“Kur'ân'da İlim/Alim”

“Kur'ân'da İlim/Alim”

Tatvan Özgür-Der’in “Yolumuzu Aydınlatan Kur'ânî Kavramlar” üst başlığıyla devam eden cuma seminerlerinde bu hafta “Kur'ân'da İlim/Alim” konusu işlendi.

Her hafta farklı bir Kur'ânî kavramın işlendiği seminerlerin bu haftaki konuğu, eğitimci Mehmet Baki Dalga idi. Hüseyin Yıldırım'ın moderatörlüğünü yaptığı seminer, Tatvan Özgür-Der binasında gerçekleştirildi.

Seminer; Rıdvan Kutlu'nun okuduğu Kur'ân-ı Kerîm ve Türkçe meâliyle başladı.

Mehmet Baki Dalga, sunumunda şu hususlara değindi:

A-l-m kökünden türeyen ilm, sözlükte; bilgi, bilmek, herhangi bir konu, olay ve hususta bilinen şey, malûmat, aklın ve duyuların konusuna/alanına giren bir şeyin tanınmasını sağlayan vasıf; sağlam ve kesin bir biçimde bir şeyin gerçeğini, varlığının nedenini bilmek gibi anlamlara gelir. ilm aynı zamanda 'Bir şeyi kendisinden olmayandan ayırdığımız belirti, iz, eser ve delildir 'Alamet', ayrıma ve temyize yarayan işaret ve belge demektir.

Kur'an'da salt 'Bilgi', 'Bilmek' anlamındaki tüm kullanımlar kelime/sözlük anlamındadır. Örneğin Maide 109'da şöyle buyrulur:

"Allah, elçileri toplayacağı gün, şöyle diyecek: "Size verilen cevap nedir?" Onlar da: "Bizim ilmimiz (bilgimiz) yoktur; şüphesiz görünmeyenleri (gaybleri) bilen ancak Sen'sin"

Kur'an'a göre ilim; Allah'ın vahiy yoluyla gönderdiği, içinde asla şüphe ve zan bulunmayan kesin bilgiye denir. Bu bilgiye sahip olana da "Âlim" denilir. Yani Kur'an'ın ilimden kastettiği vahiy/vahyin bilgisi, ilim sahiplerinden kastettiği ise vahyin bilgisine sahip olanlardır. Kur'an'a göre İlim, "insanı eşyanın hakikatine götüren alamet ve işaretlerdir" denilebilir. Yani ilmin ilim olabilmesi için bir hakikate işaret etmesi, bir hakikate atıfta bulunması gerekir. Örneğin Zuhruf/61'de bu anlamda bir kullanım söz konusudur:

"Şüphesiz o, (Kur'an) saat (kıyamet vakti) için bir ilimdir (işaret ve alamettir)…"

Kur'an'da 'vahiy', 'vahyin bilgisi' anlamındaki tüm kullanımlar kavramsal anlamdadır. Örneğin Bakara 120'de ilim kelimesi 'vahiy' anlamında kullanılmıştır:

"…Eğer sana gelen bunca ilimden (vahiy) sonra onların heva (arzu ve tutku) larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı"

Nisa 162'de ise 'vahyin bilgisi' anlamında kullanılmıştır:

"Ancak onlardan ilimde (vahyin bilgisinde) derinleşenler ile mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar…"

"İlim" kavramının Kur'ani anlamından saptırılarak salt bilgi veya bilim, "Âlim" kavramının da salt bilen, bilgin, ya da entelektüel olarak kavramsallaşması sonradandır ve bu yanlış bir kavramsallaştırmadır. Kur'an'ın; âlim olarak bahsettiği kimseler, bugünkü çağın anlamlandırdığı şekliyle pozitif bilimleri bilen, felsefeyi bilen vs. olmayıp vahyin bilgisiyle kuşanmış ve bu ilmi hayat rehberi yapan kimselerdir.

Kur'an'a göre ilim, çok söz/rivayet ve kuru malumat ya da ezber edilen şey değil, haşyet sahibi olmaya vesile olan, faydalı olan ve kendisiyle amel edilendir. İlim, eşyanın illet, hikmet ve gayesini kavramaktır. Âlim de sadece helali ve haramı bilen değil, helale ve harama riayet edendir. Allah, âlimleri "Allah'tan gereği gibi korkanlar" olarak tanımlar.

Âlim olan kimse yaşadığı çağa şahittir. Tıpkı resuller gibi. Vahyi duyar ve ona inananların ilki olmak için yarışa girer ve bu mesajı tüm benliğiyle kabul ettikten sonra en yakınlarından başlayarak herkese duyurmanın telaşına kapılır. Bıkmadan usanmadan, gece demeden gündüz demeden, gerek açık gerekse gizliden sürekli anlatır. Projeler geliştirir, uykularından fedakârlık yapar, işini bunun üzerine bina eder, gecesi İslam'dır, gündüzü İslam. Yalnızca bir şeyleri yazayım, çizeyim sonra köşeme çekileyim demez. Çünkü ağır bir söz inmiştir ona. Geceleyin yatağından kalktığı gibi gündüzleri de gaflet örtüsünden kalkar. Kendini müstağni görmez. Bilir ki en sonunda kendisini hiçbir şey değilken yaratan rabbine dönecektir. Rabbine ahireti için önden elleriyle güzel şeyler takdim etmesi gerektiğinin bilincindedir.

İlim ve bilim arasında da fark vardır. İlim, Allah'ın vahiy yoluyla insanlara bildirdiği öğreti iken, bilim gözlem ve deney sonucu elde edilen bilgidir. Bilim insanın evrende fiziksel olarak daha rahat, sağlıklı ve konforlu yaşamasına imkân sağlar. İlim ise insanların psikolojik ve sosyal ilişkilerini bir hukuka ve bir sebebe bağlar.

Âlim olmak ve entelektüel olmak arasındaki farka dair şunları söyleyebiliriz;

Âlim Kur'an'ın kullandığı bir kavram olup Allah'ın vahyini bilen ve ona uygun yaşayan, sorunların çözümünü vahye uygun şekilde yapan ve hayatını Allah için adayan kimsedir. Bu kimse yaratılış fıtratı üzere olduğu dine yani İslam'a bağlıdır. Entelektüel ise yalnızca bilgi alanında etkili olup ameli sahada hiçbir sorumluluk yüklenmeyen kimsedir. Kur'an'ın tanımına göre "kitap yüklü eşek" tir.

İslam'da ilmin kaynağı temelde vahiydir. İşte bu kaynak tam manasıyla sağlamdır ve haktır. Çünkü yaratan, terbiye eden tarafından gelmektedir. O varlık da her bilenin üstünde gerçek bilici olan Allah'tır.

İnsan Allah'ın kendisine verdiği ilim üzere eşyayı tanımlamayı ve onunla ilişki geliştirmeyi kısacası kendisine emanet edilen dünyayı rabbin adıyla ve onun verdiği ilimle imar etmeyi kendi üzerine sorumluluk olarak almıştır. İnsan bu sorumluluğun dışına taşarak eğer ki yaşamı Allah'ın kendisine verdiği ilim üzere değil de nefsine göre düzenlemeye kalkarsa Allah bunu "zan" olarak nitelemektedir.

Allah, insanların zanlara göre hareket etmesini değil vahiyle hareket etmesini istemektedir. Çünkü zan doğruluğu kesin olmayan bilgileri içerdiğinden götüreceği sonuç bakımından da şüphelidir. Zan bir yerde bilgisizliği anlatır. Yalnız bu bilmeme basitçe bir bilgi eksikliğinden daha çok cahilce bir bilgisizliktir.

Cahil, vahyi bilgiye sahipken, kendi gücüne güvenen, sınırsız benlik, tam bir serbestiyet ve hürriyet altında, ilahi veya beşeri hiçbir otorite karşısında eğilmeyen, şeref ihtirası, kibir, gurur ve küstahlık gibi unsurları içinde barındırandır. Hal böyle olunca Allah'ın "bi gayr-i ilim" dediği İslami anlamdaki ilme tabi olmamayı ifade eder.

İslâm'a göre insanın ilim elde etmesinin yolları şunlardır;

1. Vahyi bilgi: Allah'tan gelen bilgi ki buna nakli bilgi denilir. Zaten bilginin ilk kaynağı Allah'tır. Vahiyle insana verilen ilahi bilgi, ruhun gıdasını sağlayan bilgi türüdür. Vahye dayanmayan, ondan mülhem olmayan, ona atıfta bulunmayan hiçbir bilgi insanlığa rehberlik edemez.

2.Akli bilgi: Akıl vasıtasıyla elde edilen bilgidir.

Tabi, bilginin akli ve nakli şeklindeki tasnifi, bizzat bilginin değil, kaynaklarının tasnifidir. Bu şekli ayrımdan kasıt, akli bilginin de ilahi bir yönünün olması ve birbirlerinden tamamen farklı iki bilgi türüne işaret etmemesidir. Yoksa nakli bilginin akıl dışı; akli bilimlerin de nakli bilimlerle hiçbir ilgisi olmadığı anlamına gelmez. Bilginin hassas bir şekilde yapılan bu tasnifi 19.yüzyıldan itibaren batı düşüncesindeki vahyi dışlayan pozitivist bilgi ve bilim anlayışına yerini bırakmıştır. Zaten içinde yaşadığımız buhranın en önemli nedenlerinden biri de budur. Vahyi bilgi türünü kabul etmemek, bilgi tanımlarına da yansımıştır.

3.Duyusal bilgi: Allah, insanı hiçbir şey bilmez iken, annesinin karnından çıkartarak, ona kulak, göz ve kalp vermiştir. Bu yetilerin kullanılarak, dış dünyadaki olayların ve olguların değerlendirilmesini talep etmektedir. İnsan, görecek, işitecek ve bunlar kanalıyla aldığı verileri akıl süzgecinden geçirerek sahih bilgiye ulaşacaktır. Bununla birlikte Kur'an'da duyu organları sağlam olmasına rağmen, yani gözleri olduğu halde görmeyenler, kulakları olduğu halde işitmeyenlerden de bahsedilmesi, duyusal bilginin sahih bilgiyi elde etmede yeterli olmadığının göstergesidir.

4.Kalbi bilgi: Kur'an'a göre, bilgi elde etme vasıtalarının en şereflisi ve en soylusu kalptir. Fikir ve iradenin merkezi olan kalbin anlamasından bahsedilmesi bu bağlamda önem arz eder. Tabi ki bu maddi anlamdaki kalbin ötesinde bir şey olup, latif bir yetidir. İnsanın her şeyi delillendirerek bilmesi ve hüküm vermesidir. Nitekim Kur'an'da kalp, akletmek ve anlamak anlamlarında kullanılmaktadır.

Seminer soru cevap bölümünün ardından sona erdi.

Önceki ve Sonraki Haberler