Tatvan‘da ’28 Şubat ve Darbeler’ Tartışıldı

Tatvan‘da ’28 Şubat ve Darbeler’ Tartışıldı

Özgür-Der Tatvan şubesinde haftalık yapılan Cuma seminerinde bu hafta “28 Şubat ve Darbeler” konusu ele alındı.

Sunum Eğitimci Şerif GÜMÜŞ tarafından yapıldı. Sunumdan sonra 20 dakikalık bir sinevizyon gösterimi yapıldı. Şerif GÜMÜŞ’ün Sunumunun Özeti:

Türkiye’de yapılan 28 Şubat darbesini ve darbelerini anlamak için geçmişe gidip gitmemiz gerekiyor. Osmanlı devletinde ordunun bozulmasıyla “ocak devlet içindir” yerine “devlet ocak içindir’’ anlayışı hakim olmuştur. Bu nedenle ocak(ordu) sayısız darbele imza atmıştır.1826 yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla ordu baskı altına alınmış, 1870 yıllarına kadar herhangi bir darbe olmamıştır. Ancak alınan yenilgiler yüzünden devlet ıslahatlar yapma başlamış, daha çok şekilcilik ve dış görünüme önem verilerek cumhuriyete kadar gelindi. Bütün bu yenilikleri batı kültürünü benimseyen ve savunan üst düzey bürokrat ve aydınlardan oluşan zümreler tarafından yürütüldü. Başta askeri ve idari alanlarda yapılan düzenlemeler, daha sonra ki dönemlerde siyaset, eğitim, kültür v.b alanlarda da yapılmaya başlandı. Osmanlı toplumuna batıdan açılan ilk pencere Pozitivizm oldu. Batılılaşma ile birlikte yepyeni bir süreç başlayınca artık geriye dönüş hayal oldu.

Türk siyasi hayatında ordu her zaman etkili oldu. Şerif GÜMÜŞ askerlerin siyasi rejime müdahalesi üç şekilde açıkladı. Hakemlik, Bekçilik ve Yöneticilik şeklinde.

Hakemlik işlevi: Ordu rejimi tehlikede hissettiği zaman perde arkasında olaya el koyar işler yoluna girince tekrar kışlasına döner.

Bekçilik İşlevi: Ordu darbeyi yapar. 2-4 yıl bekler. Sonra kışlaya çekilir. Ancak siyaseti hep etkilemeye devam eder.

Yöneticilik İşlevi :Ordu siyasi iktidara tümüyle müdahale eder ve uzun süre iktidarda kalır.Ne zaman kışlasına döneceği belli değildir.Ordunun bu tür işlevi Türkiye’de yoktur.Ancak 27 mayıs darbesiyle orduya ‘’Bekçilik’’ işlevi verilince siyasetin içine çekilen ordu bir daha bu alışkanlığından vazgeçmedi.

Asker/Ordu niçin darbe yapmak ister?

Bunu için ittihat ve Terakkiden yola çıkmak gerekiyor. Batıcı, pozitivist ve milliyetçi olan İttihat ve Terakki, kendisini memleketin tek kurtarıcısı olarak görünce, gerekli gördüğü her durumda silah kullanarak, kendileri gibi düşünmeyenlere karşı darbe yaptı. Orduya, mesleki eğitimle birlikte vatanın bütünlüğü bekçisi, iç ve dış düşmana karşı devletin ve laik cumhuriyetin korucusu bilinci verildi. Bundan sonra ordu giderek devletin politikalarını belirleyen siyasal ve anayasal süreci dilediği gibi ayarlayan bir kurtarıcı sınıfa dönüştü. Büyük baskılar yaparak halkı sindirmeye başlandılar. Daha sonra sınırlı sayıdaki ittihat ve terakkinin devamı olan CHP kadrosu, yıllarca sürecek olan bir mantıkla halk üzerinde etkili olmaya başladı. Devletin laik ve batıcı uygulamalarıyla genç kuşaklara dini inanç yerine milliyetçilik ideolojisi verildi. Milliyetçiliğe, Osmanlı ve İslam öncesi hayattan Türk kültürüne kaynaklar arandı.

Uzun süre tek partili sistemle toplum dizayn edilmeye çalışıldı. Sürekli seçkin olan zümre ülkeyi istediği gibi yönetmeye devam etti.

Sovyetlerin Türkiye aleyhindeki baskısında korkulunca çok partili döneme geçildi. Demokrat parti başa geçince iki ana grup vardı. Baskılardan bıkmış usanmış köylü kesim ve yeni gelişen burjuva kesim. Batılaşma süreci boyunca siyasetin dışına itilen kesimler, merkezi iktidarı tekeline geçirmiş olan aydın-bürokrat kadroyu 1950 seçimi ile yönetimden uzaklaştırdı. Demokrat parti, Halk partisinden çok farklı değildi. Halk partisinin kucağında büyüyen kadro tarafından kurulup yönetildiği için devletin ideolojine, devrimlerine ve modernleşmesine karşı değildi. Sadece iç politikada yöntem değişikliğinin gereğini savunuyordu. Buna rağmen Halk partisinin gözünde meşrutiyet kazanamadı.

Yıllarca kendini iktidarın doğal sahibi gören CHP, Demokrat partinin iktidara gelmesini kabul edemedi. Kendi hakkının gasp edildiği duygusuna kapıldı. Daha sonra ki seçimlerde de başarısız olunca, seçim dışı yollarla mevcut iktidarı düşürme yollarını aradı. CHP, askerleri, sivil bürokrasi, üniversiteleri, basını ve gençliği iktidara karşı kışkırtarak hükümeti seçim dışı yollarla düşürdü.1961 darbesinde sonra iki dinamik güç ortaya çıktı. öğrenciler ve İşçiler.

Müslüman ve dindarlar düzenin devamından yana tavır takındılar.1970’lere gelindiğinde cumhuriyetin başından yasaklanan çevreler ve siyasi eğilimler, akla hayale gelmeyen teknikler kullanarak siyaset ve ülke yönetimde söz sahibi olmak için meydanlara çıktılar. Neticede Kemalist çizgi olan CHP, MSP koalisyon kurduğunda cumhuriyetin başından beri suçlanan, aşağılanan ve sürekli siyasi hayatın dışında tutulan dindarlar, hükümete ortak olmanın fırsatı yakalamışlardı. Ancak 1980‘lere doğru bir türlü hükümetin kurulmaması v.b nedenlerle darbe oldu. Ordu bir kez daha siyasete yön vermek için yönetime el koydu.

1990’lı yıllara gelindiğinde ülkede başta Kürt sorunu olmak üzere, hükümetleri zor duruma bırakacak bir çok sorun vardı. Özellikle dünyadaki islami gelişmeler ve İran İslam devrimi ülkedeki Müslümanlarda ciddi bir uyanışa neden olmuştu.

1997 Şubatında hükümette Refah –Yol vardı. Ordu 28 Şubatta önceki darbelerden farklı bir biçimde tekrar darbe yaparak siyasette yön vermeye çalıştı.28 Şubat darbesi post –modern bir darbe olarak tarihe geçti. Silah gücünün yanında medya gücüde kullanarak kamuoyunda meşrutiyet arayan bir darbe oldu

Şimdi Asker/Ordu niçin darbe yapmak ister sorusunu tekrar soracak olursak?

1-Son elli yılda üst üste yapılan darbelerle silahlı mücadeleye alışılmış

2-Bir resmi ideoloji rejimine sahip olan T.C ‘de bu ideolojinin halen Kurtuluş savaşı mantığından beslenmeye devam etmesi ve bunun ordunun konumunu doğallaştırmaya çalışmasıdır. İç ve dış düşmanlara karşı kuşatılmış bir ülke fobisini besleyerek ayakta duran bir ideolojide, ordu merkez öğe olur.

3-Türk toplumunun ataerkil ve sağ refleksli olması ,

4-Ordu mensuplarının aristokrat, burjuva ve orta sınıf ailelerden olmaması, daha sonradan devlet eliyle zenginleşen ve makam elde eden kişilerden oluşması. Bu da kendilerini zengin eden devlete karşı borçlu hissetmekte ve sürekli bir ödev sorumluluğu ahlakını oluşturmaktaydı.

28 şubat post modern darbesi Müslümanların bilincini ve yaşayışını post ve modern dünya anlayışına uydurdu. Bizi diğerlerinden ayıran söylemler öldü. Müslümanlarda postmodernizm ruhuna uyarak ortaya kaydı. Onlar gibi yaşamaya onlar gibi tepkiler vermeye başladı. Medeniyetler arası ittifaka giren, dünyevileşen, egosunu tatmin eden, yaptığı sevapları reklamlaştıran, örtüyü moda nesnesi gören, umre ve haccı tatile çeviren v.b. bir anlayışa doğru savrulan hale geldik.

Müslümanlar olarak 28 şubatta yapılan darbeyi nasıl anlamalıyız? Neler yapmalıyız?

Türkiye tarihinde en organizeli ve uzun soluklu başörtüsü eylem ve mücadele örneği, bin yıl sürecek olan darbeyi beş yıl sürmemesine neden oldu. Direniş bizlere zaferi getirdi. Biz Müslümanlar 28 şubatı süreklilik boyutunda değerlendirip, ne çok iyimser olmayız nede darbecilik öldü, cuntacılar hapiste diyerek işimiz bitti mantığıyla hareket etmemeliyiz. Gelinen noktada darbecileri zayıf görmemeli devletin en eski ve köklü kurumunun ordu olduğunu unutmamalıyız. Erdoğan’ın ve Akp‘nin gücünün arkasına sığınmamalı, bu gücün zayıflaması durumunda tekrar darbecilerin görevlerine döneceklerini bilmeliyiz.Bizler 28 şubatı gündemleştirerek gelecek nesillere çekilen acıları verilen mücadeleyi aktarmalıyız.Bacılarımızın verdiği direnişini anlamalıyız.

Aksi takdirde 28 şubat,sanki hiç acı yaşanmamış,hiç bedel ödenmemiş olarak tarihin tozlu raflarında yerini alacaktır.

28 Şubatı UNUTMADIK VE UNUTMAYACAĞIZ  

Önceki ve Sonraki Haberler