Bağcılar’da “Bilgi, Amel, Takva” Konusu İşlendi

Bağcılar’da “Bilgi, Amel, Takva” Konusu İşlendi

Özgür-Der Bağcılar temsilciliği 17 Ekim Pazar sabahı gerçekleştirdiği Bilgi, amel, takva ve bilinç bağı isimli panelle etkinliklerine devam etti. Panel programının konuşmacıları Veysi Selimoğlu ve Adem Çelik’ti.

Panelin ilk konuşmacısı Adem Çelik gündelik dilde fikir, ilim, malumat gibi farklı kelimelere bilgi dendiğini, İslam literatüründe ise bilginin ilim olarak ifadelendirildiğini belirtti. Çelik İslam ilahiyatında bilginin huduri bilgi (insanın fıtratında taşıdığı) ve husuli bilgi (insanın sonradan kazandığı bilgi) olarak iki kısma ayrıldığını belirttikten sonra batının bilimi putlaştırdığını ve positivist aklın sınırsızlık iddiası ve bilime beslenen inancın tanrıya olan inancın yerini aldığını ifade etti. Çelik konuşmasının devamında bilimi putlaştıran modern insanın hiçbir ahlaki kaygısının olmadığını söyleyerek modern zihnin bilgiyle olan ilişkisini bu şekilde dillendirdi.

Adem Çelik İslam da bilginin kaynağı konusuyla ilgili olarak şu görüşleri dile getirdi; kainatta Allahsız hiçbir alan yoktur. O halde bilginin yaratan ve yöneten bir Rab olan Yüce Allah ile ilgisi nedir? Öncelikle bunu ortaya koymak lazımdır. Kuran'da ''her şeyin bilgisine sahip olan'' innellahe bikülli şeyin alim formatında el-alim sıfatının benzerleri 298 ayette geçmektedir. Bu ayetlerin ilişkili olduğu konulara baktığımızda hiçbir zerrenin Allahın bilgisi dışında olmadığını, Allahın her şeyin tam bilgisine malik olduğunu, O'nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamadığını Kuran'dan okuyoruz. Kuran vahyine baktığımızda Yüce Allahın insanı hem fıtratına yerleştirdiği kabiliyetlerle hem de tarih boyunca gönderdiği Peygamberlerle bilgilendirdiğini görüyoruz. Bakara suresi 30 ve 33. ayetlerde Adem Peygambere eşyaya isim verme bilgisinin Yüce Allah tarafından öğretildiğini görüyoruz. Kuranda Allah dışındaki her varlık ayet olarak nitelendirilmektedir. Kuranın Allah dışındaki her şeye ayet olarak bakmamızı telkin eden yaklaşımı İslam aklının Allah merkezli olmasında kaynaklanmaktadır. Bunun anlamı tüm mahlukat, hareket, olay ve düşüncenin Allah hakkında bilgi veren bir belge, delil ve işaret hüviyeti taşımasıdır.

Çelik Tevbe suresi 122. ayetinin yanlış yorumlanarak ilimde derinleşenlerin cihada /fiili eyleme katılmamaları gerektiği sonucunun çıkartıldığını belirterek sözü Amel kavramına getirdi ve bu konuyla ilgilide şu tespitlerde bulundu: Kurandaki diğer kavramlar gibi amel kavramı da anlam mecrasından kaydırılmış içi boşaltılmıştır. Elbette bunun birçok nedeni bulunmaktadır. Ancak tarihteki ilk kırılma sebeplerinden biriside Harici ve Mürcie'nin iman-amel bağlamında ortaya attıkları mefhumun başı çektiği bilinmektedir. Asırlar sonra ise İslam'ı beşe, imanı da altıya hatta farzları da 32 ve 54 diye tasniflendirince amel kavramı da namaz, oruç gibi ritüellere indirgendi. Dini hayatın tamamına değil, belirli ve çok sınırlı zaman dilimine hasrederek bilgi ve amel hayattan koparıldı. Allaha sorumluluk bilinciyle teslim olan her müminin günün 24 saatinde işledikleri her fiil ameldir.

Panel'in diğer konuşmacısı Veysi Selimoğlu yapmış olduğu sunumda Takva konusunu işledi. Selimoğlu konuşmasına Allaha imanın anlam ve anlama olduğunu belirterek başladı. Selimoğlu bu anlama konusu ile ilgili açıklamalar yaparak konuşmasını devam ettirdi ve şu görüşleri dillendirdi; insan Allahın şaheseridir, yaratılmışlar evreninin gözbebeğidir. Sıradan şeylerin anlam ve amaçlılığını görüp de insan varoluşunun bir amacının olmadığını düşünmek abestir. Allah şaheserine olan sevgisini ona güven duyarak göstermiş, onu varoluşunun anlam ve amacını kendiliğinden keşfedecek araçlarla donatmıştır. İşte bu yüzden insan varoluşunu borçlu olduğu Allaha karşı sorumludur. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın Allaha olan borcunu ödeyemeyecektir. Bunu bilen Allah insana üstesinden gelebileceği bir görev yüklemiştir: Yeryüzünde varoluş amacına uygun bir hayatı inşa etmek. İnsan böyle bir amacı gerçekleştirebilecek bir donanıma sahip kılınmıştır. Fakat insan hayatı inşa sorumluluğunu yerine getirebilmek için bu donanımı kullanma kılavuzuna uygun kullanmalıdır. Yani dış dünyayı imar ve inşa şile görevli olan insanın, önce iç dünyası imar ve inşa" edilmelidir. İşte bu noktada vahiy devreye girmektedir. Çünkü vahiy ilahi bir kılavuzdur, bir inşa projesidir. Vahyin inşasının doğrudan hedefi insan dolaylı hedefi hayattır. Vahiy insanın tasavvurunu, aklını, şahsiyetini inşa etmek için indirilmiştir.

Selimoğlu bu takdimden sonra sözü takva konusuna getirdi. Selimoğlu takva kavramının kelime ve sözlük anlamlarını vererek başladığı konuşmasında şunları söyledi; takva kelimesinin aslı veka fiilidir. Bu fiilin masdarı olan vikaye, tevkıye, vikae kelimeleri sözlükte, bir şeyi korumak, himaye etmek, zarar verecek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle gelecek bir tehlikeye karşı korumaya almak demektir. Bu bir anlamda zararlı şey ile kendi arasına bir engel koymaktır. Takva ittikanın ismidir ve sözlük anlamı olarak, kuvvetli himayeye girmek, korunmak, kendini koruma altına almak demektir. Muttaki ise, ittika eden, takva sahibi kimse demektir. Kuran-ı Kerim bütün diğer kavramlar gibi takva kavramını da sözlük anlamını temel alarak zenginleştirdi, ona yepyeni bir anlam kazandırdı. Üstelik Kuran'ın anlattığı takva olayı basit bir savunma, sıradan bir korku, kolay bir nefis koruması değil, iman ve amelle desteklenen bir aksiyon şeklindedir. Takva tek başına bir korku olayı olmadığı gibi, korku unsurundan da tamamen uzak değildir. Bu bakımdan takva kelimesi bazen korku ve ürperti anlamında havf ve haşyet kelimelerinin yerine kullanılmaktadır. Bu bir anlamda takvanın bir sonucu olarak Allah'tan havf ve haşyet duymak demektir. Selimoğlu konuşmasının bu bölümünde takva kelimesinin geçtiği ayetlerden bir kısmının mealini okudu.

Selimoğlu takvanın insanın kendisini Allahın koruması altına koyarak ahiret'te zarar ve acı verecek şeylerden sakınması ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılması demek olduğunu belirterek bu şekilde davranmanın insanı ihsan derecesine yani Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etme derecesine yükselteceğini söyledi.

Selimoğlu takva kavramının zühd (dünyadan el çekme, önemsememe) ve vera (perde gerisinde durma, örtme) anlamına gelmediğini belirterek birçok kavramda olduğu gibi takva kavramı anlayışında da tahrifatlar yapıldığını vurguladı ve konuşmasını sonlandırdı.

Panel programı dinleyicilerin soru ve katılımlarıyla sona erdi.

Önceki ve Sonraki Haberler