Siverek'te Zulme Karşı İslami Tavır Semineri

Siverek'te Zulme Karşı İslami Tavır Semineri

Siverek Özgür-Der'de alternatif eğitim seminerleri Mahmut Hanpolat'ın sunduğu ''Zulmedenler Yakında Nasıl Bir İnkılapla Devrileceklerini Anlayacaklardır'' konulu sunumla devam etti.

Sunumdan Notlar

ZULME KARŞI İSLAMİ TAVIR

" Ancak iman edenler, Salih amellerde bulunanlar ve Allah'ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar başka. Zulmetmekte olanlar pek yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir." Şuara: 227

Vahiy, müşahede edilebileni ve müşahede edilemeyeni hem Allahın sonsuz ilminin bir tecellisi olarak hem de Allahın insanı yarattığı fıtrata uygun olarak aynı potada eriten mükemmel kompozisyondur. Bu vahiy ne tek başına uhrevi bir derinliği olmayan bir zulümle mücadele programı sunar ne de zulmün her türlüsüne kulak tıkayan münzevi bir yaşamı emreder. Bu anlamda vahiy komplike bir bakışla bakılabildiğinde insana ve topluma ait her müzmin soruna cevaplar üreten değişik birimlerden müteşekkil ilahi bir metindir.

İslam tarihi boyunca ve bugün İslam adına hareket ettikleri iddiasıyla ortaya çıkan birtakım unsurlar ne yazık ki vahyin sadece kendi vizyonlarına, doktrinlerine, stratejilerine uygun olduğunu düşündükleri kısmına yoğunlaşıp diğer kısımlarını görmezden gelerek vahim bir hatanın kapılarını aralamışlardır. Bu yaklaşım Kurana teslim olmadan önce başka bir kutsala teslim olunduğunun da bariz bir göstergesidir. Eğer Siz kalkış noktası olarak Allahın vahyini değil de başka bir yeri seçerseniz vahyi sadece kendi doktriner çıkarlarınızın bir aracı olarak görmüş olursunuz. Kimi bu hatayı yaparken tamamen kasıtlı bir şekilde yaparken kimi de cahilliğinden yapabilmektedir. Oysa ki Müslümanlar olarak vahyin tamamına uymamız bize emrolunmuştur.

"…. Yoksa siz, kitabın bir bölümüne inanıp bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başkası değildir.." Bakara: 85

Kuran kendini anlamaya yönelik girimde bulunan insanlardan temiz akıl sahiplerine hikmet kapılarını açar. "Temiz akıl sahipleri" ifadesi dikkat edilmesi gereken bir ifadedir. Bu ifade vahiy iklimine girmeden önce zihni bir arınmanın ve kalbi bir teslimiyetin gerekliliğini bize gösterir. Bu ifade vahyin, birtakım insanların kendi ön kabullerini desteklemek için deliller devşirilecek bir metin olmadığını bize gösterir.

Bu saptamaları yapmak üzerinde duracağımız konunun önemi açısından gerekliydi. Zira bu konu İslamın toplumsal alanla ilgili hükümlerini görmezden gelen, zalimlerle bir şekilde çıkara dayalı ilişkiler kuran kesimler ve bizzat zalimler tarafından görmezden gelinmektedir. Vahyin berraklığının bozulduğu ilk dönemlerden itibaren ilahi öğretinin kaynağı o kadar çarpıtıldı ki Kur'an Allah'ın kendisine lanet ettiği insanların evinde okutulur oldu.

Kur'an ne yazık ki şu anda yeryüzünde en çok istismar edilen kitaptır. Bu istismarın başka bir örnek gerektirmeyecek en bariz örneği küresel istikbarın ana odağı olan ABD'nin başkanının Mısır'da yaptığı konuşmada Allah'ın ayetlerini okumasıydı. Obama'nın eline o kağıdı tutuşturanlar ona kitabın bir kısmını okuttular. Geriye kalanını görmezden geldiler. Bu sunumda kalkış noktamız olan Şuara suresinin 227. Ayeti görmezden gelinen ayetlerden sadece biridir. Ayeti görseler bile kendilerine en uygun şekilde tevil etme maharetine sahiptirler.

Allah'ın vahyi insanların karmaşık toplumsal ilişkiler ağının bir nesnesi olduğu, toplumsal tabakaların oluştuğu her dönemde insanlara takip edilmesi geren ilkeleri göstermek amacıyla gelmiştir. Dolayısıyla vahyin zulümle mücadelesi son peygamberle başlamaz ve onunla bitmez. Daha önceki peygamberler döneminde de bu mücadeleye şahit oluyoruz.

İnsanlık tarihi boyunca verilen Tevhid-Şirk mücadelesinin merkezindeki peygamberlerin çağrılarına uyan kitlelerin genellikle toplumun ezilen, sömürülen, yurtlarından sürülen aşağı tabakalarından insanlar oluşu Kur'an'ın bize haber verdiği bir vakıadır. Bu üzerinde ciddi şekilde düşünülmesi gereken önemli, sosyolojik bir olgudur. Toplumsal tabakalar arasında en üst kesimi işgal eden zengin-yöneticilerin tavrı genellikle gelen mesaja karşı büyüklenme ve bunun doğal sonucu olarak inkardır. Bu inkar ediş mesajın doğru olup olmadığı üzerine Kur'an'ın da şiddetle önerdiği şekilde derin bir tefekkür süreci yaşanmadan olur. Çünkü gelen mesaj esas itibariyle toplumda egemen konumda olan önde gelenlerin konumlarını sarsıcı nitelikler taşımaktadır.

Peygamberlerin atalarından biri olan İbrahim (a.s)' ın putları kırarak zamanın önde gelenlerine karşı yürüttüğü mücadele, Musa (a.s)' ın Firavun'a : " Ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim?" dedirten mücadelesi aslında hep aynı mücadeledir. Bu tevhid mücadelesini yürütenler yeryüzünde bozgunculuk yapanları karşılarına alarak adaleti tesis etmek için uğraşmışlardır. Buna karşılık çıkarları zedelenen kesimler tarafından çeşitli sıkıntılara maruz bırakılmışlar hatta öldürülmüşlerdir.

"Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve adaleti emredenleri öldürenler var ya işte onlara acıklı bir azabı müjdele." Al-i İmran 21

İslam yeryüzünde zulmü, haksızlığı, fesadı yaygınlaştıranlara karşı sessiz kalan bir din değildir. Vahiy öncelikle ilkesel olarak zulmün, fesadın ve haksızlığın karşısında durur.

" Sizden önceki nesillerden – kurtardığımızdan pek azı dışında – yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar suçlu-günahkarlardı." Hud 116

"Ki (bunlar), Allah'ın ahdini onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar. Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar işte bunlardır." Bakara 51

Kur'an haksızlık, bozgunculuk ve zulüm karşısında sadece ilkesel bir tutum belirlemekle yetinmez. Aynı zamanda takipçilerini onlara yardıma çağırır.

" Size ne oluyor ki Allah yolunda ve : " Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize katından bir veli, yardım eden gönder."diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan mustaz'aflar adına savaşmıyorsunuz." Nisa 75

Bu ayet Kur'an'ın muhkem ayetlerindendir. Yeryüzünün zayıf bırakılmışlarına, yalın ayaklılarına yani mustaz'aflara sahip çıkılmasını kesin bir dille emretmektedir. Hatta onlar adına savaşmakla Allah adına savaşmayı aynı ayette aynı cümlede birbirine bağlantılı bir şekilde zikrederek konunun ne kadar önemli olduğu bize hissettirilmeye çalışılmaktadır.

Resulullah'a (s.a.v) inen mesaj insanları içsel anlamda huzura ve dengeye kavuşturup ontolojik anlamda zihinsel kaosunu giderme amacının yanı sıra toplumsal bir içerik de taşıyordu. Bu toplumsal içerik Mekke'nin egemen aristokrat sınıfını oldukça rahatsız ediyordu. Sözkonusu egemen sınıf vahye karşı tutumlarını bekletmeden belli ettiler ve saflarını belirlediler. Bu saflaşmada da sünnetullahın değişmediğini görüyoruz. Egemenler, yöneticiler, aristokratlar ve onlara yakın duran dalkavuk kişi veya sınıflar bir safta, mazlumlar, mus'tazaflar, fakirler, köleler kısaca ezilen tüm kesimler bir safta, Allah resulünün yanında yer almışlardır. Bu saflaşma vahyin müstekbirlerin çıkarlarına zarar veren içeriğinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla müstekbirlerin zaafa uğrattıkları mustaz'aflar da kendilerine onurlarını hatırlatan ve sahip çıkan vahye tabi olmakta gecikmemişlerdir.

Kur'an'ın bu konudaki tavrı oldukça nettir. Müstekbirlerin karşısında ve mustaz'afların yanındadır. Onlara şöyle vaadde bulunmaktadır:

"Biz ise istiyorduk ki mustazaflara yeryüzünde lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve mirasçılar kılalım." Kasas 5

"Zulmedenler pek yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir." Şuara 227

Ama şu ayetin işaret ettiği derin manayı da gözden kaçırmamak gerekir:

"Bir topluluk kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez." Rad 11

Vahyin ve resulullah'ın (s.a.v) mücadelesinin konumuzla ilgili boyutunu ifade ettikten sonra önemli olduğunu düşündüğüm bir noktaya temas etmek gerekiyor. O da bu duruşun bugün bizim için ne anlam ifade ettiğidir. Şüphesiz ki amacımız salt teorik anlamda bazı tespitlerde bulunmak değildir. Esas amaç yukarıda ifade edilenlerin bugünkü pratiği nedir, ne olmalıdır? sorularına cevap bulmaktır.

Şunu en başta ifade etmek lazım: Gerek birey olarak gerekse kolektif olarak toplumsal alanda ben varım diyen Müslümanların değişik özelliklere sahip toplumsal katmanlar arasında kendini konumlandıracağı yer zaafa uğratılmışların, mazlumların yanıdır. Müslümanlar bu konudaki pratikleri noktasında vahyi çizgide olmadıkları müddetçe Allah'ın ve resulünün bu konudaki tutumunu ilkesel anlamda bilmelerinin çok fazla bir önemi olmayacaktır. İslamda esas olan doğru ilkeler üzerine bina edilmiş pratiklerdir.

Bu konudaki pratikler Müslüman şahıslar ve İslami cemaatler açısından turnusol işlevi görmektedir. İster yerel, ister genel isterse de küresel ölçekte olsun Müslümanların yeri ezilmişlerin yanıdır ezenlerin değil. Birtakım küçük hesaplar peşinde koşarak müstekbirlere yakınlaşma derdinde olanlar vahyin ve resulullah'ın (s.a.v) çizgisinde olmadıklarını bilmelidirler. Müslümanların (!!) müstekbirlerin yanında yer aldığını gören mazlumlar ve mustazaflar onlara asla güvenmeyeceklerdir.

Müslümanların öncelikle yaşadıkları coğrafyanın istikbarlarına karşı net bir söylemleri olmalıdır. Her ne sebeple olursa olsun onları hoş göstermek, temiz göstermek tarzında bir söylem ve tutum içinde olmamaları gerekir. Velev ki zalimlerin arada bir yaptıkları iyi şeyler olsa da bu tutumları değişmemelidir.

Gerek birey olarak her bir müslümanın gerekse topluluk olarak her bir cemaatın bu konuyla ilgili pratiklerini gözden geçirmeleri, gerekli muhasebeleri yapmaları eğer varsa bir yanlışlık bunu düzeltmeleri en elzem bir tutumdur. Çünkü bu bu pratik Müslümanlar için geçiştirilebilecek basit bir amel değildir ve maslahat icabı olmasa da olur türünden değerlendirmelere konu olamayacak türden kimliksel bir meseledir.

"Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa ateş size dokunur. Sizin Allah'tan başka veliniz yoktur. Sonra yardım göremezsiniz." Hud 11

Hareketlerinin düşünsel zeminini oluştururken Kur'an ve sünnet dışında bir takım ön kabullerle hareket edenler bu alanda en ciddi zafiyetleri gösterenlerdir. Bu zafiyet esasında bir sapmayı ifade eder. Bu sapma hareketin İslamilik vasfını ciddi biçimde tartışılır hale getirir.

Türkiye gerçekliğinde Kur'an'ın sadece bir kısmına vurgu yaparak bir cemaatleşme sürecine giren ve kendi cemaatlerini kirli insanların liderlik ettiği birtakım siyasi partilerin arka bahçesi haline getirenlerin ortaya koydukları pratiği bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir.

Zulmün önderleriyle, yandaşlarıyla ve onların dalkavuklarıyla kol kola girilerek İslami olunmaz. Bu şekilde İslam ancak ters yüz edilir. Bu anlayışla İslam zalimleri meşru göstermenin bir aracı haline getirilir. Bu durum ilahi vahyi kendi mecrasının dışına çıkarır. Allah resulü derken deyim yerindeyse mangalda kül bırakmayanların konu Resulullah'ın (s.a.v) zulümle mücadelesini içine alan sünneti olduğu zaman nasıl bir zafiyet içine girdiklerini görmek gerekir.

ZULME KARŞI İSLAMİ TAVIR

 " Ancak iman edenler, Salih amellerde bulunanlar ve Allahı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar başka. Zulmetmekte olanlar pek yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir." Şuara: 227

Vahiy, müşahede edilebileni ve müşahede edilemeyeni hem Allahın sonsuz ilminin bir tecellisi olarak hem de Allahın insanı yarattığı fıtrata uygun olarak aynı potada eriten mükemmel kompozisyondur. Bu vahiy ne tek başına uhrevi bir derinliği olmayan bir zulümle mücadele programı sunar ne de zulmün her türlüsüne kulak tıkayan münzevi bir yaşamı emreder. Bu anlamda vahiy komplike bir bakışla bakılabildiğinde insana ve topluma ait her müzmin soruna cevaplar üreten değişik birimlerden müteşekkil ilahi bir metindir.

İslam tarihi boyunca ve bugün İslam adına hareket ettikleri iddiasıyla ortaya çıkan birtakım unsurlar ne yazık ki vahyin sadece kendi vizyonlarına, doktrinlerine, stratejilerine uygun olduğunu düşündükleri kısmına yoğunlaşıp diğer kısımlarını görmezden gelerek vahim bir hatanın kapılarını aralamışlardır. Bu yaklaşım Kurana teslim olmadan önce başka bir kutsala teslim olunduğunun da bariz bir göstergesidir. Eğer Siz kalkış noktası olarak Allahın vahyini değil de başka bir yeri seçerseniz vahyi sadece kendi doktriner çıkarlarınızın bir aracı olarak görmüş olursunuz. Kimi bu hatayı yaparken tamamen kasıtlı bir şekilde yaparken kimi de cahilliğinden yapabilmektedir. Oysa ki Müslümanlar olarak vahyin tamamına uymamız bize emrolunmuştur.

"…. Yoksa siz, kitabın bir bölümüne inanıp bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başkası değildir.." Bakara: 85

Kuran kendini anlamaya yönelik girimde bulunan insanlardan temiz akıl sahiplerine hikmet kapılarını açar. "Temiz akıl sahipleri" ifadesi dikkat edilmesi gereken bir ifadedir. Bu ifade vahiy iklimine girmeden önce zihni bir arınmanın ve kalbi bir teslimiyetin gerekliliğini bize gösterir. Bu ifade vahyin, birtakım insanların kendi ön kabullerini desteklemek için deliller devşirilecek bir metin olmadığını bize gösterir.

Bu saptamaları yapmak üzerinde duracağımız konunun önemi açısından gerekliydi. Zira bu konu İslamın toplumsal alanla ilgili hükümlerini görmezden gelen, zalimlerle bir şekilde çıkara dayalı ilişkiler kuran kesimler ve bizzat zalimler tarafından görmezden gelinmektedir. Vahyin berraklığının bozulduğu ilk dönemlerden itibaren ilahi öğretinin kaynağı o kadar çarpıtıldı ki Kur'an Allah'ın kendisine lanet ettiği insanların evinde okutulur oldu.

Kur'an ne yazık ki şu anda yeryüzünde en çok istismar edilen kitaptır. Bu istismarın başka bir örnek gerektirmeyecek en bariz örneği küresel istikbarın ana odağı olan ABD'nin başkanının Mısır'da yaptığı konuşmada Allah'ın ayetlerini okumasıydı. Obama'nın eline o kağıdı tutuşturanlar ona kitabın bir kısmını okuttular. Geriye kalanını görmezden geldiler. Bu sunumda kalkış noktamız olan Şuara suresinin 227. Ayeti görmezden gelinen ayetlerden sadece biridir. Ayeti görseler bile kendilerine en uygun şekilde tevil etme maharetine sahiptirler.

Allah'ın vahyi insanların karmaşık toplumsal ilişkiler ağının bir nesnesi olduğu, toplumsal tabakaların oluştuğu her dönemde insanlara takip edilmesi geren ilkeleri göstermek amacıyla gelmiştir. Dolayısıyla vahyin zulümle mücadelesi son peygamberle başlamaz ve onunla bitmez. Daha önceki peygamberler döneminde de bu mücadeleye şahit oluyoruz.

İnsanlık tarihi boyunca verilen Tevhid-Şirk mücadelesinin merkezindeki peygamberlerin çağrılarına uyan kitlelerin genellikle toplumun ezilen, sömürülen, yurtlarından sürülen aşağı tabakalarından insanlar oluşu Kur'an'ın bize haber verdiği bir vakıadır. Bu üzerinde ciddi şekilde düşünülmesi gereken önemli, sosyolojik bir olgudur. Toplumsal tabakalar arasında en üst kesimi işgal eden zengin-yöneticilerin tavrı genellikle gelen mesaja karşı büyüklenme ve bunun doğal sonucu olarak inkardır. Bu inkar ediş mesajın doğru olup olmadığı üzerine Kur'an'ın da şiddetle önerdiği şekilde derin bir tefekkür süreci yaşanmadan olur. Çünkü gelen mesaj esas itibariyle toplumda egemen konumda olan önde gelenlerin konumlarını sarsıcı nitelikler taşımaktadır.

Peygamberlerin atalarından biri olan İbrahim (a.s)' ın putları kırarak zamanın önde gelenlerine karşı yürüttüğü mücadele, Musa (a.s)' ın Firavun'a : " Ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim?" dedirten mücadelesi aslında hep aynı mücadeledir. Bu tevhid mücadelesini yürütenler yeryüzünde bozgunculuk yapanları karşılarına alarak adaleti tesis etmek için uğraşmışlardır. Buna karşılık çıkarları zedelenen kesimler tarafından çeşitli sıkıntılara maruz bırakılmışlar hatta öldürülmüşlerdir.

"Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve adaleti emredenleri öldürenler var ya işte onlara acıklı bir azabı müjdele." Al-i İmran  21

İslam yeryüzünde zulmü, haksızlığı, fesadı yaygınlaştıranlara karşı sessiz kalan bir din değildir. Vahiy öncelikle ilkesel olarak zulmün, fesadın ve haksızlığın karşısında durur.

"Sizden önceki nesillerden – kurtardığımızdan pek azı dışında – yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar suçlu-günahkarlardı." Hud 116

"Ki (bunlar), Allah'ın ahdini onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar. Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar işte bunlardır." Bakara 51

Kur'an haksızlık, bozgunculuk ve zulüm karşısında sadece ilkesel bir tutum belirlemekle yetinmez. Aynı zamanda takipçilerini onlara yardıma çağırır.

"Size ne oluyor ki Allah yolunda ve : " Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize katından bir veli, yardım eden gönder."diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan mustaz'aflar adına savaşmıyorsunuz." Nisa 75

Bu ayet Kur'an'ın muhkem ayetlerindendir. Yeryüzünün zayıf bırakılmışlarına, yalın ayaklılarına yani mustaz'aflara sahip çıkılmasını kesin bir dille emretmektedir. Hatta onlar adına savaşmakla Allah adına savaşmayı aynı ayette aynı cümlede birbirine bağlantılı bir şekilde zikrederek konunun ne kadar önemli olduğu bize hissettirilmeye çalışılmaktadır.

Resulullah'a (s.a.v) inen mesaj insanları içsel anlamda huzura ve dengeye kavuşturup ontolojik anlamda zihinsel kaosunu giderme amacının yanı sıra toplumsal bir içerik de taşıyordu. Bu toplumsal içerik Mekke'nin egemen aristokrat sınıfını oldukça rahatsız ediyordu. Sözkonusu egemen sınıf vahye karşı tutumlarını bekletmeden belli ettiler ve saflarını belirlediler. Bu saflaşmada da sünnetüllahın değişmediğini görüyoruz. Egemenler, yöneticiler, aristokratlar ve onlara yakın duran dalkavuk kişi veya sınıflar bir safta, mazlumlar, mus'tazaflar, fakirler, köleler kısaca ezilen tüm kesimler bir safta, Allah resulünün yanında yer almışlardır. Bu saflaşma vahyin müstekbirlerin çıkarlarına zarar veren içeriğinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla müstekbirlerin zaafa uğrattıkları mustaz'aflar da kendilerine onurlarını hatırlatan ve sahip çıkan vahye tabi olmakta gecikmemişlerdir.

Kur'an'ın  bu konudaki tavrı oldukça nettir. Müstekbirlerin karşısında ve mustaz'afların yanındadır. Onlara şöyle vaadde bulunmaktadır:

"Biz ise istiyorduk ki mustazaflara yeryüzünde lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve mirasçılar kılalım." Kasas 5

" Zulmedenler pek yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir." Şuara 227

Ama şu ayetin işaret ettiği derin manayı da gözden kaçırmamak gerekir:

" Bir topluluk kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez." Rad 11

Vahyin ve resulüllah'ın (s.a.v) mücadelesinin konumuzla ilgili boyutunu ifade ettikten sonra önemli olduğunu düşündüğüm bir noktaya temas etmek gerekiyor. O da bu duruşun bugün bizim için ne anlam ifade ettiğidir. Şüphesiz ki amacımız salt teorik anlamda bazı tespitlerde bulunmak değildir. Esas amaç yukarıda ifade edilenlerin bugünkü pratiği nedir, ne olmalıdır? sorularına cevap bulmaktır.

Şunu en başta ifade etmek lazım: Gerek birey olarak gerekse kolektif olarak toplumsal alanda ben varım diyen Müslümanların değişik özelliklere sahip toplumsal katmanlar arasında kendini konumlandıracağı yer zaafa uğratılmışların, mazlumların yanıdır. Müslümanlar bu konudaki pratikleri noktasında vahyi çizgide olmadıkları müddetçe Allah'ın ve resulünün bu konudaki tutumunu ilkesel anlamda bilmelerinin çok fazla bir önemi olmayacaktır. İslamda esas olan doğru ilkeler üzerine bina edilmiş pratiklerdir.

Bu konudaki pratikler Müslüman şahıslar ve İslami cemaatler açısından turnusol işlevi görmektedir. İster yerel, ister genel isterse de küresel ölçekte olsun Müslümanların yeri ezilmişlerin yanıdır ezenlerin değil. Birtakım küçük hesaplar peşinde koşarak müstekbirlere yakınlaşma derdinde olanlar vahyin ve resulüllah'ın (s.a.v) çizgisinde olmadıklarını bilmelidirler. Müslümanların (!!) müstekbirlerin yanında yer aldığını gören mazlumlar ve mustazaflar onlara asla güvenmeyeceklerdir.

Müslümanların öncelikle yaşadıkları coğrafyanın istikbarlarına karşı net bir söylemleri olmalıdır. Her ne sebeple olursa olsun onları hoş göstermek, temiz göstermek tarzında bir söylem ve tutum içinde olmamaları gerekir. Velev ki zalimlerin arada bir yaptıkları iyi şeyler olsa da bu tutumları değişmemelidir.

Gerek birey olarak her bir müslümanın gerekse topluluk olarak her bir cemaatın bu konuyla ilgili pratiklerini gözden geçirmeleri, gerekli muhasebeleri yapmaları eğer varsa bir yanlışlık bunu düzeltmeleri en elzem bir tutumdur. Çünkü bu bu pratik Müslümanlar için geçiştirilebilecek basit bir amel değildir ve maslahat icabı olmasa da olur türünden değerlendirmelere konu olamayacak türden kimliksel bir meseledir.

 " Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa ateş size dokunur. Sizin Allah'tan başka veliniz yoktur. Sonra yardım göremezsiniz." Hud 11

Hareketlerinin düşünsel zeminini oluştururken Kur'an ve sünnet dışında bir takım ön kabullerle hareket edenler bu alanda en ciddi zafiyetleri gösterenlerdir. Bu zafiyet esasında bir sapmayı ifade eder. Bu sapma hareketin İslamilik vasfını ciddi biçimde tartışılır hale getirir.

Türkiye gerçekliğinde Kur'an'ın  sadece bir kısmına vurgu yaparak bir cemaatleşme sürecine giren ve kendi cemaatlerini kirli insanların liderlik ettiği birtakım siyasi partilerin arka bahçesi haline getirenlerin ortaya koydukları pratiği bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir.

Zulmün önderleriyle, yandaşlarıyla ve onların dalkavuklarıyla kol kola girilerek İslami olunmaz. Bu şekilde İslam ancak ters yüz edilir. Bu anlayışla İslam zalimleri meşru göstermenin bir aracı haline getirilir. Bu durum ilahi vahyi kendi mecrasının dışına çıkarır. Allah resulü derken deyim yerindeyse mangalda kül bırakmayanların konu Resulüllah'ın (s.a.v) zulümle mücadelesini içine alan sünneti olduğu zaman nasıl bir zafiyet içine girdiklerini görmek gerekir.

Haksözhaber/ Mehmet BOYNUKARA

Önceki ve Sonraki Haberler