Yaşadığımız Toplumda Sünnet Anlayışının Dünü ve Bugünü
Özgür-Der K.Çekmece şubesinde Hamza Türkmen bey'in sunduğu "Yaşadığımız Toplumda Sünnet Anlayışının Dünü Ve Bugünü" konulu seminer yapıldı.
Özgür-Der K.Çekmece şubesinde Hamza Türkmen bey'in sunduğu "Yaşadığımız Toplumda Sünnet Anlayışının Dünü Ve Bugünü" konulu seminer yapıldı.
Yoğun bir katılımın gözlendiği seminer Mevlüt Akbal hocanın okuduğu Ku'ran ve mealinden sonra geçildi. Hamza Türkmen; sünnet kelimesinin lügat manasını verdikten sonra ıstılahta sünnetin nasıl algılanması gerektiğini kuran çerçevesinde ele almak gerekir dedi. Kur an'da, sünnetullah, resul ile birlikte hikmet, şahit, müjdeleyici, uyarıcı, vs. gibi kavramların geçtiğini fakat sünnet kavramının geçmediğini söyledi. Sonradan Resulün yaptıklarından kast edilerek sünnet ile Resul özdeşleştirilmiş oldu. Hamza Türkmen; yaşadığımız toplumdan kastedilen coğrafyanın cumhuriyet sınırları ile algılanmaması gerektiğini söyledikten sonra sözlerine şöyle devam etti: yaşadığımız coğrafyanın sınırlarını biz belirlemedik. Bu coğrafyada yaşayan toplumun İslamlaşma sürecinden sonra ortak bir kültür ile yoğrulduğunu gözlemlemek mümkündür. Kafkaslardan Rumelinin uç noktalarına kadar baktığımızda İslam adına ortaya konan kültür hemen hemen aynıdır. Bu coğrafyada yaşayan ırklara baktığımızda ise Türkler ile birlikte Ermenileri, Arapları, Arnavutları vs. görmekteyiz. Ulus kavramından önce bu coğrafyada yaşayan insanlar Müslim ve gayrı Müslim diye adlandırılmaktaydı. İslam coğrafyasında Hz. Ömer ve Osman'dan sonra baş gösteren Emevi ve Abbasi saltanatı ile birlikte islamın özünden uzaklaşma sürecide başlamış oldu. Bu dönemlerde yaşayan Ebu Hanife'nin ıslah çabalarını görmekteyiz kendisine gelen baş kadılık teklifini "ben zalimlere kadılık yapmam" şeklinde karşı gelişini akabindede zindanlarda şehit edildiğini biliyoruz. Daha sonraki dönemlerde bu topraklarda danişmentlilerin, battal gazilerin bir ıslah çabasını görmekteyiz bu insanlar kitabi bir islamın yaşanması için yoğun çaba harcamışlardır. Bize hep yiğit savaşçılar olarak lanse edilen bu insanlar sadece kılıç kalkan ile yiğitlik göstermeyip Kur'an ve yaşayan sünnet çerçevesinde bir ıslah çabasını göstermişlerdir. Daha sonraları Selçuklular ile birlikte yerleşik düzene geçildiğini ve medreselerin, vakıfların kurulduğunu görmekteyiz. Bu devirde mesela "Nizamiye" medreseleri kurulmuştur. Bu medreselerde Kur'an, Tefsir, hadis ilimleri tahsil edilmiştir. Bu kitabi çalışmalar ile birlikte hadis kültürünün kulaktan kulağa aktarılması ile beraber bir çok yanlışı beraberinde getirmiştir. Yapılan bir araştırmada Selçuklu ve Osmanlı zamanında yapılan camilerde duvarlara işlenen hat yazıları mercek altına alınmış, çok enteresan veriler elde edilmiştir. Üç sıra halindeki yazıların en üst kısımlarında ayetler, ikinci sırada hadisler, üçüncü sırada ise Hz. Alinin sözleri olduğu saptanmış. Bir çok yerde yapılan bu incelemelerde aynı bulguya rastlanınca hadis diye yazılmış olan metinler hadis literatüründe aranmış fakat hiçbir kaynakta böyle bir hadise rastlanmamış. Yüzyıllar boyu bu coğrafyada İslam diye yaşanan hayatın; verilerini kulaktan kulağa aktarılarak öğrenilen bir bilgi düzeyinde olduğunu görmek mümkündür. Daha sonraki dönemlerde 1. murat zamanında bir heyetin Mısır'a gönderildiğini buradan getirilen İslami ders müfredatı ile birlikte bir medresenin kurulduğunu ve Osmanlının bu süreç ile birlikte Sünnileştiğini görmekteyiz. Daha sonraları kanuni ile birlikte Kadı zadeler olarak bilinen bir ıslah hareketinin başladığını bu hareketin o zamana göre çok ileri düzeyde bir islami söylemi yaymaya çalıştıklarını görmekteyiz. Bu insanlar Kur'an ın teganni ile okunmasının yanlış olduğunu kitabın anlaşılmadan okunmasının bir fayda sağlamayacağını, dinimizin bu kitaptan çıkarılacak sonuçlara göre şekillendirilmesi gerekliliğini anlatmaya çalışıyorlar. Sonraları cumhuriyetin ilanı ile birlikte İslami bir modele muhalif bir çizgide kurulan bu sistemin kurulduğu yılların hemen başında hadis kitaplarını Türkçeleştirmesinin altında yatan sebeplere iyi bakmamız gereklidir.
Böyle bir kültürden gelen bizlerin ne kadar kitaba sarılmamız gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Sağlıklı bir kitap anlayışı, sağlıklı bir Resul anlayışı, sağlıklı bir Allah anlayışı olmadan hiçbir şey yapılamayacağı bir kere daha ortaya çıkmıştır. Ellerinden sular fışkırtan, bir eli ile ayı ikiye ayıran, kısır bir oğlağı sağıp binlerce kişiye süt çıkarabilen vs. vs. bir Resule sadece tazim edilir, yüceltilir, kutsanır; fakat taklit edilemez. Kur'an ın bize anlattığı Resul bu değildir. Bizim peygamberimiz Resul ama öncesinde kul'dur yani insandır. İlahlaştırılmış bir Resul anlayışını bizler tahrif edilmiş dinlerde görmekteyiz. Resul anlayışımızı sünnet anlayışımızı tekrar kitaba dönerek yeniden inşa etmek hepimizin üzerine bir sorumluluktur.