Özgür-Der K.Çekmece seminerleri devam ediyor

Özgür-Der K.Çekmece seminerleri devam ediyor

Vahyin ve Sünnet’in anlaşılmasında hadis ekolü ve rey ekolü konulu semineri Ramazan İleri sundu.

Sunumunu vahyin ve sünnetin Müslümanların hayatlarında ne anlam ifade ettiğinin üzerinde durarak vahyin ilk uygulayıcısı HZ Peygamber ve ashabının kuran algısını ve sorunlar karşısındaki tutumlarından bahsederek; o dönemde Müslümanların karşılaştıkları sorunları birebir peygamberden sorup öğrenerek cevaplar bulduğunu ve Müslümanlar arasında sonraki dönemlerde çıkan ihtilafların olmadığını

Hadis: İslam dininde, Hz. Muhammed'in değişik olaylar ve sorunlar karşısında inananları aydınlatmak, Kur'an'ın bazı ayetlerini daha açık bir dille ifade etmek için söylediği iddia edilen sözler bütünüdür.

Hadis'in içerikleri, genel olarak, aslı içeriği olan ve Ravi (rivayet edenler)'nin adlarını sıralanan 'İsnâd' olmak üzere iki bölümden ibarettir. Hadis alimleri Hadis kavramını "Peygamber'in söz, fiil ve takrirleri" şeklinde tarif ederler.

Hadis, dinî bilim olarak, bu çerçeve içinde Hz. Muhammed'in sözleri ile davranışlarını, eylemlerini aktaran bilgileri derleyen, bu bilgileri yazılı bir biçimde düzenleyip sınıf­landırarak inceleme çabasına karşılık gelir. Ancak hadislerin bizzat Hz. Muhammed tarafından yakılmış olması onun dine Kur'an dışında kaynak getirmemek isteği olarak da yorumlanmıştır.

Hadis Ehli, peygamberin hadislerini toplayıp buna göre hayatını düzenleyenlerden oluşuyordu

REY

Arapça bir kelime olan re'y sözlükte, görmek, görüş, düşünce ve düşünerek bir neticeye varmak anlamlarına gelmektedir. İslam hukukunun önemli bir kavramı olan re'y, aynı zamanda düşünce tarihinde de büyük bir yere sahiptir. İslam hukukçuları arasında kıyas kelimesi bazen re'y anlamında kullanılmıştır.

Re'y, hayata ve meselelere ilişkin insanın görüş sahibi olması demektir. Herhangi bir meselenin öyle değil de böyle olmasını istemek, neyin iyi neyin kötü olduğuna karar vermek; faydalıyı zararlıdan ayırt etmek re'y sahibi olmakla mümkündür.

İşte bu anlamda re'y insanî bir edimdir. Ancak insan re'y sahibi olur. Re'y insan için vardır. Re'yin olması için insanın düşünme ve akletme melekelerinin kâmil (noksansız) olması ve bu melekelerin tam kullanılabilmesi için de, insanın sefeh (düşkünlük), sarhoşluk, akıl noksanlığı, cinnet ve ölüm tehdidi gibi kısıtlayıcı şartlar altında bulunmaması gerekir. Re'y sahibi olmak için reşid olmak gerekir. Çocuğun reyi olmaz. Başkaları tarafından yanıltılıp kandırılmak da insanın re'yini olumsuz etkiler, fakat insanın başkaları tarafından kandırılmamasının yolu da, aklını kullanması, yani rey sahibi olmasıdır.

İslam düşünce tarihinde re'y tartışmaları çok önemlidir. Peygamberimiz Hz.Muhammed (sav) zamanında mü'minler çok fazla ihtilafa düşmemişlerdi. Cemaatin lideri olarak Rasûlullah'ın (sav) verdiği karar ihtilafı ya hiç başlatmıyor, ya da varsa da hemencecik bitiriyordu. Çünkü Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman, mü'min erkek ve kadınların başka seçim hakları yoktu.

Yalnız bu sözden, Peygamber (a.s) zamanında mü'minlerin re'y sahibi olmadığı gibi bir anlam kesinlikle çıkartılmamalıdır. Bilakis mü'minler o dönemde, rey sahibi nasıl olunurun en güzel örneğini oluşturuyorlardı. Söyleyecek sözü olan bir Müslüman, bunu her halükarda söylüyor, fikrini hem Peygamber'le, hem de diğer kardeşleriyle paylaşıyordu. Mesela Hz.Peygamber (a.s) savaş karargâhını belirlerken veya savaşta nasıl bir savunma taktiği uygulanacağını açıklarken sahabeden birileri çıkıyor ve "Ey Allah'ın Rasulü! Bu size vahiyle mi geldi, yoksa tamamen sizin kişisel kararınız mı?" diye soruyordu. Bu sorunun anlamı şuydu: O sahabi demek istiyordu ki, "ey Allah'ın Rasûlü, eğer siz vahye göre böyle bir karar verdiyseniz, bize teslimiyet ve itaat düşer! Yok, eğer bu tamamen sizin kendi kanaatiniz ise, bence isabetli bir karar değildir. Size şunu şunu öneriyorum…" Rasûlullah'ın bu gibi durumlarda, kendi teklifini terk edip, sahabenin görüşünü uyguladığı vakîdir.

Sahabe, Allah'a ve Rasûlüne kesin olarak itaat ediyordu. Fakat Peygamber'in, tamamen kendi ictihadı olduğunu anladığı bir kararını tartışmayı, kendi görüşünü de açıklayıp, kabul edilmesini teklif etmeyi, İslam edebine aykırı görmüyordu. Çünkü onları eğiten Nebileri ve onun da kendilerinin de Rabbi olan Allah, onlara körü körüne itaati değil, soru sormayı, sorgulamayı öğretmişti. Ancak bir hükmün, Allah'ın ve peygamberinin kesin emri olduğunu anladıktan sonradır ki, kayıtsız ve şartsız teslim olmak gerekir ve onlar da öyle yapıyorlardı.

Sahabe, 23 sene Rasûlullah (sav)'le birlikte bulunmuş olmanın sonucu, onun hangi konuda nasıl bir yol izleyeceğini az çok biliyor, Kur'an bütünlüğünü de esas alarak, o meseleye bir çözüm tayin edebiliyordu. Nihayetinde Peygamber (a.s) Yemen'e gönderirken, "ne ile hükmedeceksin?" sorusuna, "Allah'ın kitabı ile; onda bulamazsam Allah'ın elçisinin sünnetiyle; onda da bulamazsam reyimle ictihad ederim" cevabını veren Muaz (r.a) onlardan biriydi. Sahabe devri sonunda, yani hicri birinci yüzyılın sonu ile ikinci yüzyılın başlarında hadisler derlenmeye başlanmıştı. Fakat birçok hadisin Kur'an'ın açık hükümleriyle çeliştiği ve Peygamber (a.s)ın sünnetine ters düştüğü de bir gerçekti. Bu nedenle, mesela İmam Ebu Hanife gibi âlimler hadislere güvenmemişler, hadise rağmen kendi reyleriyle hüküm vermişlerdir. Fakat bu âlimler ictihatlarını tamamen kendi akıllarına değil, Kur'an'a ve Peygamber (a.s)ın sünnetine dayandırıyorlardı. Gelenekçiler ise onları, Kur'anı ve sünneti arkalarına atmakla itham ediyorlardı. Fakat ne olursa olsun, şu bir gerçektir ki, İslam düşünce tarihinde 're'y ekolü' diye bir ekolün neşvü nemâ bulmasında, hadis ekolünün dolaylı yoldan büyük katkısı olmuştur…

Bu yeni ekole ehli re'y, rey ekolü denmiştir. Bununla da genellikle Irak'lı fakihler kastediliyordu. Abdullah İbni Mes'ud gibi sahabî, İbrahim Nehaî gibi tabiin ve Ebu Hanîfe gibi tebe-i tabiin nesli âlimler re'yci olarak bilinirler. Re'y ekolünün genel özelliği, hadis rivayetinden kaçınma İslâm alîmlerinin her bir grubu kendi görüş ve ictihadı için uygun deliller aramış ve ayrı ictihadlarda bulunmuşlardır. Hadis'e dayanarak görüş ve ictihadlarını açıklayanlar fıkıh meselelerini inceleme ve çözümünde izledikleri usûle göre iki kısma ayrılmıştır. Bir kısmı nasslara bağlı kalmıştır. Bunlara "Ehl-i Hadîs" adı verilir. Diğer bir kısmı nassların illetlerini inceleyip kıyas yoluyla yeni hükümler verme yolunu izlemişlerdir ki bunlara da "Ehl-i Re'y" adı verilmiştir. Ehl-i Hadîs'in merkezi Medine'de (Hicâz Ekolü), Ehl-i Re'yin merkezi ise ırak'ta (ırak Ekolü) idi. "Kur'an'ı kendi reyiyle tefsir edenler hakkında gelen rivayetler" diye bir bab açarak başlamakta ve İbni Abbas'tan rivayet ettiği, "Kim Kur'an hakkında kendi reyiyle söz söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın." mealinde bir hadise yer vermektedir. Cündeb b. Abdillah'dan gelen bir başka hadiste ise, "Kim Kur'an hakkında kendi reyiyle söz söylerse, isabet etse bile hata etmiştir!" denmektedir. Bu rivayetlerin zahirine bakılarak, Kur'an'ı kendi fikirleri doğrultusunda bilgiye dayanmaksızın önyargılı biçimde, heva ve hevesine alet ederek yorumlayanların, yani ayeti tahrif edenlerin kastedildiği iddia edilebilir. Fakat gerçek böyle değildir. Hadisçilerle re'y ehli arasındaki ezeli ihtilaflara ve re'y aleyhinde irad edilmiş bulunan görüşlere bakıldığında, bildiğimiz anlamda reyin kastedildiği anlaşılacaktır. Re'y aleyhtarlığı halen devam etmektedir.

Tasavvufçular re'y karşıtlığında hadisçileri yalnız bırakmamışlardır. Bilindiği gibi tasavvuf 'ledün ilmi' tezine dayanır. Sufilerin ilmi, çalışarak, kâğıtla, kalemle ve mürekkeple elde edilen bilgi değildir. Onlarınki vehbîdir, ilahi vergiye(!) dayanır. Kesbî bilgiyi zahiri bilgi diye küçümseyen sufiler, bilgilerinin nakle ve rivayete dayanmaması nedeniyle Allah'a şükretmektedirler. Onlar, Kur'an'ın özünü aldıklarını ve kabuğunu (zahiri anlamını) köpeklere (fıkıhçı / kelamcı / müfessir v.b.) attıklarını söylemektedirler. Kısacası sufiler de, Kur'an'ı tahrif eden kendi nefsi yorumlarını bu şekilde koruma altına almışlardır.

Tasavvufun ideal insan tipi, gassalın önünde yatan cenaze misali, şeyh adı verilen kendisi gibi bir insana kayıtsız şartsız teslim olan 'mürid'dir. Bu açıdan bakıldığında, sufilerin reye ve re'y ekolüne tepki göstermelerindeki tutarlılık daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü insanları şeyhlere kul yapmanın başka yolu bulunamazdı.

Bütün bu tartışmalara baktığımızda, şu veya bu ekol adıyla ortaya atılan fikirlerin hiçbirinin, Allah'ın inzal ettiği Kur'anla herhangi bir alakasının olmadığı rahatlıkla görülebilmektedir. Re'y karşıtlığı bağlamında öne sürülen görüşlerin ve akla, aklî bilgiye yapılan hücumların hiçbiri İslami değildir.

Kitabımız Kuran daima akla ve akıllılara hitap eder. Aklı olmayanları muhatap kabul etmez. Kur'an'ın emri, hadisçilerin de, tasavvufçuların da dediklerinin tamamen zıddıdır. Kur'an hiçbir şeyi düşünmeden, tahkik etmeden, akılla tartmadan dogmatik olarak kabul etmeyi emretmez. Öyle ki onda, Allah'ın varlığı bile adeta tartışmaya açılmakta, insandan, O'nun varlığına kalbi tamamen kanaat getirdikten sonra iman etmesi istenmektedir.

İnsanın aklını kullanarak bilgi / kanaat edinmesini öngören tezekkür, tefekkür, taakkul ve tedebbür kavramlarının geçtiği ayetlerin sayısı bine ulaşmaktadır. Tezekkür, zikir ederek yani Allah'ın yaratıcı büyük kudretini, gerek âfakta (kevnî ayetler), gerekse enfüsde müşâhede ederek kesin / yakînî bilgiye ermek demektir. (A'raf, 57; Nahl, 17; Neml, 62 v.b.). Tefekkür, fikretme, fikir sahibi olma, fikir üretme demektir. Yaratılış hakkında düşünmeden (Al-i İmran, 191), Allah'ın açıkladığı temsillerle, gerçek hayat arasında bağ kurup düşünmeden (Bakara, 266; En'am, 50; Haşr, 21 v.b.), fikir sahibi olmak, dolayısıyla gerçek bir mü'min olmak mümkün değildir. Taakkul akletme, aklını kullanma demektir. Allah'ın, kevnî, beşerî ya da toplum hayatına ilişkin ayetlerini açıklamasının yegâne sebebi insanın akleder varlık olmasını sağlamaktır. (Bakara, 242; Nur, 61 v.b.). Kur'an dilinde iman etmek neredeyse akletmekle eşdeğerdir. Akletmeyenlere, Peygamber de söz dinletemez, tesir edemez. (Yunus, 42). Akletmeyen kavmin üzerine Allah pislik indirmekte, onları murdar kılmaktadır. (Yunus, 100). Bu ayetin ifade ettiği acı gerçeği günümüzde, düşmanlarının maskarası olan, şeref ve izzet adına neleri varsa, hepsi düşmanları tarafından tarumar edilen 'Müslüman' toplumlar bizzat yaşayarak tecrübe ediyorlar.Proğram izleyicilerden gelen soruların cevaplanmasıyla son buldu.

Önceki ve Sonraki Haberler