Tatvan’da “Kur’an’da Tarih ve Toplum” Semineri

Tatvan’da “Kur’an’da Tarih ve Toplum” Semineri

Tatvan Özgür Der tarafından Cuma günleri yapılan seminerde ’ ’Kur’an’da Tarih ve Toplum’’ konusu sunuldu.

Özgür-Der Diyarbakır şube başkanı Murat KOÇ tarafından yapılan sunumda Habip ECE Kur’an’ı Kerim ve meali okundu.

Murat KOÇ’un Sunum Özeti:

Tarih, yaşadığımız anın hemen öncesinden başlar. Tarih, şu an ile insanın ilk yaradılış anı arasında bir zaman dilimidir. Tarih, tüketilen zaman dilimi içinde insan ve toplum hayatıyla ilgili edinebildiğimiz veya edinemediğimiz tüm bilgilerin toplamıdır.

Müslümanlar açısından vahiy ya da Kur'an, tarihe tarih içerisinden bakmayan, yani geçmişi ve onun mâhiyetini tarih zindanından anlatmayan yegâne kaynaktır. Bu nedenle bir tarih tasavvurunun oluşturulması konusunda Kur’an’dan bağımsız hareket etmek mümkün değildir.

Burada vurgulanması gereken bir başka husus da tarihin bir yönünün gayb alanına ait olması gerçeğidir. İlk insanın var edilmesinden itibaren akıp gelen tarihî süreç bir bütün olarak ele alındığında tarihi yorumlama konusunda insanın kendi bilme imkanları açısından yetersiz olduğu bir vakıadır.

Kur'an, tarihin oluşum seyrini ne sınıfsal, ne ekonomik ne de ulus vb. temelli bir çerçevede ele alır. Ona göre tarihin akış seyri akide temellidir ve bu, tevhid ve şirk ekseninde gerçekleşir.

Bu iki eksen arasında insanları tevhide, dolayısıyla da adalete ve aydınlığa çağıran Kur'an, sürekli olarak insanoğlunu tarihe de tevhîd üzerinden bakmaya yönlendirir. Buna göre insanlık tarihindeki ilk ayrışma/kutuplaşma ve kan dökme Adem'in iki oğlunun Allah'ın iradesi karşısındaki duruş farklılıkları sonucu ortaya çıkmıştır.

Kur'an'ın, tarihi böyle (akîdevî ve ilkesel) bir eksende ele alması ve ona bu çerçevede bakmayı teklif etmesi Marxist, milliyetçi vb. bütün beşer temelli ideolojik tarih okumalarının anlamsızlığını ve batıllığını ortaya koymaktadır. Buna göre Kur'an tarihe ne sınıfsal ne de ulusçu vb. bir mantıkla yaklaşmayı ve dolayısıyla da bu temelde bir saf belirlemeyi ön görür.

Kur'an'ın tarih görüşünde "eleştirellik" önemli bir yer tutar. O, tarihi ya da tarihin belli bir dönemini bütün olarak ne meşrulaştırır, ne de kutsar. Tarihin yaşayan insanlar üzerindeki kuşatıcılığının farkında olarak Kur'an, tarihin eleştirel okumasını gerçekleştirmek suretiyle onun baskı ve gücünü kırmaya çalışır.

Tarihin önemli aktörleri olan insanlara yönelik olarak eleştiri kapısını sonuna kadar açar ve böylece eleştirel olmayan tarih kutsayıcılığının şirkle özdeş olduğunun altını çizer. Kur’an Sonra gelenin önce gelenden mutlaka daha iyi ve doğru olacağı iddiasından hareket eden "ilerlemeci" bir tarih anlayışına karşı çıkarak, "dairesel" bir tarih tasavvurunu ortaya koyan Kur'an, prensip olarak geçmişi daima olumsuzlayan şimdiyi ve geleceği ise mutlaka olumlayan bir tarih yaklaşımını reddeder.

Kur’an’a göre yükseliş ve çöküş, "ilerleme" ve "gerileme" her dönemde olabilir ve bu durum zamanla alakalı değildir. Burada değerlere sadakat ön plana çıkmaktadır ve vahiy yoluyla pekiştirilen ve evrensel bir nitelik taşıyan doğru, iyi ve güzel olana bağlı olan birey ve toplumlar yükselmiş, bu değerlerden yüz çeviren birey ve toplumlar ise alçalmış olarak tarihte yerlerini alırlar.

İnsanoğlunun fıtratında süreklilik duygusu önemli bir yer tutar ve geçmişe dayanma arzusu ya da bir geçmişe sahip olma şuuru şimdiyi yaşayan insanlar üzerinde ciddi bir tesir uyandırır. Tarihin insan üzerindeki bu gücü nedeniyle Kur'an, bir tevhidi mücadele tarihi nosyonu verme yolunda önemli adımlar atar. Geçmişte ve günümüzde çeşitli egemen güçlerin tarihi kendi ideolojileri doğrultusunda yorumlamaya ve hatta çarpıtmaya çalışmaları insanın bu zikredilen gerçeği ile yakından alakalıdır. İslâm tarihinde saltanata geçişle birlikte üretilen geçmiş tasavvurları ve daha yakın zamanda Cumhuriyetle birlikte üretilen Türk tarih tezleri bunun sayısız örneklerinden sadece bir kaçıdır.

Çağdaş İslâmî hareketin tarihe sığ bir biçimde bakamayacağı, geçmişi görmezden gelemeyeceği, köksüz ve türedi bir konumda varlığını sürdüremeyeceği aşikardır. O halde onun mühim sorunlarından biri de geçmişe ilgisiz kalmamak ve bu bağlamda geleceğin tarihini yazmanın geçmişin tarihini yazmadan geçtiğinin ayırdında olmaktır.

Köklü kurallar, özgün işleyişler, gelenek ve görenekler ve kolektif varoluş sayesinde kenetlenerek bir arada yaşayan insan grupları toplumları meydana getirirler.

İnsan, doğası gereği toplumsal bir varlıktır. Bir grup içinde büyür, potansiyellerini geliştirir ve sonuçta dünyada var olmayı öğrenir. Daha ilk baştan, organik isteklerini karşılamak ve hayatta kalabilmek için yardıma ihtiyaç duyar.

İslam, insanın toplumsallık özelliklerini onaylar ve bu özelliklerin Allah'ın insana verdiği bir nimet olduğunu düşünür. Kur'an ayetleri, insanın fıtratında ve yaratılışında bu toplumsallığın olduğunu açıkça gösterir. Hucurat Suresi'nde şöyle denilmektedir:

"Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi tanışasınız diye kollara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, ondan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah alimdir, haberdardır" (49/13).

Ayetler, insanın yaratılış ve toplumsal varoluş felsefesinin bazı özelliklerini haber vermektedir. Toplumsal varoluşun önemli bir özelliği insanın bir grup, boy, kabile vb. topluluk içinde yaşamak üzere yaratılmış olduğudur. İkinci bir özellik, bir insanın bağlı olduğu grup, kabile vb.'ye göre bilinmesidir. İnsanın grubuyla ve kabilesiyle olan ilişkisi onun bir kimlik kazanmasını ve bu kimlikle tanımlanmasını ya da diğer insanlardan ayırt edilmesini sağlar. Ancak bu kimlik bir önyargı ya da övünç vesilesi olamaz, çünkü üstünlük insani soylulukta, dindarlıktadır.

Toplum, insan için hayati bir öneme sahiptir. Çünkü beraberce yaşamak ve amel etmek yeni bir kuvvet doğuracak ve insanın hayatın asil amacını gerçekleştirebilmesi için potansiyellerini geliştirecektir.

Bu prensiplerin ışığında, insanın fıtratına özgü toplumsallığı değerlendirirken İslam'daki toplumsallığın tesadüfi ve gelişigüzel olmadığını, aksine belli bir niyet ve anlamlılık içinde var olduğunu görürüz. Allah insanın fıtratında toplumsallığı yaratmıştır çünkü bu, insanın yaratılış amacını gerçekleştirebilmesi için gereklidir. Bunun sayesinde insan, varoluşunun asil görevini başarıyla yerine getirebilir.

Aslında toplumsal bir düzen, toplumsal ilişkileri belli bir biçimde şekillendirir, bireylerin amaçlarını belli amaçlar için yönlendirir ve insanlığın refahı için gerekli yaşam biçimini geliştirir. Bu, aslında, İlahi bir amaçla, insanlığın en iyi kısmından meydana gelen ve benzer hedefleri olan, benzer inançlara sahip, benzer bir yol üzerinde giden mü'minler topluluğunun kollektif eylemleriyle oluşan, İslami toplumsal düzendir.

İslam, yalnızlık içinde sürdürülen bir yaşam tercih etmez. İnsanın ilgisiz, kendini dünyadan soyutlamış bir yaşam sürmesini de teşvik etmez. İslam insana her zaman bir topluluk içinde yaşamasını öğretir. Ondan, inanç ve eylemde birlikte olduğu insanlarla beraber güçlü bir cemaat kurmasını ve böylece İlahi kanunun uygulanmasını ister.

Yapısını oluşturan ortak bağlardan ve yapıyı oluşturan unsurların birleşmesinin ve bir sisteme dönüşmesinin talep edilmesinden dolayı Ümmet, bireylerden ayrı ve onların üstünde nesnel bir varoluşa sahiptir.

İslam, insanı her zaman bir grubun, güçlü bir cemaatin, bir camianın üyesi olarak ele alır, çünkü amellerinin, ait olduğu grup üzerinde belirleyici bir etkisi vardır. Bu yüzden İslam, insanı toplumsal bir varlık olarak niteler ve Allah insanları kollara ve kabilelere ayırarak (49/13) onun, grubuna karşı sorumluluklarını anlamasını sağlar. Kur'an diyor ki:

"Ey İnsanlar, Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan, bu ikisinden de bir çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinizden korkun..." (4/1).

İnsanın varoluş amacına ulaşacağı ve başarı kazanacağı yolu İslam göstermiştir. Bu zor bir yoldur ama iyi örgütlenmiş bir toplumsal hayat ve iyi entegre olmuş ve pekiştirilmiş bir örgütlenme üzerinden yürür. Bu yüzden Kur'an bütünleşmiş ve pekişmiş bir mü'minler topluluğunun önemini vurgular.

Son tahlilde toplum, örgütlü bir kollektivitedir ve doğal olarak belli amaçları vardır. İslam'da toplum kendi başına bir amaç değildir, insanın yaşam ve var oluş nedenine ulaşmak için etkin bir araçtır. İslami toplumsal sistemde, amaçlar temelli ve köklüdür. Mü'minlerin iyi entegre olmuş bir ümmet içinde örgütlenmelerinin nedeni Kur'an'da şöyle belirtilmiştir:

"Nitekim, insanlara şahit olmanız, Peygamber'in de size şahit olması için sizi vasat/adil bir ümmet kıldık..." (2/143).

"Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz..." (3/110).

Yine aynı surede:

"Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler bunlardır" (3/104).

Program soruların  cevaplandırılmasıyla sona erdi

Önceki ve Sonraki Haberler