabbinize yaklaşma konusunda vesileler arayın, Allah'ın rızasını, yakınlığını kazandıracak vasıtalara tutunun, tevhid çizgisini muvahidce koruyarak, ideal bir İslami, duruş sergileyin, Demektedir.

İman eden kimselerin rablerine karşı saygı itaat ve kulluk bilincini unutmamaları için, kuranın birçok yerinde insanın konumunu ona hatırlatan ve Allahın hâkimiyetini gücünü ve kuşatıcılığını bildiren, aynı zamanda kıyametin şiddetini mahşerin şiddetini hatırlatarak, Allaha karşı müminin yüreğinin yumuşamasına vesile olan birçok ayet vardır.

bir müslümanın yüreğini tir tir titreten Allahın azamet ve kudreti karşısında ne kadar aciz olduğunu hatırlatan şu ayetlere bakın.

Allah şöyle buyuruyor

Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyâmet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın azabı çok dehşetlidir. ( hac surei 22 nci ayet.)

Allah şöyle buyuruyor.

Güneş, köreltildiği zaman,

Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman,

Dağlar, yürütüldüğü zaman,

Gebe develer, kendi başına terkedildiği zaman,

Vahşi-hayvanlar, bir araya toplandığı zaman,

Denizler, tutuşturulduğu zaman,

O zaman ki nefisler çiftleşir.

Ve 'diri olarak toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman:

«Hangi suçtan dolayı öldürüldü?»

Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,

Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman

Cehennem ateşi çılgınca kızıştığı zaman,

Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,

(Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir.

Tekvir suresi (1 ila 14) ayetleri

Devam ediyoruz,

Gök, çatlayıp-yarıldığı zaman,

Yıldızlar, dağılıp-yayıldığı zaman, 

Denizler, fışkırtılıp-taşırıldığı zaman,

Ve kabirlerin içi 'deşilip dışa atıldığı' zaman; 

(Artık her) Nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip-öğrenmiştir.

Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir?

( İnfitar suresi 1-6 ayetleri)

Bu ayetler mümin yüreklerdeki bütün maddi ve manevi kirleri söker atar. Mümini rabbine yakınlaştırır. Allaha karşı gönülleri beyinleri ve yürekleri açık olanlar, böyle bir gerçeğin karşısında, sadece işittik ve itaat ettik derler.

Başka bir ayette, Mü'minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperip titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir." (8/Enfâl, 2)

Onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar." (24/Nûr, 37)

Ebuzerin naklettiği bir hadiste peygamberin şöle buyurduğu rivayet edilir. Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız, [Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190)

Rasulullahın sahabeleri bu ayetleri okuduklarında, nereye kaçacaklarını bilemiyorlardı. Elleri ayakları birbirine dolandığı için soluğu secdede alıyorlardı.

Evet, korkulmaya layık, ve huzurunda secdeye varılmaya layık tek varlık, Allahtır.

Evet, buraya kadar Allah, ın kitabına muhatab olan insanların, kendilerini toparlamaları ve kendilerine çekidüzen vermeleri için, kuranda birçok ayetin olduğunu gördük. Bu uyarı ve ikazların tamamı yine bizim menfaatimiz için yapılmıştır. Bu dünyadaki makam ve mevkilerimizin güç ve iktidarlarımızın, Allahın yanında hiçbir değerinin olmadığını, asıl değerin Allahtan gereği gibi korkmak olduğunu gördük.

Konumuzun ilk kısmında da ifade etmeye çalıştığımız gibi, kuranda, uyarı ve müjde ekseninde oluşturulacak bir iman hedeflenmiştir. Bu konuda korkutucu ayetler olduğu gibi. Aynı zamanda müminin yüreğine serinlik veren kurtuluş ayetleri de mevcuttur. Şimdi birazda bunların üzerinde duralım.

Allahtan ümid etmek

Allahtan ümit kesilmez sözü, Ve aynı zamanda hatasız kul olmaz sözü meşhurdur. Hastalanmış biri ölüm döşeğine girse dahi bir daha ayağa kalkmaktan ümidini kesmez. ahirete yönelik bakış açımızda böyle olmalıdır. Yani Allahın, rahmet ve merhametinden ümidimizi kesmemeliyiz.

Normal hayatımızda bir takım eksikliklerimiz olabilir. Nefis ile mücadelede, bazen şeytan ve dostlarının vesveselerine kanmış olabiliriz. Bu tür durumlarda ümitsizliğe kapılmamalıyız. Çünkü ümitsizlik, korkuları maddi olan hedefleri maddi olan gayeleri maddi olan kişilerin tutumudur. Müminlerin umutları hiçbir zaman tükenmez.

Bu konuyla ilgili kuranda Allah şöyle buyuruyor.

Onlara bildir: "Kendilerine karşı sınırı aşan kullarım, ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin. ALLAH tüm günahları affedicidir. O Bağışlayandır, Rahimdir. ( zümer 53) başka bir ayette, Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size bir Furkan (hakkı batıldan ayırt edecek bir anlayış) verir ve günahlarınızı örter, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir. (enfal 29) diğer ayet,  Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve Peygamberine inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.( hadid 28)

Yani eğer iman eder ve muttaki olursak, eğer Allah için bir hayat yaşar, Allah'ın dediğini yapma çabası içinde olursak, Allah'ın bize verdiği emânetlere karşı haince davranmaktan sakınırsak, yolumuzu Allah'la bulmaya çalışır, Allahın yasalarına ters düşmekten çekinirsek, Allah bize bir Furkân verecektir. Bize ayırıcı, fark edici bir özellik verecektir. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayıracak, fark ettirecek bir nîmet lütfedecektir. Bize böyle belirgin bir özellik kazandıracaktır. Bununla beraber artık böyle kişiler için korkuda olmayacaktır.

Allah şöyle buyuruyor.

Ey Âdemoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır. ( araf 35)

Başka bir ayette,

"İman edip sâlih ameller işleyenler de halkın en hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden râzı olmuş, onlar da Allah'tan râzı olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O'na saygı gösterenler) içindir." (98/Beyyine, 7-8)

Başka bir ayette,

İnkar edenlere dünya hayatı çekici kılındı (süslendi). Onlar, iman edenlerden kimileriyle alay ederler. Oysa korkup sakınanlar, kıyamet günü onların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. ( bakara 212)

Evet gerçektende Allah dilediğine hesapsız rızık verir. Görüldüğü gibi iman edenleri, rabbimiz hesapsız rızıklandıracaktır. Ve onları kendi durumlarıyla alay edenlerden üstün kılacaktır.

Bu açıklamayı da yaptıktan sonra, şimdide bir müminin, dünyalık korkulara karşı nasıl davranması gerektiğine bakalım.

Ölüm korkusu,

Ölüm korkusunun doğurduğu kaygı, endişe ve bunalımlara çözüm arayışı içine giren insanın imdadına gerçek anlamda yetişecek olan imandır, yeniden dirilmeye ve âhirete inanmaktır. Âhirete yakînî bir şekilde iman eden kimse için ölüm; korkutucu, ürkütücü ve acı veren bir olay olmaktan çıkar, zorlukların bitip her türlü güzelliklere, sonsuz nimetlere açılan bir kapı olur. İnsandaki ölümsüzlük arzusunu doyurup tatmin edebilecek olan da ancak âhiret inancıdır. Eğer insan için her şey bu hayattan ibaret olsaydı, bir yandan akıl almaz rûhî eğilim ve arzuları, diğer taraftan sınırlı güç ve yetenekleri arasında bocalayıp duracaktı. İşte insanın bu duygu ve ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılayacak husus Allah'a ve âhirete imandır. Allah'a ve âhirete yakînî bir şekilde inanan kimse, Allah'ın azâbından korkar. Bunu Allah'ın hududuna riâyet ederek yaşantısında gösterir, ve takvâ yoluna girer.

Mal ve Makam Korkusu: Kur'an, mal ve makamın elden gitmesine dair korkunun, bazen insanı hak yola tâbi olmaktan engellediğini belirtmektedir. Mekke müşriklerinden bazılarının peygamberimize yönelttikleri şu söz gibi, "Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız." (28/Kasas, 57) Bu da bize, iman etmeyenlerin hak yola uymalarını engelleyen sebeplerden birinin, servet ve makamdan mahrum olma korkusu olduğunu açıklar.

Fakirlik Korkusu: Fakirlik korkusu da halk arasında yaygın olan korkulardan biridir. İnsan, rızkını birçok zorlukları göğüsleyerek kazandığından, onun korunması yolunda çok ürkek olur. Bu psikoloji, insanı rızkını başkalarından kıskanmasına sebep olmakta ve bu da onu ruhsal bazı sapmalara götürmektedir. İnsanın hayatı boyunca çabası, kendisi, eşi ve evlâdının nafakası peşinde koşmaya, kendinin ve ailesinin esenlik ve güvenliğini sağlayacak şeyleri temin etmeye yöneliktir. İnsan genellikle rızkını kazanma yolunda çokça çaba sarf etmekte, zahmet ve sıkıntı çekmektedir. Rızkını tehdit hususunda tehlike arzeden şey, korku ve dehşete düşmesine sebep olmaktadır. İslâm'dan önce bazı Araplar, rızık endişesi konusundaki rûhî sapmanın yansıması olarak, fakirlik korkusuyla çocuklarını öldürüyorlardı. Kur'an, onları böyle yapmaktan men etmiş ve kendileriyle evlâtlarının rızıklarını Allah'ın verdiğini bildirmiştir:

"Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de Biz besliyoruz. Onları öldürmek, büyük günahtır." (17/İsrâ, 31)

Kur'an, fakirlik endişeli korkunun, şeytandan geldiğini açıklar: "Şeytan sizi fakirlikle korkutur/tehdit eder..." (2/Bakara, 268) Allah'a iman, fakirlik hususundaki korkuyu ortadan kaldırır. Sağlam iman sahibi olan mü'min, rızkın Allah'tan olduğunu kesin olarak bilir. Onun fakirlikten korkması için hiçbir sebep yoktur. "Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (51/Zâriyât, 58)

Ölüm, fakirlik ve makam korkularının kişiyi ciddi tehlikelere sokabileceklerini gördük. Bu tür dünyalık kaygılar ve korkular ciddi cesaret kayıplarınada neden olabilirler. Tarih boyunca zalimler zulümlerini, böyle korku içinde yaşayan kitleler sayesinde, yapabilmişlerdir. Aynı zamanda korkak kitleler dün olduğu gibi bu günde, tağuti sistemlerin güç kaynağı durumundadırlar. Bundan dolayıdır ki bir Müslüman, kimden ne için korkması gerektiğinin hesabını iyi yapmalıdır. Ve dünyadaki varlığının, hangi akla, hangi niyete, hangi slogana hizmet ettiğini çok iyi bilmelidir.

Mümindeki Allah korkusu, zulmün kötülüğün adaletsizliğin her çeşidine karşı cesarete dönüşmelidir. Allahtan gereği gibi korkan bir insan, başkaları içinde kaygılanmalıdır. Eğer bir iman, sahibini adaletsizliğe ve zulme karşı harekete geçiremiyorsa böyle bir imanın yeniden değerlendirilmesi gerekir. Zira peygamber, a.s, zulme karşı sesini çıkarmayan dilsiz şeytandır. Demiştir. Yani bir kişi, zalimlerin korku politikalarına karşı korkak davranıp bananecilik, yaparsa, o kişinin, varlığı ile yokluğunun bir anlam taşımadığını rasulullahın şu hadisinden de anlıyoruz.

"Eğer ümmetimin, zalime: 'Sen zalimsin!' demekten korktuğunu görürsen, bil ki onun varlığı ile yokluğu birdir."

Dünyevi korkaklıklar kişileri öyle bir duruma sokar ki, artık Allahtan değil, kullardan korkmaya başlarlar. Hatta bu tür kişilerin kullardan korkusu Allah korkusundanda daha fazladır. Hiçbir şekilde Düşmanlar ile karşılaşmak istemezler.

Allah şöyle buyuruyor. Kendilerine savaş farz kılınınca, içlerinden bir grup, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla korkmaya başladılar. (4/Nisâ, 77)

Korkaklığın bir tehlike olduğunu, aynı zamanda münafıklığında bir alameti olduğunu görüyoruz  . Çünkü kuranda,

"(O münâfıklar) sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir; fakat onlar korkak bir topluluktur." (9/Tevbe, 56)

Şeytan, kendi dostlarını korkutur.  Bununla ilgili kuranda,

"İşte o şeytan, yalnız kendi dostlarını korkutabilir. Eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, Benden korkun." (3/Âl-i İmrân, 175)

Evet. İman edenler yalnızca Allahtan korkmalıdırlar. Onların imanı zalime karşı bükülmeyen bir bileğe dönüşmelidir. Çünkü iman edenlerin imanı, zalimlerin korku düzenleriyle ya da tehditleriyle azalmaz tam aksine artar.

Allah şöyle buyuruyor.

Bir kısım insanlar, mü'minlere: 'Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman korkun, sakının onlardan!' dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve 'Allah bize yeter; O ne güzel vekildir!' dediler." (3/Âl-i İmrân, 173)

Son olarak,

Allah korkusu, müminin en önemli azığıdır. Kuranın inşa etmek istediği birey ve toplum düzeni de Allaha karşı sorumluluk bilincine varmış birey ve toplum düzenidir. Toplumsal düzenin ve adaletin hâkimiyetinin sağlanması konusunda en büyük etken Allah korkusudur. her Müslüman, bu gerçeğe karşı sorumluluk sahibidir.

Bir Müslüman daima, Hal ve hareketleri iman kokan bir yaşamı hedeflemelidir. Bunun içinde ibadet hayatında daima takva yolunda ilerlemeli, Allahın cezası ya da mükâfatı olmazsa dahi, yine ona kulluk edilmesi gerektiğini, çünkü Allahın kendisine kulluk edilmeye layık bir rab ve ilah, olduğunu unutmamalıdır. bir Müslümanın sorumluluğu dünyevi kriterlere göre şekillenmemeli. Aksine, Kurani kriterlere, hak ve adalet kriterlerine göre şekillenmelidir. Aksi taktirde dünyevileşen bir bakış açısı zamanla insanın kalbini taşlaştırır. Ve zamanla Allaha karşı insanı isyana götürür. Allah kalplerin durumunu şöyle açıklıyor.

Onların kalbi taş gibidir hatta taştanda katı. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gâfil değildir.  (2/Bakara, 74)

Müminin hem kendi hayatında hem de kendisi dışında olan biten bütün olaylarda dikkat etmesi gereken en önemli husus adil şahitliktir. Çünkü hem kendi kişisel sorumluluklarından, hem de çevresine karşı olan sorumluluklardan dolayı, hesaba çekileceğini, Bununla beraber, Allahın hesabının da çetin olduğunu unutmamalıdır.

Bir Müslüman, Allaha karşı daima, havf, haşyet, takva,  Duyguları içinde olmalı, Allahın düşmanlarına karşıda haşmetli, vakar, direngen, azimli, olmalıdır. Yani, Müslümandaki Allah korkusu, normal hayatında dile gelen bir imana dönüşmelidir. Aynı zamanda, zulmün her çeşidine karşı yılmaz bir direnişe bitmez bir mücadeleye tükenmez bir azime, ve Allah korkusuyla vucut bularak beşeri korkulardan arınmış bir cesarete dönüşmelidir.

Önceki ve Sonraki Haberler