K.Çekmece seminerleri devam ediyor

K.Çekmece seminerleri devam ediyor

Özgür-Der dernek salonunda yapılan "Kur’an’da Yaratılış Hikmeti ve İtikadi Vahdet" konulu semineri Uğur Kökcü sundu.

Uğur Kökcü sunumunda şunlara değindi:

Allah, rızasına uyanları bununla (Kuran ile) kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16) 

Müslümanlarla diğer insanlar arasındaki fark nedir? Bu soruya Müslüman olmayanlardan farklı cevaplar gelebilir. Onlar, Müslümanlarla aralarında kültürel ve ahlaki bazı ayrılıklar olduğunu söyleyebilirler. Müslümanların "dünya görüşü"nün farklı olduğunu, onların bazı "değer"lere inandıklarını, kendilerinin ise bu "değer"leri kabul etmediklerini öne sürebilirler. Müslümanların kendilerinden fikri yönde farklılıklar taşıdıklarını belirtebilirler.)

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızk veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir?" Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hala çevriliyorsunuz?" (Yunus Suresi, 31–32) 
Ayette soru sorulan  kişi Allah'ın varlığını tasdik eden ve O'nun sıfatlarını kabul eden, ama tüm bunlara rağmen, "Allah'tan korkup-sakınma" özelliğinden yoksun olan ve Allah'tan yüz çevirmiş biridir.    Allah'ın büyüklüğünü kavramak bunu sözle tasdik etmekten ibaret değildir. Müslümanlar Allah'ın varlığının ve büyüklüğünün farkına varan, O'ndan "korkup-sakınan" ve hayatlarını farkına vardıkları bu büyük gerçeğe göre düzenleyen insanlardır. Diğerleri ise, ya Allah'ı inkâr edenler, ya da Allah'ın varlığını üstteki ayette tarif edilen kişininkine benzer bir tarzda tasdik etmesine rağmen Allah'tan "korkup-sakınmayanlardır. 

Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tövbe Suresi, 109)

Allah'ın ayette de haber verdiği gibi, Kuran'da tarif edilen şekilde bir imana sahip olmayanların yaşamları, "yıkılacak yar"ların kenarlarına kuruludur. Onların hayattaki tek amaçları "bu dünya"da mutluluğu ve rahatlığı elde etmektir.      Oysa mümin, Allah'ın varlığının ve gücünün farkındadır. Bu farkındalığı Allah'ın onu niçin yarattığını ve ondan neler istediğini bilir. Bu nedenle de dünyadaki asıl amacı Allah'ın razı olduğu bir kul olmak için çalışmaktır. bunun için ciddi bir çaba gösterir. Bu sayede -diğer insanlar için kesin bir yıkımdan başka bir şey olmayan- ölümün de sırrını çözer: Ölüm bir yok oluş değil, asıl hayata geçiş aşamasıdır. İşte mümin de, Allah'ın her şeye hâkim olduğunu bilen ve ölümün bir son değil, asıl hayata (ahiret) geçiş aşaması olduğunu kavrayan insandır. Bu gerçeklerin farkındayken de, elbette diğerleri gibi hayatını "yıkılacak bir yarın kenarına" kurmaz. Hayatın, ölümün ve ölüm sonrası gerçek hayatın asıl sahibinin kim olduğunu ve kendisini kimin yarattığını bildiği için, Allah'a yönelir.

 HAYATIN GERÇEK AMACI; - YARATILIŞ HİKMETİ

Her şeyden önce hayatın amacını anlamak için önce Yüce yaratıcıyı iyi tanımak, anlamak ve Allah' lı bir hayat yaşamaya çalışmak gerekir. Yüce yaratıcıyı tanımak içinde O' nun bizlere indirdiği, KUR'AN'ı iyi anlamaya çalışmalıyız.

Öncelikle bir mümin olarak hayatı sorgulamamız gerekmektedir. yani dünya nedir?, hayat nedir?, yaşamak nedir?, ne anlam ifade eder?, bunlara cevap arar isek hayatımızın bir anlamı olduğunun farkına varırız. Aksi halde hayatın farkına varamayanlar gibi bizim de hayatımız gelip geçer.  Bir öğrenci düşünün ki, okul dönemlerinde eğer gerçekten okuduğunun farkında ise öğretilenleri anlamak için soru sorar.  Yok eğer sadece sınıf geçmek, okulu bitirmek ise hiç bir soru sorma gayretine girmez. Neden, çünkü nasıl olsa sınıf geçiliyor. sınavlarda olmadı, bütünlemede. Hayatı sorgular ise bize kurtuluş yollarını, reçetelerini gösterecektir.  

Allah, Müslüman hayatının merkezinde yer alır. Mümin kişi, hayatın her anında Allah' la beraberdir. yaşadığı hayatın nesnesi değil öznesi olmayı, ancak bu sayede becerebilir.. Bu yüzden asla Allah yokmuş gibi düşünmez, düşünemez, yaşamaz, yaşayamaz, konuşmaz ve de konuşamaz.. İşte bu yüzdendir ki Müslüman aklı, hayatın her alanında Allah' lı yaşar, Allah' lı düşünür, Allah' lı konuşur. Acının zirvesinde İnnalillah der. Allah davası uğrunda can vermek için saldırgan düşmanın üzerine yürüdüğünde "Allah!... Allah!" der. can havli ile gücünü toplaması gerektiğinde "Ya Allah!" der. Heyecanlandığında "Allahu ekber" der. Bir işe girişirken "Bismillah" der. Karar verdiğinde "biiznillah" der. hayran olduğunda "Maşallah" der. üzüldüğünde "La havle vela kuvvete illa billah" der. Kızdığında "Fesübhanallah" der. Arzuladığında "inşaallah" der. Özür dilediğinde "Estağfirullah" der. Her halde "Elhamdülillah" der. Yemin ederken "Vallah-billah" der.

Hayatın Amacı;

İnsanlar dünyaya gelişlerinin tek ve en önemli amacını arkalarında bırakırlar. Ve bu amaç için kendilerine tanınmış ve bir daha telafi imkanı olmayacak yegane yaşam süresini boşa geçirirler. Bu amaç Allah'a kul olmaktır. Kuran'da bu amaç şöyle bildirilir:

"Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56) 

Allah'a nasıl kulluk etmemiz gerektiğini de bize KURAN ve Onun önderliğinde Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) öğretir. Kuran'da bize Allah'ın insanlar için beğendiği ahlak ve yaşam biçimi detaylı olarak tarif edilir. İnsanlar bu modeli uygulamaya davet edilir. Artık bu amaca uygun, Rabbimizin razı olduğu biçimde bir ömür süren insan, dünyadaki yaşamı için de ölümünden sonraki hayatı için de müjdelenmiştir. Fakat bu amaçtan sapan, boş gayeler peşinde koşan ve Allah'ın istediği biçimde davranıp yaşamayan,

Sonsuz yaşamını belirleyecek ölçü kişinin dünya hayatını nasıl geçirdi

Öldükten sonra bir daha kişinin hatalarını telafi etme imkanı yoktur. Yaratılış amacını gözardı ederek sorumsuzca bir hayat yaşayan ve bunun sonucundan da endişe etmeyen kimseler ahirette şöyle karşılanırlar:

"Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 115)

"...Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara Suresi, 128) 

İTİKAT ve İTİKATTA ÖLÇÜ

Allah'ın dininin üstünlüğüne inanan, bu dinin hükümlerine uymakla dünya ve ahiret saadetinin elde edilebileceğine gönülden bağlanan bir Müslüman, ister itikadıyla ilgili olsun, isterse ameliyle ilgili, bir mefhumun (karar sahibi olmak) sahibi olacaksa, bu mefhumunu mutlaka ŞER'İ bir delile dayandırmak zorundadır. îtikat emin olmayı gerektirmektedir. Emin olunan şeyler ise sadece Kur'an'ın sübût ve delalet yönlerinden kesin olan ayetleridir. Bunları Rabbimiz Kur'an'ında biz kulları için açık-seçik bildirmiştir.

Biz, Müslümanım diyen kişinin itikadında sapmaya girmemesi, aykırı davranışlarda bulunmaması için öncelikle İTİKAD'ını sağlam esaslara dayandırarak çok iyi bir şekilde bilmesi gerektiğine inanmaktayız, itikadın esasları nelerdir? Bu esasları kim belirler? Biz bu esaslardan ne ölçüde sorumluyuz? Bütün bunların bilinmesi ve buna göre inanılarak amel edilmesinde hayati önem görmekteyiz.

İTİKAD NEDİR?

İtikad: AKADE kökünden türetilmiş ve "İMAN" kelimesiyle çoğu kez eşanlamlı kullanılmıştır. "Düğüm atmışcasına bağlanmak, birşeye gönülden inanmak, gönülden benimsemek" anlamına gelmektedir.

Sözlük anlamı bu şekilde olan itikad dini bir terim olarak:

a) Allah'ın inanılmasını istediği şeylere bağlanıp kalma,

b) Allah tarafından inanılması ve teslim olunması istenen şeylere bilerek inanma,

c) inanılması istenen esasları aklen ve kalben tasdik etme anlamlarında kullanılmıştır.

Ancak bu tanımlar İslam itikadı için geçerlilik taşımaktadır. Halbuki islam dışında da inançlar vardır. O halde bütün bu inançları içine alacak mahiyette bir tanım yapmak gerekir:

İTİKAD: Kişinin Allah, insan, hayat ve kâinat hakkındaki anlayışlarını kapsayan, olaylara bakış tarzını belirleyen düşüncesine denir.İslam'da İtikad: Allah ile akıl sahibi kulu arasında, Allah'ın inanılmasını istediği hususlarda, yapılan akidleşmedir.

Bu akdin konusu, kesin olarak Allah'a teslimiyettir. Bu teslimiyeti ancak hür irade ve akıl sahibi kişiler göstereceği için, akidlerine sadakat gösterenler karşılıklarını mutlaka göreceklerdi.

İSLAM'DA İTİKAD ESASLARI

İslam inancına göre, kaynağı vahye dayalı ilâhî dinlerde âkide esasları ilk peygamber Hz. Adem'den son peygamber Hz. Muhammed'e (S.A.V.) kadar hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Kur'an-ı Kerim'in genel muhtevasından anlaşıldığına göre bütün peygamberlerin tebliğ ettiği itikadın temelini TEVHİD inancı oluşturmaktadır.

Bu inanç hiçbir peygambere farklı gönderilmemiş iken, zaman içerisinde tevhid inancından sapanlar olmuş, insanların müdahaleleri ile ilâhi dinin akidesinde tahrifat meydana getirilmiştir. Bu tahrifat sadece Yahudi ve Hıristiyanlar'a mahsus kalmamış. Hz, Muhammed'in tebliğ ettiği saf, arı ve duru islam da bu tahrifatdan nasibini almıştır.

Kur'an'da İslam itikadının üç ana konusunu teşkil eden Allah, Peygamber ve Ahiret inancının geçmiş İlâhi dinlerde de aynen mevcut olduğu belirtilir.

Vahyin ve peygamberliğin bulunduğu yerde, meleklerin ve kitapların bulunacağı da muhakkaktır. (Nahl 2, Ali İmran 3-4, İsra 55 Hadid 25)

"ONLARIN ÇOĞU ZANNDAN BAŞKA BİR ŞEYE UYMUYORLAR. ZANN ÎSE HAKÎKATTEN BİR ŞEY İFADE ETMEZ. MUHAKKAK Kİ ALLAH, ONLARIN NE YAPTIKLARINI BİLİR."

Kısacası ZANN, şüphe anlamına geldiğinden itikatta kesinlikle yeri olmamalıdır, ister az olsun ister çok olsun ZANN- Şüphe itikat için tehlikelidir.İslam itikadı son derece berrak, açık, net ve sadedir, itikat bu sadelikte ele alınmalıdır. Tamamının Allah'tan olduğunda şüphemiz bulunmayan Kur'an ayetleri Subut-i katidir. Delalet ettikleri mana itibariyle iki halde bulunur.

l- DELALETİ KAT'İ OLANLAR: Bu haldeki Kur'an ayetleri, kendisinden ifade ettiğinin dışında bir anlam çıkartmanın mümkün olmadığı Kur'an ayetleridir. (Ali İmran 7)

Diğer bir ifadeyle, manası ilk bakışta kolaylıkla anlaşılan bir başka açıklamaya ihtiyaç göstermeyen ve tek manası olan ayetlerdir. Kur'an'da, helal ve haramı bildiren ayetler ile namaz, oruç, hac, zekat vb. ibadetleri bildiren ayetler muhkeme örnek gösterilebilir.

Allah'ın varlığı ve birliğini, herşeye gücünün yeteceği, gönüllerden geçenleri yalnızca O'nun bileceği, rızkın sahibinin yalnızca Allah olduğu, kainatın düzenleyicisinin yine Allah olduğu, düzen koyanların en hayırlısının Allah olduğu, yarattıklarını her zaman ve her yerde görüp-gözetleyenin O olduğu vb. konuların hepsi muhkem ayetler çerçevesinde düşünülecek ayetlerdir.

2- DELALETİ ZANNİ OLANLARİtikadi konularda delaleti zanni Kur'an ayetleri, bulundukları hal ile ve açıklanması yapılmadan itikadın konusu olmalıdır.

Kur'an'da bu tür ayetler genellikle gaybi konular içermektedir, itikattaki teslimiyyet unsuru yeniden hatırlanırsa Allah, Kur'an'ın Bakara suresinin 3. ayetinde mü'minlerin vasıflarını anlatırken "Onlar gayba iman ederler" buyurarak teslimiyet çerçevesini çizmiştir.

Gaybi; ancak gaybın sahibi bilir. Bizim gayb hakkındaki bilgimiz, gaybın sahibinin (ALLAH'IN) bildirdiği kadar ile sınırlıdır. Örneğin: Öldükten sonra dirilmeyi, içimizden bizzat yaşayıp bize nakleden olmadığından öldükten sonra dirilmenin keyfiyeti hakkında teferruata dalıp, yorum yapmanın hiç gereği yoktur. Ancak Allah'ın Kur'an'da bildirdikleri ile yetinmemiz gerekir.Cennetin, cehennemin, meleklerin, geçmiş peygamberlerin, Allah'ın, ahiret gününün mahiyeti gibi İtikadi bir konuya ait olan Kur'an ayetlerinin yine kendileri gibi kesin olan bir başka Kur'an ayeti ile açıklanması mümkün olabilir. Ancak burada şu hususa dikkat edilmesi gerekir. Kur'an ayetleri gibi kesin olan bir hususun zanni olan bir delil ile açıklanması mümkün değildir. Bu durum usûl bakımından yanlıştır. Çünkü zann, kat'i olan bir delili açıklamaktan uzaktır

Bu açıklamaların ışığı altında şunu rahatlıkla söylemek mümkündür ki: Müslümanın itikadî konularda Kur'an dışında bir mezhebin sahibi olması, bir başkasının görüşünü kendisine delil alması düşünülemez. 

Önceki ve Sonraki Haberler